İslamcı Hamas örgütünün İsrail denetimindeki topraklara 7 Ekim 2023’te düzenlediği baskın, FKÖ’nün (Haziran 1964’te kurulan ve yaklaşık 16 farklı örgütü çatısı altında toplayan Filistin Kurtuluş Örgütü isimli direniş hareketi) 60 yıllık mücadelesindeki önemli köşe taşlarından biridir.
FKÖ, 31 Aralık 1964’te İsrail’e karşı ilk kurşunu atarak dünyaya adını duyurdu. Direniş tarihinin köşe taşları niteliğinde birçok eylem ve olaylara imza attı.
1968’de Ürdün’ün El Kerame köyüne tanklarla saldıran İsrail, FKÖ fedailerinin sert direnişiyle karşılaştı. Direniş, 1967’de İsrail karşısında bozguna uğrayan Arap ordularına yeniden moral verdi.
1970’lerin başında Filistin meselesinin tanıtımı uğruna birbiri peşi sıra sivil uçakları kaçıran Filistin fedaileri (başta Marksist militan Leyla Halid olmak üzere) seslerini kamuoyuna duyurmayı başardılar.
Eylül 1970’de 20-30 bin kadar Filistinlinin katledilmesiyle sonuçlanan Ürdün katliamı yaşandı. Tepki olarak Münih’teki olimpiyatlarda İsrailli sporcuları 4-5 Eylül 1972’de rehine alma eylemi sonucunda 11 İsrailli, 5 Kara Eylül militanı Filistinli ve 1 Alman polisi hayatını kaybetti.
1970’lerin ikinci yarısında planörle sınırı geçen Filistinli fedai İsrail yerleşim yerlerine yönelik saldırı eylemi başlattı.
1978’de Sahil Yolu katliamına, İsrail Al Leytani operasyonuyla misilleme yaparak karşılık verdi. 1982’de İsrail ordusu Beyrut’u kuşattı.
Filistinlilerin yaşadığı Beyrut’taki Sabra Mülteci Kampı, İsrail ve Falanjistler tarafından yerle bir edilmişti. .jpg Filistinlilerin yaşadığı Beyrut’taki Sabra Mülteci Kampı, İsrail ve Falanjistler tarafından yerle bir edilmişti
Uzun çatışmalar sonucu FKÖ yönetimi ve karargâhı Tunus’a taşınmak zorunda kaldı.
16 Eylül 1982’de İsrail destekli Lübnanlı faşist Falanjistler (El Ketaib) Beyrut’taki Sabra ve Şatilla mülteci kamplarındaki sivilleri katlettiler.
2000 Filistinli tanınmayacak biçimde vahşice öldürüldü.
Sabra ve Şatilla katliamında Filistinliler, yakınlarını teşhis etmeye çalışıyorlar.jpg Sabra ve Şatilla katliamında Filistinliler, yakınlarını teşhis etmeye çalışıyorlar
1987 yılı sivil ve silahlı İntifada’nın başlangıcı oldu. Direniş günümüze kadar sürdü.
Hamas’ın son baskın eylemi sadece Arap dünyası, Türkiye ve İsrail kamuoyunu değil, neredeyse dünya kamuoyunu da İsrail tarafını tutanlar ile Filistin halkının yanında yer alanlar olarak ikiye böldü.
İsrail’in psikolojik savaş çerçevesindeki düzmece video oyunlarına, yalanlarına ve yayınlarına gözü kapalı inananlar ile Filistin hareketlerinin çoğu gerçek olan açıklamalarına ikna olanlar karşıya karşıya geldi.
Irkçı İsrail yönetiminin Gazze’de başlattığı soykırım niteliğindeki imha ve sürgün operasyonunu destekleyen batılı ülkelerin resmi kurumları ile onlara karşı çıkan geniş halk yığınları arasında büyük bir uçurum oluştu.
Soykırıma göz yumanlara insanlık namına itiraz ederek ayağa kalkan kitleler sokaklara döküldü.
Chris Marsden imzasıyla 13 Kasım 2023 tarihinde World Socialist Web (WSWS.ORG) sitesinde yayımlanan makalenin girişi şöyleydi:
Dünya çapında yükselen muhalefet dalgasının bir parçası olarak milyonlarca kişi, İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırımını protesto etti. Bu küresel öfke, her bir ülkedeki işçileri soykırıma destek veren kendi egemenleriyle karşı karşıya getirdi.
Kasım-aralık ayları arasında İngiltere’de geçirdiğim 20 gün boyunca gözlemlerimi yazının akışı içinde paylaşacağım.
Batı Avrupa genelindeki Filistin konulu demokratik faaliyet, etkinlik, gösteri ve yürüyüşleri engellemek maksadıyla alınan yasaklama kararlarına aldırmayan milyonlarca insanın sokakta gerçekleştirmekte olduğu tepkilere yer vereceğim.
Gözlemim şudur:
Doktor-avukat-aydın gibi serbest meslek sahiplerinden basın mensuplarına, memurlara, belediye çalışanlarına, sağlık emekçileri ve işçilere, çevreci gençlerden iklim aktivistlerine ve en alttakiler diye tanımlanan geniş yoksullar tabakasına kadar uzanan muhalif kesim kendisini ezilen Filistin halkıyla özdeşleştiriyor.
Sınıfsal ve siyasal temelde iktidarlara, ezenlere, diktatörlere, savaş kışkırtıcıları ve vurgunculara karşı halklar öfkesini dile getiriyor. Sokaklara iniyor, zalimi ve zulmü protesto ediyor.
Almanya’da yaşayan iklim aktivisti Ganime Gülmez aktardı bana:
Almanya’da El Samidun (Direngenler) hareketinin tüm faaliyetleri yasaklandı ancak savaş karşıtı ve dayanışma eylemleri yaygınlaşarak devam etti.
“Çapulcu” ülkelerin yayınladıkları haberleri derlemiş çocuklar. Afrika ülkelerine dek protestoları aktarmış basın. İsrailli gençler-sanatçılar-aydınlar ayrı bir yayın faaliyeti başlatmışlar. Filistinlilerle dayanışma içerisindeler. Bunlar artık dünya tarihinde bazı değerlerin yaşatılabileceği son sahneler.
Filistinli ve İsrailli gençler ortak protesto gerçekleştirmişler salonda: “Çocukların, tanımadığımız çocukların öldürüldüğü bu saatlerde; bu koltuklarda oturuyoruz. Ve savaşın durdurulacağına dair tek kelime bile alamıyoruz. Bu mekân, yeryüzünü-iklimi-canlıları korumaya yönelik çözümlerin aranmadığı bir mekân. Bu platform, böyle bir arayışın olmadığını gösterdi bize. Silahların susmadığı bir dünyada iklim konferansı yapmanın bir hükmü yok. Durdurun bu savaşı. Yeter!!!” içerikli bir haykırış gerçekleştirip pankart açmışlar.
9 Aralık Cuma günü Almanya’da Filistin halkıyla dayanışma yürüyüşleri yapıldı. Hamburg’dan Berlin’e bu tarz eylemler sürüyor…
Die Rote Fahne (Kızıl Bayrak) gazetesi, 3 Aralık 2023 tarihli nüshasında Gazze’de çatışmaların başladığı anda adı saklı tutulan Omar lakaplı bir Filistinliyle yaptığı röportajı yayımladı:
…Hiçbir gerçek (Batı’daki) medyaya doğru dürüst yansımıyor. Filistinli bırakmamışlar neredeyse. ‘Göç etti’ denilenler bile şu son haftada soğukla-açlıkla-susuzlukla ölüme terk edilmiş…
Gazze’deki durumu yaşayan herkes, Alman medyasına yansıyan haberleri saçma buluyor. Gazze’deki saldırıların-bombardımanın ne olduğuna ve sonuçlarına ilişkin neredeyse hiçbir haber ya da konuyla ilgili gerçek haber yok.
Geçtiğimiz aydan bu yana değişen en önemli şey acının daha da dramatik bir şekilde artması oldu.Bölgede yaşayan nüfusun çoğu saldırılar sırasında ya öldü ya da yardıma yetişilemediği için enkaz altından kurtarılamadı.
Bu saldırıların ardından hayatta kalanların çoğu yaralarının tedavi edilemeyişi sebebiyle ya da su, ameliyat-bandaj malzemelerinin eksikliği nedeniyle enfeksiyon kaparak öldü-ölmekte. Ameliyat olanağı sağlansa bile, anestezi maddesi kalmadığı için ölümler gerçekleşmekte.
Ağırlıklı olarak çocuklar, hastalar ve yaşlılar açlıktan-susuzluktan hayatlarını kaybettiler-kaybetmekteler. Şu anda ortaya çıkan salgın hastalıklar ve bu hastalanmalar sırasında dahi temiz içme suyu bulunamayışı insan hayatına mal oluyor…
Şu anda yağışlar da çok arttı. Zaten insanların çoğu göç ederken yanına yağmurluk ya da kendilerini sıcak tutacak giyecek alamamıştı…
Almanya kamuoyunca bilinmeyen bazı şeyler var. Mesela, birçok aile, aynı anda bombalara maruz kalmamak için akrabalarını ve çocuklarını farklı yerlere gönderiyor. Buradaki medyadan bu birliktelik-korunma yöntemlerine ilişkin hiçbir şey duymuyorsunuz.
Evlerini koruyabilenler evsiz aileleri de yanına alıyor. Cebaliye Mülteci Kampı’nda yaşayan bir arkadaşımı, hâlâ mercimek stoku tükenmemiş olan ve başkalarıyla özveriyle paylaşan bir aile misafir olarak aldı.
Kuzey Gazze’de artık hiçbir şey işlemiyor ve hiçbir yardım gelmiyor. Örneğin: Nasır Tıp Merkezi doktorlarından olan Muhammed Abu Musa’nın evi, kendisi görevdeyken İsrail’in bombalaması sonucu tamamen yerle bir oldu. Dr. Abu Musa; kendi oğlunu teşhis etmek ve gömmek zorunda kaldı. Çok sayıda yaralıyla ilgilenerek işine geri döndü.
Filistinliler arasında süren tartışmaları ise şöyle özetleyebilirim:
İsrail Hükümeti, Filistinlileri Gazze’den sürmek istediği gerçeğini artık gizlemiyor. Bu konuda İstihbarat Bakanı Gila Gamliel gibi bazı İsrailli bakanlar bunu apaçık söylüyorlar. Ancak Filistinliler buna şiddetle karşı çıkıyorlar.
Mesela bir baba şunları söylüyor: ‘Ülkemizi asla terk etmeyeceğiz. Bizi yine bombalayabilirler. Ya burada yaşayarak kazanırız ya da ölürüz.’
‘Tüm sivil kayıplardan Hamas’ın sorumlu olduğu yönündeki’ karalama, Netanyahu’nun psikolojik savaş kapsamında oluşturduğu ekibin yalanıdır. Bu gerçek, herkesçe biliniyor. Filistinliler bu işgalci gücün kendilerini öldürdüğünü ve tüm acıların sebebi olduğunu iyi biliyor.
Özellikle her şeyini kaybetmiş, yakınlarını enkaz altında bulan halk, tüm varlıklarını-her şeylerini Filistin ve direniş için feda edeceklerini haykırıyor. Güney’e kaçanlar da dâhil hiç kimse Gazze’den ayrılmak istemiyor.
Bombardıman sonrası Han Yunus’ta çadırda kalan bir Gazzeli kadın. -R.jpg Bombardıman sonrası Han Yunus’ta çadırda kalan bir Gazzeli kadın / Fotoğraf: Reuters
Bir de Fransa’ya bakalım:
Bu ülkede kitlesel sokak gösterileri hala sürüyor.
Fransa İçişleri Bakanlığı, 7 Ekim’de Hamas tarafından İsrail’e düzenlenen saldırının ardından Filistinli aktivist-avukat Meryem Abu Dakka’nın ülkeden ayrılmasını istedi. Avrupa Birliği tarafından ‘terör örgütü’ olarak tanımlanan Marksist Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin üyesi olmakla suçlanan Dakka, kararın ardından cuma günü Mısır’a sınır dışı edildi.
Fransa’nın sınırdışı ettiği Filistinli aktivist ve sosyalist avukat Meryem Abu Dakka.jpg Fransa’nın sınırdışı ettiği Filistinli aktivist ve sosyalist avukat Meryem Abu Dakka
İsrail’in Gazze’de en fazla masum çocuk ve kadınların hedef olduğu saldırıları sürerken Fransız sosyal medyasında Filistinlileri, Müslümanları ve Arapları ötekileştirici, damgalayıcı, zaman zaman hakarete ve iftiralara varan içerikler paylaşılmaya devam ediyor.
TikTok sosyal medya platformunda İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında Filistinli çocukların ölmesini eğlence vesilesi yapan ses kayıtlarının da bulunduğu görüntüler de gündemde.
Söz konusu videoda bir sosyal medya kullanıcısının “Gazze’de okullarda artık neden çocuk yok biliyor musunuz?” sorusunu bir diğer kişi “Çünkü hepsini bombaladık. Enkaz altında kaldılar!” şeklinde yanıtlıyor.
Ayrımcılıkla mücadele konusunda uzman avukat Fabrice di Vizio, Anadolu Ajansı muhabirine verdiği demeçte, ırka dayalı ayrımcılık ve insanlık suçu içeren söz konusu video kayıtlarını alarak ilgili yargı makamlarına başvurup yayından kaldırılmasını istediğini belirtti.
Di Vizio, “İnsanları kasti ve sebepsizce kırmaya hakkımız yok! Gazze’de olup bitenler de savaş suçudur. Bunu yapanlara cezai yaptırım gerek!” diyor.
Aynı şekilde çok sayıda Fransız avukat, İsrail’in Gazze’de soykırım suçu işlediğine ilişkin Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) isimli yargı kuruluşuna 9 Kasım 2023’te ortak bir dilekçe verdi.
Şikâyet dilekçesinde imzası bulunan avukatlardan Ben Hassine, süreci şöyle değerlendiriyor:
Gazze’deki sivillere yönelik saldırıların gün yüzüne çıkarılmasında, olay tanıklarının çektiği görüntülerin önemine dikkat etmek gerekiyor. Filistinliler, kendilerine yönelik işlenen suçlara dair yeterince delil toplamalarına rağmen uygulanan abluka nedeniyle yaşadıklarını insan hakları savunucularına aktaramıyorlar. Sahadakiler videolar yayınlıyor. Gerçeği ve yaşananları, ancak bu insanlar aracılığıyla kavrıyoruz.
Fransa Liman-İş Sendikası, “Ölü Limanlar Platformu” ile birlikte Gazze ile dayanışma için grev çağrısı yaptı. Geçen ay 12 ayrı ülkede işçiler dayanışma grevleri gerçekleştirdiler.
Okuyabildiğim kadarıyla İsrail saldırılarına açıkça destek vermeyip kınayan iki ülkeden biri İspanya, diğeri Belçika hükümeti idi.
Her ikisi Avrupa Birliği teşkilatının İsrail’e arka çıkan açıklamalarını da eleştirdiler.
İngiltere’ye gelince, farklı kesimlerden konuştuğum insanların değerlendirmeleri şu yöndeydi:
Sırasıyla 150 bin, 500 bin ve 800 bin olarak sokağa çıkan göstericilerin çoğu Arap-İslam dünyasından kimselerdi. Ancak hatırlı sayıda İngiliz vatandaşı da vardı. İngiliz dayanışmacı ve protestocuların bir kesimi çocuklarıyla birlikte katılmışlardı yürüyüşe.
Onların taşıdıkları pankartlarda daha kararlı, anlamlı ve evrensel insani değerlere önem veren nitelikte yazılar vardı. Sloganları da evrensel ibarelerle doluydu. Kimileri de ezilen ve sömürülenlerin taleplerine ilişkindi.
Nedenini sordum, yanıtları birlikte okuyalım:
1979-1990 yılları arasında İngiltere’de başbakanlık makamına oturan Margaret Thatcher’ın (Demir Leydi) “kelle vergisi” türünden vahşi kapitalist uygulamalarından canı yanan yoksullar, evsizler, emekçiler, memurlar ile maden ocaklarında hakkı yenilen ve ücretleri düşürülen işçilerin ta o zamandan beri biriktirdiği öfke patlamasıdır bu gösteriler.
Sadece Thatcher değildi egemen sermayenin sömürücü temsilcisi; ondan sonra gelen bilumum Muhafazakâr Parti ile İşçi Partisi’nin sermayeyi koruyup kollayan ve dünyanın İsrail benzeri en saldırgan gericilerini destekleyen politikaları da milyonların sokağa dökülmesine vesile oldu.
Dolayısıyla tepki sadece Filistin ile dayanışma ve İsrail saldırganlığını protesto için değil; aynı zamanda ezilenlerin sermaye sınıfına karşı ayağa kalkmasının bir sonucuydu.
Bu noktada yukarıda da sözünü ettiğimiz Chris Marsden’in analizini ödünç almakta yarar var:
Bu gösterilerin en sıra dışı olanı Londra’da gerçekleşti. Yürüyüşe İngiltere’nin Müslüman nüfusunun büyük bir bölümü ve her etnik kökenden gençler katıldı.
İsrail’e verdiği kana susamış destekle ABD ve Almanya ile aynı safta yer alan emperyalist Britanya’nın başkentinde 750 binle 1 milyon arası insan sokaklara döküldü.
Bu da 56,5 milyon nüfuslu bir ülkede yaklaşık her 60 kişiden birinin ateşkes talep etmek ve soykırımı durdurmak için harekete geçtiği anlamına geliyor.
Egemen seçkinler ve partileri ile emekçi halk kitleleri arasındaki uçurumun en açık şekilde ifade edildiği ve bu nedenle her ülkede hızla olgunlaşan patlayıcı çatışmaların gideceği yolu gösteren yer Birleşik Krallık’tır.
Gazze sadece Muhafazakâr hükümete değil, İşçi Partisi de dâhil tüm egemen sınıfa ve partilerine duyulan nefretin odak noktası olan katalizör bir olaydır.
Sir Keir Starmer’ın İsrail’i desteklemesi, Tony Blair’in 2003 yılında yalanlar üzerine Britanya’yı Irak savaşına sokmasından bu yana onu en çok nefret edilen İşçi Partisi lideri haline getirdi. Bu durum kitlesel istifalara ve şehir merkezlerinde desteğin azalmasına yol açtı. Birçok gösterici Starmer’ı savaş suçlarının ortağı olarak hedef alan dövizler taşıdı.
Protesto, Muhafazakâr hükümet ve basın tarafından savaş karşıtı gösterileri terörizmin antisemitik destekçileri olarak karalamak için yürütülen çirkin kampanyaya karşı kitlesel bir meydan okuma eylemiydi.
Protestodan önceki hafta, aşırı sağcı ırkçı İçişleri Bakanı Suella Braverman bu ‘nefret yürüyüşü’nün Metropolitan Polisi tarafından yasaklanması gerektiğini savundu. Başbakan Rishi Sunak tarafından da desteklendi.
Metropolitan Polisi buna uymayı reddetti çünkü bunun hükümetin emirlerine ve İsrail’e verdiği desteğe karşı daha büyük bir direnişe yol açacağını biliyordu.
Hükümetler her yerde soykırıma karşı çıkmanın antisemitizm olduğu yalanını söylüyor. Gerçekte ise bu hareket, küresel bir anti-faşizm, anti-emperyalizm ve anti-kapitalizm patlamasının öncüsüdür.
Çok sayıda Yahudi’yi harekete geçiren protestolara yönelik antisemitizm suçlamaları, hükümetin, İşçi Partisi’nin ve medyanın kendi suçlarını meşrulaştırmak için ellerinden geleni ardına koymayacaklarını teyit etmiştir.
Türkiye kökenli iki gazetecinin gözlemleri ise farklı bir noktada yoğunlaşmıştı:
Arap-İslam ülkeleri çıkışlı Müslümanlar, Hamas’ı öven hiçbir pankart taşımadılar. Hemen bütün afiş, poster ve pankartlar Filistin ile dayanışma konulu ibareler taşıyordu.
Türkiye kökenli bazı sosyalist tanıdıkların anlatımı da önemliydi:
800 bin kişilik yürüyüş kortejinin belli bir kesiminde bulunan Araplar ile İslamcılar, ‘Kahrolsun Yahudiler’ sloganları atarken, gidip kendilerini uyardık: ‘Sizin sloganınız ırkçılık ve ayrımcılıktır. Anti-semitizm kabul edilemez!’ dedik. Bunun üzerine, slogan atanlar sustular ve Siyonizm’e karşı sloganlar atmaya başladılar.
Filistin davasına sahip çıkan İrlandalılar, AB ülkelerindeki dayanışmanın başını çektiler. Fotoğraf-AA.jpg Filistin davasına sahip çıkan İrlandalılar, AB ülkelerindeki dayanışmanın başını çektiler / Fotoğraf: AA
Sohbetimiz sırasında bağımsız Kuzey İrlanda Cumhuriyeti ile özerk İskoçya yönetiminin tutumu da anlatıldı:
İrlandalılar sadece İsrail’i kınayıp Filistin halkıyla dayanışma tutumuyla yetinmediler. Parlamentoya davet ettikleri bir Filistinlinin kürsüde konuşmasını da sağladılar. O günlerde neredeyse bütün İrlandalılar sokakları doldurmuştu.
Gelecekte yeni bir bağımsızlık referandumu yapmaya hazırlandığından İskoçya’daki halk ise Filistinlilerin kendi devletlerini kurmasından yana tutum alıp İsrail saldırganlığını protesto etmektedir.
Türkiye kökenli (Türk ve Kürt) olup İngiliz partilerinde siyaset yapanların “kraldan çok kralcı” tutumlarına yönelik bir eleştiriyi Londra’daki gazeteci dostum Faruk Eskioğlu benimle paylaştı.
Kendi köşesinde yazdığı makaleyi olduğu gibi aktarıyorum:
Gazze’deki soykırımda Londra’daki toplum üyesi politikacılar nerede?
Sahi hiç birinden ses seda yok!
Ülke çapında 100’den fazla belediye meclis üyesi, partilerinin Gazze’deki Siyonist soykırımını görmezden gelmelerini eleştirerek istifa etti. Ben de olsam öyle yapardım. Madem partim soykırıma ‘terörist avı’ diyor, topraklarını savunanlara ‘terörist’ yaftası yapıştırıyor, ‘Ben bu kana ortak olmam!’ der giderdim.
Londra’daki belediyelerin meclislerinde Türk ve Kürt 50’ye yakın siyasetçi var. Çoğu İşçi Partisi’nden olan bu arkadaşlar insanlık için turnusol kâğıdı sayılan Gazze’deki soykırım karşısında partilerinin İsrail yanlısı politikalarına boyun eğdiler. Onlara verdiğimiz oylarımızı da kirlettiler.
Haringey Belediye Başkanı Kıbrıs kökenli Peray Ahmet, belediyenin web sitesinde ‘İsrail ve Filistin’de gelişen olayları hepimiz giderek artan bir şok ve dehşetle izledik. Korku ve can kaybının haddi hesabı yok!’ diyerek bölgede yaşayan iki toplumdan üyelerine nasıl destek olunacağı konusunda çalışmalar yapıldığını belirtiyor.
Peray Ahmet nasıl bir açıklama bu? Gazze’deki soykırıma tabi tutulan 15 bine yakın çoğu çocuk siviller bu açıklamanızın neresinde? Siyonizm’in orantısız gücünü (Filistinlilerinkiyle) eşit göstermeniz doğru mu?
Ya Feryal Demirci Clark’a ne demeli? Demirci Clark 2019’da yine toplumun yoğun olduğu Kuzey Enfield’den milletvekili seçildiğinde hepimiz sevinmiştik. Kürt ve Alevi kökenli bir milletvekili olarak bizim de sesimiz ve vicdanımız olacağını düşünmüştük. Büyük hayal kırıklığı!
Bizimkisi, ilk iş olarak İşçi Partisi’nin lideri Jeremy Corbyn’in ‘Yahudi düşmanı’ yaftası ile altını oymaya çalışan ve onun koltuğuna oynayan Lisa Nandy’yi destekledi. Wikipedia’dan öğrendiğimce de (F. Demirci Clark) İşçi Partisi bünyesinde kurulmuş olan İsrail’in Dostları Grubu’nun da üyesi olmuş.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu Demirci Clark? Siyonist devlete dost olmak size mi kaldı? 15 Kasım’da İngiltere Parlamentosu Gazze’de acil ateşkes çağrısı yapan tasarıyı reddetti. İşçi Partisi’nden 56 milletvekili tasarı lehine oy verdi. Oylama sonrasında Sir Keir Starmer, 8 milletvekilini isyana katıldığı gerekçesiyle ya görevinden aldı ya da istifa etmek zorunda bıraktı.
Gönül isterdi ki Demirci Clark da bu 56 onurlu milletvekili arasında olsun.
Neyse dostlar, geçen Eylül’de partinin Gölge Sağlık Bakanlığı’na getirilen Demirci Clark’ın bana gönderdiği ‘Faruk abi’ diye başlayan yanıtın ilk kısmını sizinle paylaşayım:
‘Ne yazık ki geçen hafta Çarşamba günü yapılan oylama için Parlamento’da değildim. Çünkü doğum iznimin ardından aşamalı olarak işe dönüş yapıyorum. Covid’e yakalandığım için parlamentoya dönsem bile oylamaya katılamayacaktım. Ama ne yazık ki ateşkesi istemek ile bunu güvence altına almak farklı şeyler. Geçen Çarşamba günü yapılan oylama hiçbir zaman ateşkes sağlamayacaktı. Eğer öyle olacağını düşünseydim hiç tereddüt etmeden oy verirdim…’
Enfield’de İşçi Partisi eski milletvekili Joan Ryan’ı da unutmamak gerekir. Bir zamanlar eski başbakanlardan Gordon Brown’un Kıbrıs özel temsilcisi ve Britanya Alevi Federasyonu’nun öncülüğünde 2015’te kurulan Britanya Parlamentosu Alevi Sekreteryası’nın (APPG For Alevis) başkanlığını yapmıştı.
Jeremy Corbyn’e karşı bayrak açan bu hanımefendi İşçi Partisi’nde Friends of Israil (İsrail Dostları) grubunun başkanıydı!
Filistin halkının haklı mücadelesine meydanlarda yürümekten başka da sahip çıkabiliriz. Nasıl mı? Yorum sizin dostlar…
Yazımı bitirirken vurgulayacağım birkaç husus daha var:
Dayanışma gösterileri ile İklim Değişikliği kapsamındaki protesto hareketlerini tek boyutlu olarak ele almamak lazım. Gösteri ve protestolar sadece sonuçtur. Olayın tekeller-firmalar, güvenlik-askeriye/militarizm, eğitim-sağlık dışında çok daha dehşet verici boyutları var. Mesela 198 ülkenin katılacağı Dubai’deki COP 28 başlıklı İklim Konferansı esasında küresel tekellerin “paylaşım savaşı” niteliğindedir.
46 milyon uzman sağlıkçı paylaşım savaşından uzak durulması ve karşı çıkılması konusunda uyarıda bulunmuş. İşe yaramayacaktır belki ama sadece hakikati haykırıp tarihe not düşmek bile önemli ve yaşamsal. Bu hususta İklim Hareketleri paylaşım ağına da sayısız yazı aktı. Meraklısı, şu linke bakabilir.
En azından alternatif bir çığlık yükseltmek üzere: Sınır Tanımayan Gazeteciler ve 16 kuruluş; yapay zekâ ve gazetecilik için ve İnsan Hakları çekirdeğinin tarihe karışmaması amacıyla bir tüzük yayınladı.
Sokağa dökülen insanlarla, özellikle gençlerle baş edemeyen egemenler, bu kez de Müslüman veya Hıristiyan din adamlarını devreye sokup ortalığa salmaktalar. Bu din adamları “Sokakta protesto yapacağınıza ibadethanelere gelin, dini öğrenip dua edin!” türünden telkinlerle akıl çelme gayretindeler. Kısacası insanlık, eşitlik ve özgürlük adına insanlar susmuyorlar.