Eldeki tüm işaretler Gazze’nin elden gidebileceğini gösteriyor maalesef.
Zira Gazze’de başlayan sivil katliam 3 ayını doldurmak üzere ve dünya kamuoyu da yavaş yavaş katliamı kanıksamaya başladı.
Gazze katliamı artık herkesin ilk başlarda kahrolduğu ama sonradan kanıksadığı, gündelik yaşamın sıradan bir olayı haline geldi.
Ayrıca ortada İsrail’i durduracak hiçbir güç görünmüyor. İsrail de Gazze’yi topraklarına katmadan durmayacak gibi görünüyor.
Hatırlayın, ekim ayı başlarında Gazze’de katliam başlar başlamaz Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan gibi Müslüman devletler, “kara operasyonu kırmızı çizgimizdir” mealinde bir beyanda bulunmuşlar, pek çok sözde uzmanımız da İsrail’in kara operasyonuna cesaret edemeyeceği öngörüsünde bulunmuştu.
İsrail ise Batı’dan aldığı tam destekle dünya kamuoyuna aldırmadan kara operasyonu için hazırlıklara başlamış, sonra da Gazze’ye girmişti.
İslam dünyasının İsrail’e tepkisi her zamanki gibi iddialı sözlerle sınırlı kaldı ve eyleme dönüşmedi.
Körfez Arapları gibi kimi Müslüman ülkeler ise Netanyahu’nun tehdidinden sonra o sözlü tepkiyi de veremediler.
Acı olan şu ki, İsrail “vadedilmiş topraklar” projesini zamana yayarak adım adım uygulamaya geçiriyor ve buna İslam dünyasından eylem anlamında hiçbir tepki gelmiyor.
Hatırlayın, eski ABD Başkanı Trump döneminde İsrail’in başkentini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı İstanbul’da yapılan bir İslam Konferansı ile protesto edilmiş, ama bu, Yahudi devletini caydırmaya yetmemişti.
Ardından Trump yönetimi, 40 yılı aşkın bir zamandır işgal altında olan Golan Tepelerini İsrail’in toprağı olarak kabul etmişti.
Birleşmiş Milletler, İsrail ve Filistin’in sınırlarını belirleyen 1967 kararlarını hâlâ hayata geçirebilmiş değil.
İsrail ise BM’nin kararlarına uymak bir yana, dünyanın dört bir yanından topladığı Yahudi göçmenleri Filistin bölgelerine yerleştirerek topraklarını habire genişletiyor.
Adına yerleşimci denen bu işgalci göçmenler de Filistinlilerin evlerini, arazilerini ve diğer taşınmaz mülklerini zorla gasp ediyor, hem de tüm dünyanın gözleri önünde.
Dünya kamuoyu, İsrail’in haksız uygulamalarını başta kınasa, reddetse de zamanla alışıyor, kanıksıyor ve sonunda Yahudi devletinin zorbalığı, hayatın gerçekleri haline geliyor.
Bunu bilen İsrail de kurulduğu 1948’ten beri bildiğini okumaya devam ediyor.
Peki, İsrail bir süre sonra, diyelim ki 2024 ortalarında Gazze’yi topraklarına katarsa, dünyanın tepkisi ne olur?
Bu soruyu, iddialı ama boş demeçlerden oluşan kuru bir gürültüden başka hiçbir şey, diye yanıtlamak mümkün.
Sivil yetişkinleri geçtim, binlerce bebeğin öldürülmesine bile (eylem anlamında) ses çıkarmayan dünya, yerle bir olmuş bir toprak parçasının el değiştirmesine mi itiraz edecek?
Uzun zamandır Beyrut’ta yaşayan İngiliz gazeteci Robert Fisk’in anlattığı Ortadoğu’yla ilgili bir fıkra vardır:
Bir zamanlar bir Arap’ın horozu çalınmış, “Hırsızı bul” dese de oğlu pek ilgilenmemiş.
Bir süre sonra Arap’ın atı çalınmış, oğlu koşarak gelmiş, adam ise; “Horozu çalanı bul” demiş.
Oğlan, “Baba atımız çalındı, sen horozu çalanı bul diyorsun” diye çıkışmış.
Bir süre sonra Arap’ın devesi çalınmış, koşarak tatsız haberi veren oğluna adam yine, “Horozu çalanı bul” demiş.
Çok geçmeden Arap’ın kızını kaçırmışlar, oğlan yine babasına koşarak gelmiş. Adam yine aynı şeyi söylemiş.
Oğlan, “Baba kız kardeşimi kaçırdılar, namusumuzu kirlettiler, sen hala ‘Horozu çalanı bul’ diyorsun” diye kızmış.
Babası şöyle cevap vermiş:
Eğer en başta horozu çalan hırsızı bulup cezalandırsaydın, kimse atımızı, devemizi ve en sonunda kızımızı çalmaya cesaret edemezdi.
İslam dünyasının, özellikle de Arapların durumu buna benziyor.
Son 70 yılda İsrail’in küçükten başlayarak giderek büyüyen ve genişleyen toprak gasplarına ses çıkaramayan (ve onu durduramayan) İslam dünyası, şu anda daha büyük bir tehlikeyle karşı karşıya.
Batı’nın desteğiyle bir ejderhaya dönüşen İsrail, Filistin’i yuttuktan sonra gözünü Lübnan, Ürdün, Suriye, Irak ve en nihayetinde Türkiye’nin topraklarına dikecektir.
Zira, İsrail’in düşünü kurduğu “vadedilmiş topraklar” bu 5 ülkenin sınırları içerisinde yer alıyor.
O kadar da olmaz canım, demeyin. Zira, İsrail söz konusu olduğunda akan sular duruyor ve akıl almaz şeyler oluyor.
Diğer ülkeler hakkında sürekli raporlar yayımlayan, kınayan, eleştiren, yol gösteren, insan hakları şampiyonu Batı, Rusya’nın Ukrayna’da sivil yerleşim birimlerini bombalamasını “terör eylemi” olarak kınarken, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliama ise “kendini savunma hakkı” olarak arka çıkıyor, alkış tutuyor.
BM Genel Sekreteri’nden Hollywood starlarına, Müslüman asıllı Amerikalı senatörlerden dünyaca ünlü yazarlara, bilim insanlarına ve sanatçılara kadar İsrail’in eylemlerini eleştiren herkes sorguya çekiliyor, “tü kaka” ilan ediliyor, iş kontratları feshediliyor, konserleri, konferansları iptal ediliyor.
Adeta perde arkasında biri veya birileri, makamı, rütbesi ve konumu ne olursa olsun İsrail’i eleştirme cüretinde bulunan herkesi susturmak için elindeki medya, siyaset ve ekonomi gücünü harekete geçiriyor.
Bu da yıllardır seslendirilen, özellikle de İslam dünyasında büyük ilgi ve kabul gören bir kanıyı, dünyanın, daha doğrusu Batı dünyasının perde arkasındaki Yahudi Sermayesi tarafından yönetildiği görüşünü pekiştiriyor.
Horozu çalanla, atı, deveyi çalan, en sonunda da kızı kaçıran, aynı kişi.
70 yıl önce horozu çalarak işe başlayan hırsız bugün komşunun namusuna göz dikmiş durumda.
Hırsız bu kez de durdurulmazsa, namus tehlikede demektir.
Öyleyse, yapılması gereken, ne pahasına olursa olsun, hırsızı bu kez durdurmaktır.