Esma Ardıç’ın Furkan Nesli Dergisi’nin 54. sayısında kaleme aldığı “Tevhid” başlıklı yazsının tamamı şu şekilde;
Sözlükte “Bir” anlamına gelen “Vâhid” kelimesinden türeyen Tevhid, “birlemek” manasına gelir. Şirkin zıddı olarak da kullanılan bu kelime, İslam dininin ana esası olan “Lâ ilahe illallah” kelimesi ile ifade olunmuştur. Yani Kelime-i Tevhid, Tevhidin kelimesi Lâ ilahe illallah’tır.
Büyük bir güce tapınma ve sığınma duygusu insanın fıtratında yer aldığından, insanoğlu yerlerin ve göklerin bir yaratanı olduğu konusunda pek azı müstesna ihtilaf etmemiştir. Asıl ihtilaf konusu; bu ilahın nasıl bir ilah olduğu ve kaç tane olduğu konusunda yaşanmıştır ki, bunda da pek azı müstesna doğruyu bulan olmamıştır. Tarih boyunca ortaya çıkmış inançlara baktığımızda, insanların bazısının Allah’ın varlığına inanmakla beraber güneşe, aya veya yıldızlara da bazı güçler isnad ederek taptığını yahut taştan topraktan yaptıkları putların içerisinde kutsal ruhların olduğuna inanarak bu putlara ibadet ettiklerini görürüz. Kimisi ise Yunan Mitolojisi’nde olduğu gibi tamamen uydurma bir din anlayışıyla yerde ve gökte bir kaç tane tanrı olduğunu iddia etmiş ve ona inanmıştır.
Buna bağlı olarak bir diğer sorun da şudur; insanları yönetim işi kime ait olacak? Kanunlar ve esaslar kimden alınacak? Kim doğru hayat tarzı konusunda insanlara yön verecek? Bu soruların cevabında da tarihte ve günümüzde insanların çoğu yanılmışlardır. Dün Firavun ve Nemrutlara yönetim hakkı vererek onlara kul, köle olmayı kabul edenler tarih sahnesinde yerlerini alırken, bugün de Allah’a yönetim hakkı tanımayan, dini devre dışı bırakan, insanların insanlara kanunlar koyduğu sistemlerle toplumlar ‘izmlerin’ kulu kölesi haline getirilmiştir.
İşte gelmiş geçmiş tüm Peygamberlerin ve Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in de uğrunda mücadele vererek çağırdığı dava olan Tevhid çağrısı, bir “birleme” çağrısıdır. Tevhid; yani Allah Azze ve Celle’ye şeksiz ve şüphesiz inanıp Rububiyet, Ulûhiyet ve Ubudiyeti Allah’a vererek her konuda O’nun dinine tâbi olmaktır. Müslüman “Lâ ilahe illallah”dediğinde sanki şöyle demiştir: Kendisine güvenilen ve sığınılan, sevilen ve tapılan, sahibimiz olan ve itaat edilen, yüceltilen ve bağlanılan sadece Allah’tır. Allah’tan başka büyük ve hâkim yoktur… İbadet ve kulluk ancak kendisi yapılır. Sadece O benim mâlikimdir. Emretme ve yasaklama yetkisi O’nundur. Bir şeyi helal kılma ve haram kılma yetkisi yine O’nundur. O’ndan başkası için kanun koyma yetkisi yoktur. O yüce ve her türlü eksikliklerden münezzehtir. Ondan başka ilah yoktur.”1 Yani yönetimde de ortağı olamaz. Yaratmada ortak tanıdı mı ki yönetimde ortak tanısın? Güç ve kudretini paylaşan var mı ki insanları idarede yardımcı olsun? Kimse O’nun gücüne kudretine ortak olamadığına göre yönetime de kimse karışamaz.
İnsanları yönetim için gereken güç, kudret, ilim, adalet gibi sıfatlar yalnızca O’nda vardır.
İşte Tevhidin özeti budur…
Günümüzde insanların bu inancın mensubu olarak ‘Müslüman’ adını aldığı halde, inancın manasını tam anlamadıklarını ve gereklerini yerine getirmediklerini görürüz. Öyle ki günde beş vakit ezanlarda Lâ ilahe illallah denilmesi ve her gün yüzlerce tesbih çekilmesi bile bu sözün manasının anlaşılması konusunda pek bir işe yaramamaktadır. Bugünün insanı Lâ ilahe illallah kelimesini “Allah vardır” gibi bir mana ile anlamaktadır ve Allah’ı hakkıyla birleyememektedir. Bu sebeple hayatta ve toplumda ikiliklere şahit oluruz. İnsan; Lâ ilahe illallah der ama insan mahsulü bir yönetim biçimini savunur; Lâ ilahe illallah der hatta bir takım ibadetleri de yerine getirir fakat düşünce yapısını, fikirlerini İslam’dan değil, başka izimlerden alır. Daha açığı Lâ ilahe illallah der, ama laik olur, Kemalist olur, Komünist olur, Faşist olur, demokratik olur, vs. Böyleleri yaratma hakkını Allah’a vermiş fakat yönetim hakkını vermemekle inançlarında ikilik meydana getirmişlerdir. Bugün yaşanan tüm kargaşa ve buhranların sebebi budur. İnançta hayatta ve yönetimde tek bir ilah olsaydı, herkes emir ve talimatları en çok hak sahibi olan Allah’tan alsaydı herkes yaratıcısına teslim olsaydı ülkemizde ve dünyada yaşanan olaylar yaşanmayacak ve dünya bir cehenneme dönmeyecekti. Hâlbuki “Bu dünya Allah’ındır ve O’nun dediği olmalıdır.”2
“Allah bir örnek verdi: kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan köle bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd Allah’ındır. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.”3
1. Seyyid Kutup Fizilal´il Kur`an cilt, 6
2. Alparslan Kuytul Hocaefendi
3. Zümer, 29