Zaman geçtikçe faktörlerin sayısı sabit kalsa da fonksiyonları, etkileri azalıyor. Gazze’de olduğu gibi siyasette ve savaşta güç faktörü bütün diğer unsurları geriletiyor. İsrail’in Gazze’ye karşı başlattığı hukuksuz, insafsız ve orantısız saldırının 75 gününde de tablo böyledir. Başlangıçta bir tarafta, İsrail ve İsrail’in öfkesine destek veren ülkeler, diğer tarafta da Gazze halkı ve Gazze halkıyla umutsuzca dayanışmaya çalışan ülkeler vardı. Bugün ise bir tarafta destekçi ülkeler biraz daha zayıflamış olsa da savaş gücü üstünlüğüne sahip İsrail, diğer tarafta ise İslam dünyasının umutsuz dayanışma seçeneği iflas etmiş durumda ama etkili bir unsur olarak Batı toplumlarının şiddetli protestoları var. Sahada değilse de siyasi sahada ve özellikle halkla ilişkiler planında savaş bu iki güç arasında geçiyor. İsrail ve Batı dünyası sokakları…
Çünkü Filistin’e en yakın olması gereken ülkelerin İsrail ve başta ABD olmak üzere İsrail müttefiklerine karşı caydırıcı bir gücü olmadığı anlaşıldı. Ne ekonomik ne siyasi ne de diplomatik ağırlıkları olduğu görüldü. O kadar çabuk pes ettiler ki artık göstermelik toplantılar bile yapılmaz oldu. Filistin’le dayanışan veya dayanışması umulan dünya böylelikle kısa sürede denklemden çıktı. Geriye artık saf hamasetten ve Batı sokaklarındaki tepkilere referans vermekten başka şey kalmadı.
75’inci günde kaba kuvvet, kuralsız saldırı ve öldürme içgüdüsü hâlâ ayakta ne yazık ki…
Haksız olmak, insanlık dışı savaşmak, çocukları, sivilleri öldürmek, hastaneleri mabetleri bombalamak, hatta öfkeye esir olup kendi rehinelerini vurmak İsrail’e büyük itibar kaybettiriyor ve savaşı kazandırmıyor ama kaybettirmiyor da. İlerlemesini durdurmuyor ve Gazze’nin boşalmasını engellemiyor. Başlangıçta da böyle olacağını, birkaç hükümet hariç dünyanın sempatisini kaybedeceklerini düşünmüş olmamaları mümkün değil. Bunu hesaba katarak şiddetin ve antipatik olmanın sınırlarını zorladılar. Kazanmayı umdukları şey için itibar kaybını umursamadılar. Umursasalar böyle saldırmazlardı, böyle saldırsalar da bir yerde dururlardı. Daha dün yeniden iki mülteci kampını vurdular ve en az 50 kişiyi öldürdüler.
Kuralsız savaşma gücü üstünlüğüne rağmen İsrail’in izlediği bu yolun sonunda daha güvenli bir ülke olamayacağı da sır değil. Savaş kabinesi bu ağır ölüm tablosu sayesinde hevesini almış olabilir ama ülkelerini 7 Ekim öncesinden daha güçlü ve güvenli kılmayı başaramayacak. Ne var ki yapmakta oldukları yıkıcı ve kıyıcı saldırının yanlarına kâr kalmayacağını da söyleyemiyoruz. ABD kendisi için Irak, Afganistan ve daha birçok yerde kullandığı bu imtiyazı İsrail’e de tanıyor ve sonuç alınsa da alınmasa da yaptıkları yanlarına kalıyor. Bu imtiyaz, insanlık için Gazze’deki ölümler kadar can yakıcı ve travmatik olacaktır. İsrail’in hayatına eskisi gibi devam etme ihtimali onur kırıcı ama en güçlü ihtimaldir. Savaş sonrasında bırakın Batı hükümetlerini, Körfez ülkeleri dahil İsrail’le yakınlaşması 7 Ekim’de sekteye uğrayan bütün ülkelerin bir şey olmamış gibi davranma ihtimalini dahi dışlayabilir miyiz?
Hiç mi bir şey değişmeyecek diye teselli arayanlar için; İsrail’i sakinleştirmek yerine kışkırtan veya öfkesine yatıştırma yolunu denemeyen ABD’nin savaş sonrası dünyadaki rolünün bir miktar zayıflayacağı söylenebilir. Ama bunun da Filistin’e faydası olmaz. Mesela, fırsattan istifade Çin’in alan kazanması ABD’ye ders olur olmasına ama bu da Filistin’e ve İslam dünyasına fayda sağlamaz. Orada halen İslam dünyasının -görmezden gelse de- bir başka problemi olan Uygur Türk/Müslümanları trajedisi devam ediyor, malum.
İsrail, Gazze’de ABD ve Avrupa’nın stratejik sermayesini cömertçe tüketiyor. Ne var ki İslam dünyası tükenen bu sermayenin bir kısmını bile portföyüne transfer edemeyeceğini savaştaki etkisiz rolüyle gösterdi.
Görünen o ki savaşı durduracak olan da ABD’nin sermaye kaybına tahammül bitişi olacaktır. Tahammülü ise, İsrail kadar ABD’ye de öfkeli olan dünya sokaklarının direnci ve pusuda bekleyen Çin hatta Rusya’nın küresel oyuna girmek için fırsat arayan bakışları bitirir. Bozarsa, oyunu zor bozar.