Seçimlere on ay kala yolsuzluk ve rüşvet iddialarının havada uçuştuğu, ancak yargının toplumun beklentileri istikametinde gerekli hassasiyeti göstermekte nazlandığı bir atmosferin en çok AK Parti’ye zarar vereceği kesin.
Epey bir süredir topluma hakim olan yolsuzluk algısı konusunda, AK Parti’nin şu ana kadar duyarlı bir tavır aldığını söylemek ne yazık ki mümkün değil. İddiaların gizlenemez boyutlara ulaşması, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da rahatsız eder hale gelmiş olmalı ki iddialarda adı geçen danışmanı Serkan Taranoğlu’nu görevden aldı.
Bilindiği gibi Sedat Peker’in iddiaları sonrasında Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu Üyesi Korkmaz Karaca, hem bu görevinden hem de AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) Üyeliği ve Yerel Yönetimler Başkan Yardımcılığından istifa etmişti.
Şimdi herkesin merak ettiği mesele şu; acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaşanan çürüme ve yozlaşmayı dikkate alarak güçlü bir arınma adımı atabilir mi?
Normal demokratik bir yönetimde seçilmiş iktidar, bu iddialardan zarar göreceğini bildiği için güçlü bir irade ortaya koyar ve anında “temiz eller” operasyonu başlatır. Unutmayalım, yıllar önce İtalya’da başlayan “temiz eller” operasyonu iktidarın inisiyatifiyle başlatılmıştır.
Ancak bizde işler öyle olmuyor, çünkü mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen alaturka modelin ruhu buna müsait değil. Yasamanın, yargının ve yürütmenin tek elde toplandığı bir sistemde denetim mekanizmalarının işlemesinin hukuken imkanı yoktur. Belki hepimiz unutuyoruz ama bu sistem “kuvvetler ayrılığı”na değil, kelimenin tam anlamıyla “kuvvetler birliği”ne dayalı bir sistemdir. Dolayısıyla denetim mekanizmalarının işlemesi ve yolsuzluk iddialarına muhatap olanlardan yargısal anlamda hesap sorulması fiilen mümkün değildir.
Talihsizliğe bakın ki suç örgütü lideri olarak aranan Sedat Peker’in belgeli iddiaları ortalığa saçılıyor, kirlilik evlerimizin önüne kadar yayılıyor ama iktidar erkinin kılı bile kıpırdamıyor.
Hal böyleyken, cumhurbaşkanının “temiz eller” operasyonu başlatmasının imkan ve ihtimali bulunmamaktadır.
-Çünkü çürüme ve yozlaşmayla ilgili güçlü bir arınma iradesi ortaya koymanın anlamı; demokratik değerlerin işlediği, denge-denetlemenin olduğu, şeffaf ve hesap verebilir bir iktidar talep etmek demektir.
-“Arınma” iradesi ortaya koymak, iktidarı eleştirenlerin ‘hain’, dış güçlerin ajanı parantezine alınarak itibarsızlaştırma imkanının ortadan kalması demektir.
-Anayasamızda değişiklik yaparak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bağlamında iç hukukumuzun bir parçası haline getirdiğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Osman Kavala için “Derhal serbest bırakın” kararına karşı “tanımıyoruz da-uygulamıyoruz da…” diyerek meydan okumaktan vazgeçmek demektir.
-Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kararları herkes için bağlayıcı bir nitelik taşımasına rağmen, alt mahkemelerin uymama gibi bir lüksünün bulunmaması demektir.
-Sokakta konuşan, iktidarın uygulamalarına itiraz edenlerin yaka-paça gözaltına alınmaması demektir.
-İnsanların fukaralıktan, zamlardan canının yandığı bir ortamda şarkı söyleyen sanatçıların yıllarca söylenen şarkılarını ve bir densizlikle söyledikleri sözleri gündeme taşıyarak şeytanlaştırma operasyonlarının yapılmaması demektir.
-Yaşanan ekonomik krize çare üretmek yerine, ülkede yıllarca yapılan festivalleri yasaklamaktan medet ummamak demektir.
-Kısacası, güçlü bir ‘arınma’ iradesi ortaya koyabilmek için öncelikle ‘hukuk devleti’ olmaya karar vermek demektir.
Hali hazırda iktidarın böyle bir niyeti ve iradesi olmadığı dikkate alındığında ‘temiz eller’in başlatılmasını beklemek sadece bir ham hayalden ibarettir…
Ayrıca neden böyle bir ‘arınma’ hamlesi başlatsınlar ki… Eğer gerçekten ‘hukukun üstünlüğü’nün hakim olduğu bir sistem talep edilseydi, dünyada bir eşi-benzeri daha bulunmayan ve Türkiye’yi otoriter ülkeler ligine terfi (!) ettiren bu alaturka sisteme mahkum edilmezdi.
Nasıl olsa sistem tıkır tıkır işliyor, yasama da, yargı da elinizde istediğinizi susturabilir, ‘hain’ ilan edebilir ve gönlünüzce yargılayabilirsiniz, kim size gözünüzün üstünde kaşınız var diyebilir ki…