Furkan Nesli Olmak

Eklenme Tarihi: 18 May 2016
7 dk okuma süresi

Furkan Nesli Dergisi olarak 5. yılımızı tamamlamayı bizlere nasip eden Allah’a hamd, mücadelesiyle bizlere usve-i hasene olan Rasulüne salât ve selam, O’nun tertemiz ailesine ve yıldızlar mesabesinde olan ashabına selam olsun. Her şeyden önce Furkan Nesli Dergisi, Furkan Hareketi’nin bir parçasıdır. Dolayısıyla her Furkan mensubu gibi dergimizin de en bariz vasfı hak ile bâtılı birbirinden ayıran “Furkan” olmasıdır. Gerçeklerin ketmedildiği, hakların gaspedildiği, zalimlerin cirit attığı ancak yapılan zulümlere sessiz kalındığı bir dönemde, hakkın gür sesi olmak ve delilleriyle hakkı göstermek, aynı zamanda bâtılın da bâtıl olduğunu ortaya koymak, gözler önüne sermek, bu konuda her türlü engellemelere aldırmamak, “Furkan” olmanın gereğidir. Kur’an-ı Kerim’in de, “el-Furkan” olması hasebiyle her meselede hakkı ortaya koyduğu gibi, bâtılı ve mensuplarını da deşifre etmiş, gözler önüne sermiştir. “Era eyte” (gördün mü?) gibi soru kalıplarının Kur’an’da birçok yerde tekrarlanması, küfrün ve zulmün temsilcilerinin isimleriyle değil de fiilleriyle gözler önüne serilmesi, bu vasıfların sahiplerinin kıyamete dek gelecek olmasındandır. Herkes kendi dönemindeki Firavunları ve Nemrutları tanısın diye onları belli bir döneme hasretmemiş, yer, zaman ve kişi adı vermemekle her dönemde böylesi zihniyetlerin türeyebileceğini bize bildirmiştir.

Kur’an ve Sünnet penceresinden meselelere bakmak, hakikatlerin bâtılla karışıp bulanıklaştığı ahir zamanda hakkı netleştirmek, olayları Kur’an ve Sünnet süzgecinden geçirerek, özelde hareketin mensuplarına genelde tüm Müslümanlara sunmak görevimizin bir parçasıdır. Dergimiz; hakkı ortaya koyup, her hak sahibinin hakkını savunmayı amaçlarken işe evvela Allah Azze ve Celle’nin hakkıyla başlanması gerektiğini savunmuştur. Her dönemin cahiliyesinde mevcut olan hastalık günümüzde de devam etmekte olup, Allah’a ait olan Rububiyyet ve Uluhiyyet hakkı gasp edilmiş, insanlar kendi yollarını nefislerinin ve arzularının kontrolündeki yetersiz akıllarıyla çizmeye çalışmışlardır. Kul olduklarını unutup sınırsız özgür olmaya çalışmış, bunu yaparken de mülkün sahibini dikkate almadan sadece kendi haklarını, ırklarının haklarını gündeme getirmişlerdir. Kadın hakları, işçi hakları, cinsel tercih hakları (eşcinsellik, LGBT gibi) hatta hayvan hakları hararetli bir şekilde savunulurken, Allah’ın hakkını hesaba bile katmamaları çok manidardır. Hâlbuki Peygamberler işe Allah Celle Celaluhu’nun hakkıyla yani tevhidle başlamışlar, O’nun hakkını kendisine teslim etmekle aslında tüm hak sahiplerinin hakkının da teminat altına alınacağını göstermişlerdir. Evet, Allah’ın hakkını savunmanın en etkili ve en kestirme yolu tüm Peygamberlerin yaptığı gibi işe tevhid ile başlamaktır. O yüzden dergimizin en belirgin vasfı; tevhid eksenli oluşu, bu metodun doğası gereği olarak da tavizsiz ve dik duruşudur. Unutulmuş olan tevhid davasını yeniden gündeme getirmek, toplumun anlayacağı şekilde onlara sunmak ve yerleşmesini sağlamak, dergimizin en önemli vasfıdır. Çünkü tevhid inançtır, inanç da (akide) işin temeli olup, ibadet, ahlak gibi diğer şeyler bunun üzerine bina edileceğinden temelin sağlam atılması gerekmektedir. Bir yönüyle de şunun için işe tevhidle başlanmaktadır: Tüm zamanlardaki cahili toplumların en belirgin hastalığı şirktir. Şirkin tedavisi de tevhid olduğundan evvela işe bünyedeki hastalığı temizlemekle başlamak, vücudun sıhhati ve gelişmesi için elzemdir. Bu nedenle tevhid üzerinde duruyor ve onun açılımı olan “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı” söylemiyle yola çıkıyoruz. Bu aklın da kabul edeceği bir gerçektir. Çünkü mülk O’nundur, her şeyi ilim ve hikmetle yaratan, Âlemlerin Rabbi olan O’dur. Kur’an hangi konuya önem veriyorsa ve üzerinde daha çok duruyorsa, bizim de yapmamız gereken o olmalıdır.

Yine, bu dinin bir davası olduğunu unutan, dini sadece bir takım ritüellerden ibaret gören bu Müslüman topluma, tekrardan dinin davasını sahih bir şekilde sunmak, bunu yaparken öncelikli meseleleri öne almak, sonraya bırakılacağı sonraya bırakmak şeklinde bir metodoloji izlemek derginin özellikleri arasındadır. Aynı zamanda Kur’an ve Sünnet’in en çok önem verdiğinden başlayarak meseleleri öncelemek, iman, ibadet, ahlak ve cihadı bir bütün içerisinde sunabilmek de derginin önemle üzerinde durduğu bir konudur. Müslümanları ilgilendiren meselelerde de durum aynıdır. Dünyada ve ülkemizde meydana gelen siyasi gelişmelere (gündelik politikaya ve partilerin kısır çekişmelerine girmeden) İslam perspektifinden bakmak, Batının ve bâtılın iç yüzünü ortaya koymak, İslam’ın bugünün insanına ve kıyamete kadar gelecek insanlara kurtuluş reçetesi olduğunu delilleriyle ortaya koymak bu derginin özelliklerindendir. İslam toplumuna yön vermeye çalışan, İslam’ın maslahatı ve davası umurlarında olmayan kişilere, köşe yazarlarına meydanı bırakmamak, bu konuda söz söyleme hakkının Müslümanların derdiyle dertlenen, bu davanın çilesini çeken kişilerde olduğunu topluma yerleştirmek de derginin görevlerindendir. Yaklaşık 12-13 asır dünyanın çeşitli bölgelerinde uygulama sahası bulmuş, toplumun yaralarına merhem olmuş bu mükemmel nizamın müntesiplerine (her ne kadar bugün eziklik hissetseler de) Batı karşısında dik durmayı öğretmek, dine sarıldığımızda yükseldiğimizi, yeniden topyekun sarılırsak tekrar yükselebileceğimiz inancını onlara aşılayabilmek de yine bu derginin amaçlarındandır. Yaklaşık 2-3 asırdır Batının teknolojik gelişmeleri karşısında komplekse kapılan ve geri kalmışlığımızın faturasını İslam’a çıkaran neslimizi, yeniden parlak günlerine özlem duyan, Batıyı reddeden ve İslam dinine mensup olmaktan utanç değil şeref duyan, savunmayı değil taarruzu düşünen neferlere dönüştürmeliyiz. Ancak bu şekilde hantallaşmış ve tembelleşmiş toplum silkelenip harekete geçebilir. Bu toplum yükselmenin yalnızca teknolojiyle, bilimle değil inançla ve inancın gereklerini yerine getirmekle olduğunu anlarsa, iman ve azim gibi iç dinamiklerini harekete geçirirse o zaman eski parlak günlerine Allah’ın izniyle kavuşabilir.

Derginin bir başka yönü, istikamet üzere belli bir çizgide ve belli prensipler çerçevesinde olmasıdır. Furkan Hareketi yaklaşık 30 yıldır Allah’ın izni ve yardımıyla nasıl tevhidi bir çizgide ilerliyorsa, söyleminde ve eyleminde bir tutarlılık gösteriyorsa aynı şekilde dergimizin de yayın hayatına başladığı günden bu yana çizgisini muhafaza ettiğini, suni gündemlerden ve engellemelerden etkilenmeden, hak bildiği yolda ilerlediğini söylemek mümkündür. Tabi ki istikamet üzere olmak Allah’ın yardımı olmaksızın mümkün değildir, ancak şu da iyi bilinmelidir ki istikamet Allah’ın dinine, Allah’ın ve Rasulü’nün gösterdiği şekilde yardım etmekle, tevhid davasının mücadelesini vermekle olmakta o zaman Allah’ın yardımı gelmektedir. “Eğer siz Allah’a (dinine, davasına) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınıza bu yolda sebat verir.”1 Aynı zamanda istikamet üzere olmak dengeli bir tavırla, ifrat ve tefritten uzak olmakla da alakalıdır. İstikametten uzaklaştırıcı (ılımlı veya aşırı) davranışlara ve mecralara girmeden, ana hedef olan İslam Medeniyeti’ni kurma yolunda emin ve kararlı adımlarla yürüyebilmek, Müslümanların ekseriyetinin demokrasi havariliğine soyundukları ve kim daha demokrat olacak diye yarıştıkları bir ortamda her türlü izm ile alakayı kesip sahih tevhidi çizgiyi muhafaza edebilmek, Rabbani metod neyi gerektiriyorsa onu ortaya koyabilmek elbette ki önemlidir.

Dergimizin üzerinde durduğu bir başka konu; Müslümanlara kardeş olduklarını hatırlatmak, onlara yeniden ümmet şuuru kazandırmaya çalışmaktır. Batının sanayi devriminin sonrasında ortaya çıkan ulus devletçilik akımları Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına kadar sürmüş, parçalanan ümmetin çeşitli coğrafyalarında bulunan Müslüman toplumları birbirinden izole (tecrit) edilmiş ve her bir toplum sadece kendisini düşünüp diğer Müslümanları düşünemez hale getirilmiştir. Hatta farklı coğrafyalardaki İslam toplumları arasına fitne tohumları ekilerek, ırklar ön plana çıkarılarak zaten zayıflamış olan evrensel İslam kardeşliği olgusu daha da zayıflatılmıştır. Bir vücudun azaları gibi olması gereken, bir yerde acı varsa bunu her tarafta hissetmesi gereken İslam alemi, her bir azası bağımsızcasına kendi kendine çalışan, birbirinden haberi olmayan, birbirinin acısını hissetmeyen ruhsuz bir cesede dönüşmüştür. “Dicle’de bir koyunu kurt kapsa Allah hesabını benden sorar” diyen Hz. Ömer Radıyallahu Anh’ın sorumluluk ve kardeşlik anlayışına bugün her zamankinden daha çok muhtacız. Her bölgedeki Müslüman, tüm dünya Müslümanlarının gelişmesinden ve gidişatından kendisini sorumlu hissetmeli ki gerçek kardeşlik ve ümmet anlayışı zuhur edebilsin. Bu amaçla da dergimiz ümmetin kanayan coğrafyalarını gündeme getirerek Müslümanların derdiyle hemhal olmayı, kardeşliğimizi hatırlamayı hedeflemekte, aynı zamanda bu duruma düşüşümüzün sebeplerini ve çözümlerini de masaya yatırarak bu durumdan kurtuluşumuzun reçetelerini de (Kur’an ve Sünnet’ten) sunmaktadır. Dergimiz konulara ilmi bir şekilde yaklaşmakla beraber, sırf ilmi olup sadece ilim adamlarının ve ilim talebelerinin faydalanacağı, toplumun diğer kesimlerinin faydalanamayacağı bir dergi değildir. Bu derginin hedef kitlesi; özelde tüm Müslümanlar genelde ise tüm insanlardır. Amacımız İslam davasına tüm Müslümanları dahil edip, bu işin çilesini beraberce yüklenmeye davet etmek olduğundan, derginin söyleminin her kesimin anlayacağı bir sadelikte olmasına dikkat ediyoruz. Bunu yaparken de gereksiz ilmi tartışmalara girmemeye, ayrıntılara değil de genel meselelere odaklanarak ana mesajın kaybolmamasına özen gösteriyoruz. Her neslin bir vazifesi olduğunun şuurunda olarak bugün görevimizin tıpkı sahabe nesli gibi dini anlamak, yaşamak ve yaymak olduğunun bilincinde hareket ediyoruz.

Sonuç olarak, yayın hayatına başladığı Mayıs 2011 yılından bugüne kadar söyleminde ve duruşunda hiçbir değişiklik yapmadan, her zaman İslam Davası’nın sözcüsü olan, hakkın yanında ve bâtılın karşısında duran dergimiz bundan sonra da yayın hayatına Allah’ın yardımı ve değerli okuyucularımızın da katkılarıyla devam edecektir. Bizler, sahih İslam inancının ve tevhid davasının her haneye ve her gönüle girmesi için azimle yolumuza devam ederken, Muhterem Hocamızın tabiriyle “Biz hep tevhid üzerinde duracağız” söylemini kendimize şiar ediniyoruz. Rabbim yâr ve yardımcımız olsun.

1) Muhammed, 7.