Bir seçim sürecinde olmaması gereken iki şeyden birisi popülizmdi ama malum sanki mutlaka yapılması gerekirmiş gibi eksiksiz yapılıyor. Çok muhtemeledir ki 14 Mayıs’a giderken uygulanan seçim ekonomisi ileriki yıllarda örnek olarak gösterilecektir. Bir daha tekrarlanmaması, asla düşünülmemesi ve uzak durulması gereken işlere bir örnek…
Olmaması gereken ikinci şey ise gerilimdir ama siyaseti neredeyse 20 yıldır pek iyi sonuçlar vermiş olan bu yöntemden vazgeçirmek mümkün değildir. Seçim ekonomisi olacak; yani kerim iktidar bol keseden verecek, sonra da o kitleleri bütün kötülüklerin sembolü olan rakip siyasete karşı bilendirecek. Seçim dediğiniz de üç aşağı beş yukarı bu eksende yürür, gider. 15 defa değilse bile en az 10 defa böyle gitmiştir.
Bir kez daha gitmemesi için, yani sonuç olmaması için ne sebep var?
Bu kez bir sebep var. En azından seçimin sonucunun merakla beklendiği bir ortam var. Yani sonuç baştan belli değildir. Böyle olduğu için de popülizm ve gerilim, ikisi birlikte işe yarar mı şüphelidir. Öncekiler gibi kazananın baştan belli olduğu, Erdoğan’ın balkon konuşmasını erkenden cebine koyduğu bir seçime gitmiyoruz. Dolayısıyla seçim ekonomisi de seçim gerginliği de Erdoğan’ın şiddetle istediği zaferi garanti etmiyor. “O zaman başka yöntemler denesin”, diye düşünenler olabilir. Bu da mümkün değil çünkü hem bilinen haliyle seçimler kazanan Erdoğan olup hem de bunun makul ve kurallı politikalarla yapabilmek mümkün olsaydı, zaten bugüne kadar yapardı. İkisi birden olmuyor… Ayrıca, seçim için son viraj geçildikten sonra vites değiştirmek işe yaramıyor.
Yine de deprem nedeniyle gösterişli ve gürültülü kampanyalardan kaçınıldığı gibi gergin siyaset dilinden de kaçınılsa çok işe yarardı ve hatta seçim sonrası için de hayırlı olurdu. “Gerilim tamamen bitsin, herkes nazik olsun” demek saflık sayılacağı için beklentiyi, “Bu kadarla kalsın, beteri olmasın” demekle sınırlı tutalım. Seçim ekonomisi de seçim gerilimi de şu haliyle kalsa, beterin beterinden iyidir. Mesela, Erdoğan’ın Akşener’e söyledikleri fazla ama aralarındaki polemik çay tavsiyesine demirlerse iyidir. Gayet tabii PKK misali, muhalefeti Cudi’ye, Gabar’a gömmek vizyonundan vazgeçilse de fena olmaz!
Medyada sıkça görüldüğü gibi bütün analizler hükümete daha az gerilim ve sertlik için ricacı olmaya çıkıyor. Bununla birlikte, dilek ve temennileri yadırgamayalım, acizlik olarak görmeyelim çünkü politik dildeki sertleşme bazen sınır tanımaz boyutlara ulaşıyor. Aslında sadece seçim yolunda değil hep böyle oluyor, siyaset yüksek tansiyondan kurtulamıyor. İktidar böyle yapmakla seçmen tabanını her zaman hazır ve odaklanmış tutabileceğine inanıyor. Hep işe yaradığını düşündüğü bu “müthiş strateji”yi bir kez daha kullanıyor. Sakin, makul, hukuk ve demokrasiye yakın, fikir özgürlüğüne tahammül ederek siyaset ve kampanya yapmayı denemediği için iktidar tek çıkış yolunun şimdi tutturduğu istikamet olduğunu düşünüyor. En uzun süreli sınanmış ve kendisine güven veren yöntemi budur. 14 Mayıs sandığında birçok şeyin yanında bu yöntem ve politikalar da oylanacaktır. Zaten, üslup, tansiyon ve politik dil, ekonomiden dış politikaya, eğitimden yargıya kadar bütün alanlardaki icraatın özetidir. Ne kadar başarılı icraat o kadar sakin üslup, ne kadar gergin üslup o kadar başarısız icraat… Eskiden “hizmet siyaseti” denilirdi, şimdi unutuldu. Unutulmasının birçok mahzurunun yanında iktidar için ürettiği problem, üslubun karneye dair ipucu vermesidir.
Nasıl ilk kez seçim garanti değilse, şimdiye kadar kazandıran üslup da ilk kez iktidarın handikapı oluyor. Bizatihi yarattığı politik ortam, Erdoğan’ın erkenden bir balkon konuşması karalamasına mani oluyor.