Gazze ve Avrupa felsefesinin etik iflası

Prof. Hamid Dabashi’ye göre, Avrupalı düşünürlerin İsrail’in Gazze’deki zulmüne ideolojik destek sunması, felsefelerinin ‘öteki’nin çektiği acılara değer vermemesi, kabileci bir ahlaki ahlaksızlığı temsil ediyor. Bu tavır aslında öteden beri vardı ve hatta Batılı düşüncesinin özünü temsil ediyor. İtalyan filozof Giorgio Agamben, kendi internet sitesinde yayınladığı “Gazze’nin Sessizliği” yazısında, “Tel Aviv Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden bilim insanları, … Gazze ve Avrupa felsefesinin etik iflası Devamı »

Eklenme Tarihi: 18 Şub 2024
6 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 18 Şub 2024
Gazze ve Avrupa felsefesinin etik iflası

Prof. Hamid Dabashi’ye göre, Avrupalı düşünürlerin İsrail’in Gazze’deki zulmüne ideolojik destek sunması, felsefelerinin ‘öteki’nin çektiği acılara değer vermemesi, kabileci bir ahlaki ahlaksızlığı temsil ediyor. Bu tavır aslında öteden beri vardı ve hatta Batılı düşüncesinin özünü temsil ediyor.

İtalyan filozof Giorgio Agamben, kendi internet sitesinde yayınladığı “Gazze’nin Sessizliği” yazısında, “Tel Aviv Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden bilim insanları, geçtiğimiz günlerde, özel duyarlı ultrasonik mikrofonlarla bitkilerin kesildiklerinde ya da susuz kaldıklarında çıkardıkları acı çığlıklarını kaydettiklerini duyurdu. Gazze’de ise mikrofon yok!” ifadeleriyle dikkat çekmişti. Oysa İsrail’e mikrofon tutan düşünür sayısı hayli fazla.

Alman filozof Jürgen Habermas ve diğer üç akademisyenin Kasım ayında yayınladıkları açık mektupta, “İsrail ve Almanya’daki Yahudilerle dayanışmanın anlaşılması” gerektiği savunulmuş ve “Hamas’ın saldırısı, genel olarak Yahudi yaşamını ortadan kaldırma niyetinin açıklandığı bir katliamdır” denilmişti. New York’taki Columbia Üniversitesi’nden Hagop Kevorkian İran Çalışmaları ve Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü profesörlerinden, Batı’dan Sonra İslam’ın (2022) da aralarında bulunduğu çok sayıda kitabın yazarı Hamid Dabashi, Middle East Eye internet sitesi için kaleme aldığı makalede Batılı düşünürlerin genel olarak ‘kendileri dışındaki tavrının” ahlaki boyutunu kıyasıya eleştirdi. Yazıdan bölümler aktarıyoruz.

Ya Türkiye İsrail’i 3 ay bombalasaydı?

“Rusya ve Çin tarafından tamamen desteklenen, silahlandırılan ve diplomatik olarak korunan İran, Suriye, Lübnan ya da Türkiye’nin, Tel Aviv’i üç ay boyunca gece gündüz bombalayıp on binlerce İsrailliyi öldürdüğünü, bir o kadarını sakat bıraktığını, milyonlarcasını evsiz bıraktığını ve şehri bugün Gazze’de olduğu gibi yaşanmaz bir moloz yığınına çevirdiğini düşünün.

İran ve müttefiklerinin Tel Aviv’in kalabalık bölgelerini, hastaneleri, sinagogları, okulları, üniversiteleri, kütüphaneleri ya da herhangi bir kalabalık yeri azami sivil kayıpları sağlamak için kasıtlı olarak hedef aldığını sadece birkaç saniyeliğine hayal edin… Dünyaya, sadece İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve savaş kabinesinin peşinde olduklarını söyleyeceklerdir.

Özellikle ABD, İngiltere, AB, Kanada, Avustralya ve Almanya’nın bu kurgusal senaryonun saldırısından sonraki 24 saat içinde ne yapacağını kendinize sorun.

Şimdi gerçeğe dönün ve 7 Ekim’den bu yana (ve bu tarihten önceki on yıllar boyunca) Tel Aviv’in Batılı müttefiklerinin İsrail’in Filistin halkına yaptıklarına sadece tanık olmakla kalmayıp, aynı zamanda askerî teçhizat, bombalar, mühimmat ve diplomatik destek sağladıklarını ve Amerikan medya kuruluşlarının Filistinlilerin katledilmesi ve soykırıma uğramasına ideolojik gerekçeler sunduğunu düşünün.

Gazzeliler onların felsefi evreninde yok!

Yukarıda bahsi geçen kurgusal senaryo, mevcut dünya düzeni tarafından bir gün bile hoş görülmeyecektir. ABD, Avrupa, Avustralya ve Kanada’nın askerî eşkıyalığı İsrail’in tamamen arkasındayken, tıpkı Filistinliler gibi dünyanın biz çaresiz insanları da hiçe sayılıyoruz. Bu sadece siyasi bir gerçeklik değil; aynı zamanda kendisine “Batı” diyen şeyin ahlaki tasavvuru ve felsefi evreniyle de ilgili.

Avrupa’nın ahlaki tahayyül alanının dışında kalan bizler, onların felsefi evreninde var değiliz. Araplar, İranlılar ve Müslümanlar; ya da Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki insanlar – Avrupalı filozoflar için fethedilmesi ve susturulması gereken metafizik bir tehdit olmanın dışında herhangi bir ontolojik gerçekliğe sahip değiliz.

Immanuel Kant ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel ile başlayıp Emmanuel Levinas ve Slavoj Zizek ile devam eden süreçte bizler, Oryantalistlerin deşifre etmekle görevlendirildiği tuhaflıklar, şeyler, bilinebilir nesneleriz. Bu nedenle, on binlercemizin İsrail ya da ABD ve Avrupalı müttefikleri tarafından öldürülmesi, Avrupalı filozofların zihninde en ufak bir duraksamaya neden olmuyor.

Avrupa kabileciliği

Eğer bundan şüphe duyuyorsanız, Avrupa’nın önde gelen filozoflarından Jurgen Habermas ve birkaç meslektaşının İsrail’in Filistinlilere yönelik katliamını desteklediklerini hayret verici bir kabalıkla ortaya koymalarına bir göz atmanız yeterli.

Sorun, artık 94 yaşındaki Habermas hakkında bir insan olarak ne düşünebileceğimiz değildir. Asıl soru, onun hakkında bir sosyal bilimci, filozof ve eleştirel düşünür olarak ne düşünebileceğimizdir. Onun ne düşündüğü artık dünya için önemli mi, eğer önemliyse?

Dünya, Nazizm ile olan tehlikeli ilişkileri ışığında bir diğer önemli Alman filozof Martin Heidegger hakkında da benzer sorular sormaktadır. Kanımca, şimdi de Habermas’ın şiddetli Siyonizmi ve onun tüm felsefi projesinin önemli sonuçları hakkında ne düşünebileceğimize dair bu tür sorular sormalıyız.

Eğer Habermas’ın ahlaki imgeleminde Filistinliler gibi insanlar için zerre kadar yer yoksa, onun tüm felsefi projesinin Avrupalıların ötesinde insanlığın geri kalanıyla herhangi bir şekilde ilişkili olduğunu düşünmek için herhangi bir nedenimiz var mı?

İranlı seçkin sosyolog Asef Bayat, Habermas’a yazdığı açık mektupta, Gazze’deki durum söz konusu olduğunda Habermas’ın “kendi fikirleriyle çeliştiğini” söyledi. Saygı duymakla birlikte, aynı fikirde değilim. Habermas’ın Filistinlilerin hayatlarını hiçe saymasının siyonizmiyle tamamen tutarlı olduğuna inanıyorum. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın açıkça ilan ettiği gibi, Avrupalı olmayanların tamamen insan olmadığı ya da “insan hayvanlar” olduğu dünya görüşüyle tamamen tutarlıdır.

Filistinlilere yönelik bu mutlak saygısızlık, Alman ve Avrupa felsefi tahayyülünde derin köklere sahiptir. Genel kanı, Yahudi Soykırımı’nın yarattığı suçluluk duygusuyla Almanların İsrail’e sağlam bir bağlılık geliştirdiği yönündedir.

Ancak dünyanın geri kalanı için, Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’na sunduğu muhteşem belgenin de kanıtladığı üzere, Almanya’nın Nazi döneminde yaptıkları ile şimdi siyonist dönemde yaptıkları arasında mükemmel bir paralellik vardır.

Habermas’ın tutumunun, Filistinlilerin siyonistlerce katledilmesine ortak olan Alman devlet politikasıyla uyumlu olduğuna inanıyorum. Aynı zamanda, Araplara ve Müslümanlara karşı aynı derecede ırkçı, İslamofobik ve yabancı düşmanı nefretleri ve Filistin topraklarındaki işgalci İsrailli yerleşimcilerin soykırım eylemlerine verdikleri toptan destekle “Alman solu” olarak adlandırılan kesimle de uyumludur.

İsrail’in son yüzyılda (sadece son 100 günde değil) Filistinlileri katletmesine seyirci kalan Almanya’nın bugün yaşadığı şeyin Yahudi Soykırımı suçluluğu değil de soykırım nostaljisi olduğunu düşündüysek mazur görülmeliyiz.

Ahlaki ahlaksızlık

Avrupalı filozofların dünya anlayışına karşı sürekli olarak yöneltilen Avrupa-merkezcilik suçlaması, yalnızca düşüncelerindeki epistemik bir kusura dayanmamaktadır. Bu, ahlaki ahlaksızlığın tutarlı bir işaretidir. Geçmişte birçok kez, Avrupa felsefi düşüncesinin ve onun günümüzdeki en ünlü temsilcilerinin özündeki tedavi edilemez ırkçılığa dikkat çekmiştim.

Bu ahlaki ahlaksızlık sadece siyasi bir gaf ya da ideolojik bir kör nokta değildir. İflah olmaz bir şekilde kabileci olmaya devam eden felsefi tahayyüllerinin derinlerine yazılmıştır.

Burada, Martinik’li muhteşem şair Aime Cesaire’in meşhur sözünü tekrar hatırlatmak gerekir: “Evet, Hitler ve Hitlerizm tarafından atılan adımları klinik olarak ayrıntılı bir şekilde incelemek ve 20. yüzyılın çok seçkin, çok hümanist, çok Hıristiyan burjuvasına, farkında olmadan içinde bir Hitler olduğunu, Hitler’in onun içinde yaşadığını, Hitler’i şeytan olarak gördüğünü, ona karşı çıkarsa tutarsızlık yaptığını ortaya çıkarmak faydalı olacaktır. Onların Hitler’i affedemediği şey, suçun kendisi değil, insana karşı işlenen suç, insanın aşağılanması değil, beyaz adama karşı işlenen suç, beyaz adamın aşağılanması ve o zamana kadar sadece [Arap, Hint ve Afrika halklarına] mahsus olan sömürgeci usulleri Avrupa’ya uygulamış olmasıdır.”

Filistin bugün Cesaire’in bu pasajda bahsettiği sömürgeci vahşetin bir devamı niteliğindedir. Habermas, Filistinlilerin katledilmesini onaylamasının, atalarının Namibya’da Herero ve Namaqua soykırımı sırasında yaptıklarıyla tamamen tutarlı olduğundan habersiz görünmektedir. Deve kuşu misali, Alman filozoflar da kafalarını Avrupa hayallerinin içine sokmuşlar ve dünyanın kendilerini görmediğini sanıyorlar.

Gazze, Batı uygarlığının çıplak baldırını ortaya serdi

Sonuç olarak, benim görüşüme göre Habermas şaşırtıcı ya da çelişkili bir şey söylememiş ya da yapmamıştır; bunun tam tersi olmuştur. O, evrensel bir duruşu yalandan benimsemiş olan felsefi kökeninin iflah olmaz kabileciliğiyle tamamen tutarlı davranmıştır.

Dünya artık bu sahte evrensellik duygusundan kurtulmuştur. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki VY Mudimbe, Arjantin’deki Walter Mignolo veya Enrique Dussel ya da Japonya’daki Kojin Karatani gibi filozoflar, Habermas ve benzerlerinin sahip olduğundan çok daha meşru evrensellik iddialarına sahipler.

Bana göre Habermas’ın Filistin’le ilgili açıklamasının ahlaki iflası, Avrupa felsefesi ile dünyanın geri kalanı arasındaki sömürgeci ilişkide bir dönüm noktasına işaret ediyor. Dünya, Avrupa etno-felsefesinin sahte uykusundan uyandı. Bugün bu kurtuluşu, uzun süreli, tarihi kahramanlıkları ve fedakarlıklarıyla “Batı uygarlığının” temelindeki çıplak barbarlığı nihayet ortadan kaldıran Filistinliler gibi halkların küresel acılarına borçluyuz.”