Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılında, Çanakkale ziyaretimiz esnasında gördüklerim, duyduklarım ve hissettiklerim…
260 günde 253 bin şehidin verildiği topraklar…
Çanakkale’nin Eceabat ilçesindeyiz. İlçe oldukça sakin. Şehitliği ve savaşın gerçekleştiği alanın her deresini, her tepesini, her metrekaresini merak ediyorum. Kilitbayır köyünü geçiyoruz… Namazgâh Tabyası. Cuma ve Bayram namazları burada kılınıyor. Hamidiye Tabyası… En ağır silahlar bu tabyada bulunuyor.
Çanakkale’yi anlatan Rehberimiz Ahmet Hoca’nın anlattıklarıyla gezdiğimiz her yer anlam kazanıyor… Yüzbaşı Hilmi Bey, savaşa 1 hafta kala askere 3 kural koyuyor. Abdestsiz kalmayacaksınız, bozulduğunda derhal tekrar alacaksınız; topların arkasında devamlı tekbir getireceksiniz; topların arkasında bir kişi devamlı Yasin okuyacak… Ne güzel bir tedbir, ne güzel bir tevekkül… Aslında savaşa dair öğrendiğim tüm bu detaylar, Çanakkale’nin, tüm zorluklara ve düşman karşısındaki zayıflığa rağmen, nasıl zafere dönüştüğünün açıklaması.
Mecidiye Tabyası… Seyid Onbaşı’nın temsilinin olduğu alandayız. Taşıyıcı vinç bozulunca 276 kiloluk top mermisini defalarca ‘La havle ve la kuvvete illa billehil Aliyyil Azim’ diyerek, topun ağzına yerleştiren ve meşhur İngiliz gemisi Queen Elizabet’i hedef alıp yaralayan Seyid. ‘Osmanlı’nın namusu, bayrağı, evladı bu mermiyi kaldırmama bağlı’ diyerek mermiyi yüklenen Seyid… Seyid Onbaşı o mermiyi kaldırınca yanında olan Niğdeli Ali Çavuş daha sonra şöyle der: ‘O koca mermiyi taşırken Seyid’in kemikleri kırılmadı ama o kemiklerin sesini işittim.’
Zafere Ulaşmak
Rehberimiz Çanakkale’yi ‘imanla teknolojinin savaşı’ olarak tanımlıyor. Dönemin süper güçlerinin bir araya gelerek, adeta yenilmez ordular kurarak saldırdıkları savaşın adı Çanakkale. Rehberimiz Çanakkale savaşına dair bir çok anekdot anlatıyor. O anlatırken ben o günle bugün arasında ve o ruhla bu ruh arasında gidip geliyorum. Devamlı bir mukayese ve devamlı bir muhasebe içerisindeyim. Her anlatılan örnekte, bugün var olan eksiklerimiz bir bir çıkıyor ortaya. En büyük eksiğimiz: İman, hakiki iman… Ve cesaret, imandan kaynaklı, hakka tevekkülden kaynaklı, şehadet aşkından kaynaklı cesaret… Bugün ne kadar da uzaklaşmışız bu duygulardan. Bu duyguları yeniden kazanmadıkça, yenilmeye devam edeceğiz. Ümmet olarak hakiki imana ulaşmadıkça, ölüm korkusunu atmadıkça, gözü kara bir şekilde mücadelenin göbeğinde olmadıkça, zafere ulaşmamız mümkün olmayacak.
Komutan Cevat Paşa: ‘Bu İngiliz’in hançeri boğazımızdayken bana ne hanım ne de evlat lazım’ diyor. Ordunun elinde kalan 26 mayını 17 Mart gecesi limana paralel bir şekilde yerleştiren ve 18 Mart günü İngiliz ve Fransız donanmasına ağır kayıplar verdiren büyük komutan Cevat Paşa… Bugün okullarda okutulan tarih kitaplarında maalesef bu komutanların adı dahi geçmez. Savaşı kimler yapmış ama kimlerin devasa heykelleri dikilmiş ve kimler kahraman gibi gösterilmiş? İnsanlarımızın bu gerçekleri, gerçek tarihimizi ve gerçek kahramanları öğrenmesi gerekiyor. Bu anlamda tarihin gerçeklerini ortaya çıkarmak ve gençlerimizi ecdadını bilen ve onların izinden giden bir nesil olarak yetiştirmek zorundayız. Bu vazife, ecdadın kemiklerinin sızlamaması ve çektikleri çileye değmesi için hepimizin boynunun borcudur.
Rehberimiz, belli belirsiz, aslında hiç de dikkat çekmeyen bir taşı göstererek burada 200 şehidin yattığını söylüyor. Bizim şehitlik olarak gezdiğimiz yerlerin, bir temsilden ibaret olduğunu, sembolik şehitlikler olduğunu, hakikatte şehitlerin başka yerlerde yattıklarını anlıyoruz. Elbette tüm şehitlerin nereye gömüldüğü bilinemeyebilir ancak, hiç olmazsa bilinen yerler unutulmasın diye biraz daha ihtimam gösterilebilirdi. Daha 100 yıl önce gerçekleşen bir savaşın dahi orijinal kalıntıları, şehitlerin emanetleri muhafaza edilmemiş. Her zamanki gibi, sembolik şehitlikler yapılarak, göstermelik bir ihtimamın olduğunu anlıyoruz.
Kuralsız ve Namert Düşman
Gezi boyunca savaşın ne kadar zor ve ne kadar büyük acıların yaşandığı bir ortam olduğunu anlıyorum. Savaşın soğuk yüzü Çanakkale’nin taşında toprağında kendini gösteriyor. Bu savaşta 90 bin kişi bulaşıcı hastalıktan ölüyor… Bir asker savaşa 3 hafta dayanabiliyor. Haftalarca siperde kalan, uyumayan askerin zamanla sinirleri bozuluyor. İşte Mecani Seyyar hastanesi bu sebeple kuruluyor… Fransızlar bizim seyyar hastanemizi bombalıyor ve 20 bin askerimizi şehit ediyorlar. Oysa savaşın bile bir kuralı, ahlakı, namusu vardır. Bizim düşmanlarımız bizimle, dün de bugün de ahlaksızca ve merhametsizce savaşmışlardır. Dün Çanakkale’de seyyar hastanemizi bombalayanların torunları, bugün Suriye’de çocuk hastanesine varıncaya kadar bombaladılar. Kuralsız ve namert düşman, bu ümmete büyük acılar yaşatmıştır.
Gıdanın yetersizliğinden, vitaminsizlikten gencecik yiğitler 40 kiloya düşüyor. Düşman uçaklarla 4 taraflı binlerce zehirli çivi atıyor. Askerlerin kangren olan ayakları, narkoz verilmeden testereyle kesilirken, sesleri çıkmasın diye keçe ısırmaları isteniyor. Bazen acıdan sıkılan diş o keçede takılı kalıyor (orada bulunan küçük müzede, o zehirli çivileri de, kangren olan bacak kesilirken, ısırılan keçeye takılmış dişleri de gördüm) 12 bin askerimiz ayağını bu zehirli çiviler yüzünden kaybediyor. Bir savaşın istatistiğini söylemek, sonucunu söylemek çok kolay. Ama o savaş esnasında kim bilir neler oldu? Her gün, her saat, her saniye kim bilir ne zorluklar yaşandı? Aslında savaşın ne demek olduğunu ve nasıl geçtiğini anlatan, tüm bu detaylar…
1 metrekareye 6 bin mermi düşüyor…
Çataldere…
7 gün Çataldere’den kan akıyor.
Bomba sırt, kırmızı sırt, bayrak sırtı, kanlı sırt… Bu 4 sırtta kıyamet kopuyor. Her taraf şehit… Her taraf şahit… Kanlı sırt… Liseli, üniversiteli binlerce genç şehit oluyor. O yıl İstanbul’un meşhur Galatasaray Lisesi, Kabataş Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi ve Anadolu’da bulunan birçok lise, mezun veremiyor. Bu konuda İngiliz General Oglander der ki: ‘Çekildik… Çanakkale’yi geçemedik ama Türk milletinin genç neslini, eğitimli neslini, çiçeğini yok ettik. Dolayısıyla geleceğini yok ettik. Bellerini zor doğrulturlar.’ Oyuna getirilerek içine çekildiğimiz 1. Dünya Savaşı, Çanakkale’de bir nesil kaybetmemize sebep olmuştur. Dün Çanakkale’de gencecik yiğitlerimizin bedenlerini yok eden Avrupa, bugün çirkef medeniyetiyle gençlerimizin ruhlarını toprağın altına gömüyor, öldürüyor. Kaybımız katmerli bir şekilde devam ediyor. Oysa bu vatan topraklarından bir Cideli Mehmet Çavuş geçmiş… Mehmet Çavuş: ‘Komutanım hava da fazla soğuk değil, silahımın tetiğini çekiyorum çekiyorum patlamıyor, şu merete bir de sen bak’ diyor. Komutan: ‘Oğlum senin silahında bir sorun yok, sağ elinin işaret parmağıyla orta parmağını kör bir mermi kökünden götürmüş’ diyor. Cideli diyor ki: ‘Komutanım adam olana 8 parmak yeter. Yeter ki bizim torunlarımız, düşman esaretinde yetişmesin, düşmana benzemesin.’ Aaaah Cideli… Aaaah dedemiz, ecdadımız…
Kırmızı sırt… 57. Alay şehitliğindeyiz… Kendi cenaze namazını kılan ve topyekûn şehit olan 57. alay… Bu nasıl bir ruh? Anlayamıyoruz… Ölmeden önce ölmek, tam da böyle bir şey olsa gerek. Ölümüne mücadele etmek, öleceğini bile bile savaştan kaçmamak, düşmanın üzerine cesaretle yürümek böyle bir şey olsa gerek.
Şehitliği gezerken Musul’dan, Kerkük’ten, Libya’dan, Mısır’dan, Sudan’dan, Afganistan, Kosova, Tunus, Yemen, Kudüs’ten ve daha birçok ülkeden, çeşit çeşit ırktan buralara kadar gelinip, Osmanlı yenilmesin, ümmet parçalanmasın diye seferber olunduğunu anlıyoruz. Biz daha 100 sene önce, birimizin başına bir şey geldiğinde, hemen dertop olan bir ümmettik. Rabbimiz belki de bu kardeşlik ve dayanışmanın hürmetine Çanakkale’de düşmanın yenilmesini sağladı.
Çanakkale Ruhu
Düşman orduları bugün de topyekûn ve envai yollarla saldırmaya devam ediyor. Düşman Çanakkale yenilgisinden büyük dersler çıkarmışa benziyor. Bu ümmetin zor zamanda nasıl birlik olduğunu, birbiri için nasıl can verdiğini gördüler. Bunu önlemek için aramıza fitne tohumları atarak, ırkçılık hastalığını yayarak, kardeşliğimizi öldürdüler. İşte bugün, bize asıl yenilgiyi bu noktada yaşattılar. Yeniden bir Çanakkale ruhu dirilmedikçe, yani yeniden kardeş olmadıkça, yeniden var gücümüzle zulme ve küfre karşı koymadıkça, ayağa kalkabilmemiz ve muzaffer olabilmemiz mümkün olmayacak.
Böyle kutsal zaferleri, imanın zaferlerini yeniden yaşayabilmek temennisiyle…