Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün Kral Selman bin Abdülaziz el-Suud’un davetlisi olarak Suudi Arabistan’a gidiyor. İki günlük sürecek ziyareti çerçevesinde, Erdoğan’ın Kral Selman ile bir araya gelmesi ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın da görüşme heyetinde bulunması bekleniyor. Basında çıkan haberlere göre de Erdoğan’ın cuma namazını Mekke’de kılması bekleniyor.
Washington Post yazarı ve Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı, 2 Ekim 2018 tarihinde, evlilik belgesi almaya gittiği İstanbul’un Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda öldürülmüştü. Kaşıkçı’nın öldürülmesine ilişkin İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın durmasına ve yargılamanın Suudi Arabistan adli makamlarına devredilmesine karar verilmişti.
Erdoğan’ın Kaşıkçı’nın öldürülmesinden sonra Riyad’a düzenleyeceği ilk ziyareti zamanlaması açısından da önem taşıyor. Zirâ yabancı basında çıkan makalelerde Erdoğan ile Veliaht Prens Muhammed bin Selman arasındaki görüşmenin tek şartı, Ankara’nın “Kaşıkçı davasından bir daha asla bahsetmemesi” idi.
Kaşıkçı davasının iade edilmesinin ardından Riyad’dan gelen bir jest de “Türk ürünlerine uygulanan boykot sürecinin” sona erdirilmesi kararı. Dünya gazetesinin aktardığına göre Türk Hava Yolları (THY) de Ramazan Bayramı’nın ardından Suudi Arabistan’a düzenlenen sefer sayılarında bir artışa gidecek.
İki ülke arasındaki “normalleşme adımları” ise Kasım 2020’de atılmaya başlanmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan o tarihte Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz el-Suud ile ile görüşmüş ve görüşme sonrasında “sorunların giderilmesi için diyalog kanallarının açık tutulması”nda mutabık kalınmıştı. Peki Erdoğan’ın ocak ayında duyurduğu bu ziyaretin şimdi gerçekleşecek olmasının sembolik bir anlamı var mı?
Kaşıkçı davası normalleşmenin tek nedeni mi?
Türkiye’nin 2007 ila 2009 yılları arasında Riyad Büyükelçisi olarak görev yapan Naci Koru , Medyascope’ a verdiği demeçte, Ankara’nın son on yıl içinde birbirini izleyen olaylarda Katar, Cibuti ve Eritre dışında Arap dünyasında yakın dostu sayabileceği ülke kalmadığına dikkat çekti. Fakat 2021’in son aylarından itibaren dış politikada atılan adımları hatırlatan Koru, şunları söyledi:
“ Türkiye bu gelişmeleri tersine çevirmeye çalışan girişimlerde bulunuyor. Bu çaba bizden geldiği için, taviz veren taraf yine Türkiye oluyor. Gördüğünüz gibi, Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesiyle ilgili dava dosyasının kapatılması, Suudi Arabistan’la yakınlaşmanın yakın nedenidir, fakat tekil sebep değildir.”
Erdoğan’ın Aralık 2021’de Katar’ı ziyaret ettiği esnasında basında çıkan “Erdoğan, Doha’nın arabuluculuğu ile Veliaht Prens Selman ile görüşecek” haberlerini de hatırlatan Koru, “BAE ve Mısır ile normalleşme adımları, Müslüman Kardeşleri etkisizleştirme girişimlerimiz, daha önemlisi Kaşıkçı dosyanın devredilmesi şimdiki zemini hazırladı” dedi.
Gazeteci İslam Özkan ise Ankara’nın Kaşıkçı davasının Riyad’a devredilmesinin ziyaretin önünü açtığı fakat bu kararın sorgulanması gereken bir karar olduğu görüşünde. Özkan, “Her ne kadar yargı bu kararı almış gibi görünse de yargının daha önce neden böyle bir karar almayıp tam da iktidarın manevra yapmaya çalıştığı bir dönemde davayı Riyad’a devrederek iktidarın önünü açtığı sorgulanması gereken bir karardır ve Türkiye’de yargıyla ilgili tartışmada onun bağımsız olmadığı yönündeki argümanı savunanların tezini daha da güçlendirmiştir. BAE ile gerçekleşen normalleşme de zaten üç aşağı beş yukarı bu şekilde gerçekleşmişti” dedi.
Türkiye için “dramatik” bir dönüş mü?
Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın uluslararası hedef haline getirildiğine de vurgu yapan Koru, meselenin, kişisel husumet, şüphe ve güven boyutlarına da dikkat çekti. Koru bu üst düzeyli ziyaretin Türkiye için “dramatik” bir dönüş olduğu görüşünde. Öte yandan ilişkilerin şu anki durumuna göre daha ılımlı bir kulvara gireceğini belirten Koru, bu ziyaretin normalleşmeye işaret edip etmeyeceğinin ise zaman içinde belli olacağını düşünüyor.
Özkan da bu ziyaretin ilişkilerde bir dönüm noktası olacağı fakat karşılıklı gerilimin birdenbire stratejik bir ittifaka dönüşmeyeceğini düşünüyor. “Yeterince U dönüşü barındıran bir ülkenin dış politikasının bunu kaldıramayacağını” belirten Özkan, “Tam bir adaptasyon ve müttefiklik statüsü için Erdoğan’ın başta Müslüman Kardeşler ile ilgili olmak üzere birçok alanda radikal adımlar atması gerekiyor. Her zamanki gibi Ankara, çekiçle örs arasında kalmış durumda” ifadelerini kullandı.
Ankara ile Riyad’ın stretejik bir ittifak içerisinde bir araya getirmeye yönelik projeler olacağını, özellikle de Abraham Anlaşmaları’ndan sonra bunun için uygun zemin oluşturulduğunu fakat başarısız denemelerin de olduğunu hatırlatan Özkan, “Unutmayalım ki Ankara’nın halen Suudi Arabistan yönetimiyle tıpkı BAE ile ilgili olduğu gibi Libya’da, Suriye’de kolay çözüme bağlanamayacak anlaşmazlıkları var ve ilişkilerin 2018 öncesine dönmesi için buralarda da anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulması gerekiyor. Hızla gerçekleşen bir normalleşme, kırılgan bir normalleşmeye dönüşebilir ve anlaşmazlıklar bu kez daha kemikleşmiş bir şekilde tarafların gündemine girebilir” diyor.
Ankara’nın beklediği sıcak para Suudi Arabistan’dan mı gelecek?
Türkiye’nin uzunca bir dönemdir ekonomik krizin içinde olduğu ve bölge ile arasını düzeltmek istemesinin altında yatan en büyük nedenlerden birinin “sıcak para”ya duyduğu ihtiyaç yorumlarını da değerlendiren Koru, “Türkiye’nin içine girdiği, ekonomik buhranın yakınlaşma girişimlerine hız verdiği görüşlerine katılıyorum. Bununla birlikte, ‘İlişkiler düzeliyor, bundan sonra Suudi Arabistan’dan sıcak para gelecektir’ ise fazlaca iyimser bir beklenti olabilir” dedi.
Kaşıkçı davasının Riyad’a iadesinin tam olarak neyin karşılığında devredildiğini bilemeyeceğimize vurgu yapan Özkan da ilişkileri normalleştirme arayışının sadece sıcak para ile bağlantılandırılamayacağı görüşünde:
“Meselenin sadece bununla açıklanamayacağını dışarıda sıkışan Ankara’nın kendisini kurtaracak ve Batılı ülkeler nezdinde daha kabul edilebilir bir noktaya gelmesini sağlayacak bir araçsallaştırma içinde olduğunun da söz konusu faktörlere dahil edilmesi görüşündeyim. Zira Suudi Arabistan bu normalleştirmeyle birlikte birdenbire para akıtacak ya da milyarlarca dolar hibede bulunacak değil. En fazla yapacağı şey, Türk mallarına uyguladığı ambargoyu ve Türkiye’ye gidecek turistler üzerindeki örtülü yasağı kaldırmak olacaktır ki bunun etkilerinin kısa vadede Türk ekonomisinin hızla krizden çıkmasını sağlamak için yeterli olduğunu düşünmüyorum.”
İdeoloji mi, oportünizm mi: Türk dış politikasındaki son hamleler ne anlatıyor?
Türkiye’nin mecburiyet hissiyle dış politikada pragmatik yönelime girdiğini belirten Koru, bu kararın doğru fakat irade gerektiren bir karar olduğunun altını çiziyor. Bir dönem Türk dış politikasını tanımlamak için “değerli yalnızlık” ifadesinin kullanıldığını hatırlatan Koru, “Bu kavram, Türkiye’nin bölgedeki yalnızlığının ‘geçerli nedenlerini’ açıklamaya yönelmiş, akılcı hale getirmeye çabalamış, ahlâki ilkelerle yüceltmeye çalışmıştır. Yaklaşımınız ilkeliyse ve ahlâki temele yaslanıyorsa, ani dönüşlerden etkilenmez. Etkileniyorsa, ilkeli olduğu tartışılır hale gelir. Resmî anlatının aksine, dış politikada yaşanan sorunların maliyetleri katlanılmaz ve ‘değerli yalnızlık’ anlayışı sürdürülemez hale geldi. Dış politikamızın mevcut ‘dönüşümü’ artık tercihten değil, kaçınılmaz bir mecburiyetten kaynaklanıyor. Şimdi ‘açılım’ olarak sunulan gelişmeler, gerçekte yeniden dengeleme çabasından ibarettir” dedi.
Özkan ise Erdoğan AKP’sinin dışarıda da içeride de ideolojiden uzak bir çizgi izlediğini ve ideoloji kılıfının oportunizmi örtmeye yarayan bir araçtan ibaret olduğunu düşünüyor:
“Ankara, İslamcıları da İslamcılığı da her zaman araçsallaştırdı. Bunun en önemli kanıtı, dış politikadaki büyük u dönüşleri ve manevralarıdır. Dış politikanın özellikle otoriter rejimlerde büyük bir meşruiyet aracı olduğunu unutmayalım. AKP Dış politikasında şu ana kadar kaç kez manevra yaptı sayısını da unuttuk biz. İdeolojik görünen unsurların arkasında büyük bir pragmatizm ve son derece realist/çıkarcı bir duruş olduğunu düşünüyorum.”
Ankara’nın dış politikadaki genel tutumunun “ulusal çıkarları” önceleyen değil; kendi dar hizipsel, partisel ve koltuğunun çıkarlarını önceleyen bir realizm olduğunu belirten Özkan, bu iki realizmin birbirine karıştırılmaması gerekliliğine de vurgu yaptı.
İlişkiler neden bozulmuştu?
Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki gerilim Arap Baharı döneminde başlamış fakat özellikle son beş senede yaşanan gelişmeler nedeniyle daha da kötüleşmişti.
İki ülke arasındaki gerginlik Temmuz 2013’te dönemin Mısır Genelkurmay Başkanı Abdülfettah es-Sisi’nin, dönemin Devlet Başkanı Muhammed Mursi’yi darbe ile devirmesi sonucu şiddetlendi. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan’ın Mısır’daki yeni askeri yönetime destek vermek amacıyla mali yardımda bulunmasını şiddetle kınadı ve Müslüman Kardeşler’e destek verdi. Suudi Arabistan, 2014 yılında Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olma girişimini engelleyince ilişkiler yeni bir darbe aldı.
Türkiye ile Suudi Arabistan Haziran 2017’de ise bir kez daha karşı karşıya geldi. 2014 yılında başlayan ve aynı yıl Kuveyt’in arabuluculuğu ile bir süreliğine çözülebilen Katar krizi, Ankara ile Riyad arasında yeni bir gerilim hattı daha oluşturdu. Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, “teröre destek verdiği ve bölgeyi istikrarsızlaştırmayı hedefleyen politikalar izlediği” gerekçesiyle Katar’a ambargo uygulamaya başlamıştı.
Doha yönetimi ise suçlamaları reddetmiş, dört ülke 13 maddeden oluşan taleplerinin reddedilmesi üzerine Katar’la diplomatik ilişkileri de kesmişti. Katar’ın reddettiği talepler arasında ülkedeki Türk askeri üssünün kapatılması, Müslüman Kardeşler üyelerinin ülkeden çıkarılması, medya kuruluşu Al Jazeera’nin yayınını durdurması, İran’la ilişkilerin zayıflatılması ve Yemen’deki isyancı Husiler’e desteğin sonlandırılması da bulunuyordu.
Türkiye ise Katar ile olan ilişkilerini genişletmiş ve sağladığı ekonomik yardım ile ambargonun ardından Katar’a destek veren ülkelerden birisi olmuştu.
Fakat bu ambargo da Ocak 2021’de kalktı. Riyad yönetimi Doha yönetimine üç buçuk yıldır uyguladığı ambargo ve ablukayı kaldırma kararı aldı.
Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki bir diğer kriz ise gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda öldürülmesiydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kaşıkçı’nın öldürülmesi talimatının “yüksek mevkilerden” verildiğini söylemiş fakat açıkça Veliaht Prens bin Selman’ı suçlamamıştı. Fakat Kaşıkçı cinayeti, Veliaht Prens bin Selman’ın da itibarına zarar vermiş ve kamuoyundan Suudi Arabistan’a yönelik tepkiler de artmıştı.
Kaşıkçı cinayetinin ardından Türkiye ile Suudi Arabistan arasında yaşanan gerginlik, iki ülkenin ticari ilişkilerine de yansımıştı. Bu süreçte Suudi Arabistan’da sosyal medyada örgütlenen ve sonrasında ivme kazanan Türk ürünlerini boykot etme çağrısı ve Suudi Arabistan’daki Türk okullarının kapatılması gibi girişimler ilişkilerin daha da gerilmesine neden olmuştu.