23 yaşında bir hemşire ve sağlık görevlisi olan Muayed Alqirem, kendisinin ve ailesinin yedi ay boyunca Gazze’de hayatta kalmaya çalışırken yaşadığı dehşet verici deneyimi yazdı.
7 Ekim akşamı, annem, babam, kız kardeşim, onun kocası, iki çocuğu ve ben İsrail ordusundan Kuzey Gazze’de bulunan Al-Maqousi Kulelerindeki evimizi terk etmemiz için tahliye emri aldık. O gece etrafımıza bombalar yağarken komşularımızın çoğu kaçtı ama biz kalan birkaç aileden biriydik. Bombardıman pencerelerimizi havaya uçurduktan sonra ise ayrılmamız gerektiğini biliyorduk. Hayatta kalabilmek için tam bir kaosun içinde dört saat yürüyerek yaklaşık dört kilometre uzaklıktaki Gazze Şehri’ndeki Al-Şati Mülteci Kampına ulaştık. Uzun süre kalmayacağımızı düşünerek sadece temel ihtiyaçlarımızı aldık.
Al-Şati’de bir ailenin yanında kaldık ama orası da aynı derecede korkutucuydu, bu yüzden ekim sonunda tekrar taşındık, bu sefer Wadi Gaza rotası üzerinden güneydeki Han Yunus şehrine gittik, orada başka bir dairemiz vardı. Oradayken evimizin bombalandığına dair yürek parçalayıcı bir haber aldık. O daire bize 80 bin ABD dolarına mal olmuştu; henüz ödemesini bile bitirmemiştik.
Savaştan önceki hayatım bir peri masalı gibi görünüyor. 2021 yılında Al-Esraa Üniversitesinde hemşirelik diplomamı tamamladım ve Kuzey Gazze’deki Rantissi Çocuk Hastanesinde eğitim ve gönüllülük yapıyordum. Ayrıca ikinci evim gibi olan bir spor salonunda kişisel antrenör ve beslenme koçu olarak çalışıyordum. Annem beni mavi önlüğüm ve beyaz laboratuvar önlüğümle görmeyi çok severdi. Ben spor salonuna gitmeden önce her gün kahvaltıda yulaf ezmesi, yumurta ve meyve yerdik. Bugün konserve yiyeceklerle yaşıyoruz ve çok kilo verdim.
Han Yunus’taki hayat, sakin anların aniden şiddet olaylarıyla paramparça olduğu bir rollercoaster gibiydi. Neredeyse hiçbir şeyimiz kalmamıştı ve etrafımız bombalanmış binaların enkazıyla çevriliydi. Su bulmak sürekli bir mücadeleydi, bazen günlerce imkansızdı. İnanılmaz bir şekilde, tek bir bardağı 30 ABD dolarına kadar çıkabiliyordu. Yiyecek de bir o kadar kıttı ve yardım teslimatlarına güvenemiyorduk. Tepemizde sürekli vızıldayan savaş helikopterleri, sadece sığınacak güvenli bir yer bulmaya çalışan bizlerin arasına şarapnel parçaları saçan bombalar atıyordu.
HAN YUNUS’TA DEHŞET
Bu süre zarfında Filistin Kızılayı ile çalıştım ve kelimelerin tarif edemeyeceği şeyler gördüm. Kasım ayında bir cuma günü, Han Yunus’un Al-Amal bölgesindeki merkezimizin yakınındaki bir kavşakta on kişilik bir grubun bombalandığını hatırlıyorum. Saldırıdan birkaç dakika önce orada olduğum için olay yerine koştum. Gördüğüm şey tam bir dehşetti. Yardım edebildiğim herkese yardım ettim ama sonunda ceset parçalarını toplayıp gömmek zorunda kaldım.
Han Yunus’un kara işgali 18 Ocak civarında gerçekleştiğinde, Refah’taki bir International Medical Corps sahra hastanesinde vardiyam vardı. Sonuç olarak neredeyse bir ay boyunca ailemden ayrı kaldım ve bu hepimiz için cehennem gibiydi. Han Yunus’ta bombardıman aralıksız devam ediyordu ve özellikle doğu ve orta kesimleri vuruyordu. Ailem batı bölgesinde, Kızılay binasının hemen yanında sıkışıp kalmıştı. Sonra bir gün tüm bölgenin elektriği tamamen kesildi. Ordu insanları tahliye etmeleri için uyarmasına rağmen kimse güvenli bir şekilde ayrılamadı. Bazıları kurşunlardan ve bombalardan kaçarak arka sokaklardan kaçmaya çalıştı. Herkesin sağ çıkmayı başarması mucizeydi. Tüm bunların ortasında kuzenimi kaybettik ve birkaç gün sonra da diğer teyzemin oğlu çapraz ateşte vurularak öldürüldü. Cesetleri orada öylece yatıyordu çünkü kimse onlara ulaşıp düzgün bir cenaze töreni yapamıyordu.
Bombaların ve çapraz ateşin ölümcül tehlikesiyle karşı karşıya kalmanın yanı sıra, keskin nişancılar acımasızdı, herkesi ve her şeyi indiriyorlardı, komşumuzu kendi evinin içinde vurdukları zaman olduğu gibi.
Kuşatma altında geçen sekiz uzun günün ardından, İsrail ordusundan ‘güvenli bölgenin’ boşaltılması için bir emir daha geldi. Geriye sadece benim ailem ve bir kişi kalmıştı. Kalırlarsa başlarına gelebileceklerden korktukları için birkaç parça eşya alıp düşünebildikleri tek sığınağa, yaklaşık 300 metre ötedeki Filistin Kızılayı binasına koştular. Binaya kadar olan o kısa koşu tam bir kabustu. Sokakların her yerinde cesetler vardı ve kediler kalıntıları eşeliyordu.
KUŞATMA ALTINDA
Filistin Kızılay binasında mahsur kalan ailem ve diğer binlerce kişi İsrail tankları ve askerleri tarafından her yönden kuşatma altındaydı. Binanın sadece 2 bin kişiyi barındırması gerekiyordu, ancak hepsi de çaresiz koşullar altında sıkışmış yaklaşık 8 bin yerinden edilmiş kişiyle dolup taşıyordu. Yiyecek aramak için dışarı çıkmak ya da bir pencerenin yanında durmak bile keskin nişancılar tarafından vurulmanıza neden olabilirdi.
Elektrik kesintisinin ardından sekizinci günde su da kesilince işler daha da kötüye gitti. Bunun üzerine ordu hoparlörlerden, dışarıda kalmanın açlık ya da susuzluktan ölmek anlamına geldiği uyarısını yaptı. Bu herkesi, gidecek hiçbir yerleri olmamasına ve dışarıda neyle karşılaşacaklarını bilmemelerine rağmen, ayrılmak gibi zor bir karar almaya yetecek kadar korkuttu.
Binadan çıktıklarında her yerde askeri araçların ve askerlerin olduğunu gördüler. Beşerli gruplar halinde temkinli bir şekilde Al-Hallabat bölgesine doğru ilerlediler. Gergin bir geçiş oldu; rastgele tutuklamalar oldu ve bazı insanlar sorgulandı, soyunmaya zorlandı ve hatta gözaltına alındı. Üvey kardeşim Moataz alındı ama neyse ki kısa süre sonra serbest bırakıldı. Üç kuzenim o kadar şanslı değildi: İkisi bir ay sonra serbest bırakıldı, ancak üçüncüsü hâlâ kayıp ve nerede olduğunu ya da ona ne olduğunu bilmiyoruz.
Ailem daha sonra bana korku ve panik içinde enkaz halindeki Al-Hallabat bölgesine doğru ilerlediklerini söyledi. Sokaklar lağım sularıyla kaplıydı ve çürümüş cesetlerle doluydu. Ellerine ne geçerse taşımışlar, engebeli arazide ilerlemişler. O gün, sahil boyunca hiçbir hizmetin olmadığı acımasız bir çorak arazi olan Al-Mawasi’ye gittiler. Akşam karanlığında Han Yunus’taki evimizin de bir hava saldırısında yerle bir olduğunu öğrendiklerinde kalpleri daha da kırıldı.
REFAH’TA YENİDEN BİR ARAYA GELDİK
Nihayet şubat ortasında Refah’ta ailemle yeniden bir araya geldim. O zamandan beri buradayız, bir buçuk milyon yerinden edilmiş insanla birlikte bir krizin ortasında kalmışken, yeni bir kara saldırısına hazırlanıyoruz. Bozuk altyapı ve kirlilik hastalıkları her yere yaydı. Sağlıklı yiyecek bulabildiğiniz nadir durumlarda ise bu tamamen karşılanamaz durumda.