Geride kalanların kısık sesi: Biz artık yaşayan ölüleriz!

Kahramanmaraş ve Hatay’dan sonra Yusuf Ziya Cömert’le birlikte Adıyaman’dayız. Besni’den başladık. Yine aynı tablo… Binalar yıkılmış, yıkılmayanların da içine girilmesine izin verilmiyor. İki adam yolun kenarında öylece bekliyor. Sağ kurtuldukları ama artık bir daha sahip olamayacakları evlerine bakıyorlar. “Şükür canımız sağ ama…” diyor biri, “Bundan sonra yaşayan ölüleriz biz…” Ne söylenir bu çaresizliğe? Hayat boyu çalış, didin, çabala bir evin olsun. … Geride kalanların kısık sesi: Biz artık yaşayan ölüleriz! Devamı »

Eklenme Tarihi: 27 Şub 2023
4 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 27 Şub 2023
Geride kalanların kısık sesi: Biz artık yaşayan ölüleriz!

Kahramanmaraş ve Hatay’dan sonra Yusuf Ziya Cömert’le birlikte Adıyaman’dayız. Besni’den başladık. Yine aynı tablo… Binalar yıkılmış, yıkılmayanların da içine girilmesine izin verilmiyor. İki adam yolun kenarında öylece bekliyor. Sağ kurtuldukları ama artık bir daha sahip olamayacakları evlerine bakıyorlar. “Şükür canımız sağ ama…” diyor biri, “Bundan sonra yaşayan ölüleriz biz…” Ne söylenir bu çaresizliğe? Hayat boyu çalış, didin, çabala bir evin olsun. O evde kendini, aileni, çocuklarını yaşat ve sonra deprem saniyeler içinde bütün bir hayatı silsin. Ya ömrünün sonbaharında, ya da baharında.

Yusuf Ziya Cömert’le deprem bölgesini dolaştık. Enkazsız fotoğraf yok. Her yer enkaz herkes çaresiz.

Yeniden başlamak için güç ve umut lazım ama bir hayat kurmak o kadar zor ki. Şimdi, en büyük umut çadırdan kurtulup konteyner eve geçebilmek. “Yazıldık bekliyoruz” diyor birisi. “Bakalım.”

Teselli etmek zor. Evet iyi şeyler söylüyoruz ama herkesin bir kaybı var. Ya ailesini ya dostlarını ya evlerini.. Ya da hepsini birden kaybetmişler.

Besni de depremde yıkıldı ama Besnililer ayakta. Kahveci Sabri Aktaş dükkanını açmış. Bütün ilçe sokakta. Çünkü köylere, akrabaların yanına sığınmışlar. Hayat devam edecek etmesine ama o kadar çok cevapsız soru var ki. Bir de o geceden kalma korku.

Tekrar etmenin ne faydası var bilmiyorum ama Adıyaman’da, Hatay’da, Maraş’ta, Besni’de, Nurdağı’nda, İskenderun’da, Pazarcık’ta herkesin ortak cümlesi şu: “Üç gün kimse gelmedi kurtarmaya.” En erken iki gün, bazı yerlerde dört… Soğukta, karda, yağmurda, karanlıkta elleriyle aramışlar yakınlarını. Enkaz altında donarak ölenler olmuş. Sonra yardımlar gelmeye başlamış. En çok da gönüllülere minnet ve teşekkür var. Onlar olmasa daha zor olacaktı her şey. Tabii devletten de beklenti çok. 6 Şubat gecesinin travmasına, bundan sonra ne olacak sorusu karışmış. O sorunun cevabı devlette, hükümette… Çadır hala lazım. Konteyner daha çok lazım. O küçücük demir evler yüzbinlerce insanın belki de önümüzdeki üç-dört yılının kurtarıcısı. Kimin ne imkanı varsa, bundan sonra konteyner ev için kullansın…

Dinarsu, Merinos ve Sasa’nın sahibi Erdemoğlu Holding gibi mesela. Besnili bir ailenin çocuğu İbrahim Erdemoğlu. Sokaklarda, ilk günden beri herşeye koştuğu anlatılıyor. Gıda, barınma giyim ve nakdi yardım hepsini yapmış, yapıyor. Daha ilk gün 100 bin battaniye ve 100 bin halıyı AFAD’a göndermiş. Sadece Besni’ye değil her yere yetişmeye çalışmış. İbrahim Erdemoğlu’na herkes duacı. Bize de “helal olsun” demek düşüyor. Başka yerlerde de başka gönlü bol insanlar hemşehrilerinin yardımına koşmuş. Birçok yerde ise uzak diyarlardan, Bursa’dan, İzmir’den, Trabzon’dan, İstanbul’dan, Ankara’dan kalkıp gelmişler. En göz yaşartıcı destek onların, hiç şüphesiz.

Bir not… Hasar tespit çalışmaları yapılıyor ama biraz hızlı ve amatörce. Galiba bazıları yeniden yapılmak zorunda.

Adıyamanlılar hem mağdur hem de depremin en gariban insanları. Çadırkentler kuruluyor, bu iyi. Yemek, gıda, kıyafet düzene giriyor, bu da iyi. Ama en nihayet insanlar, bulabilirse çadırda yaşıyor. 15 kişi bir çadırda mesela. Kocaman dünyalar oraya ne kadar sığarsa. Tuvalet, banyo başta olmak üzere sorunlar büyük. Özellikle gençler çok kaygılı. Bu kaygıyla çadırdan çıkmayanlar var. “Geleceğimizi ne olacak. Üniversiteye nasıl gedeceğiz. Nasıl çalışacağız. Hocalarımız öldü…

Adıyamanlılar Urfa ve Diyarbakır’a müteşekkir. “Onlar ilk sabah koşup gelmese ne yapardık bilmiyoruz” diyorlar. “Devlet yokken onlar vardı.” Urfa da Diyarbakır da depreme yaşadı, buna rağmen komşu vilayetlere koşmuşlar. Başka bir yerde Mardin ve Şırnak yardıma gelmiş. Gözlerin yaşarmaması mümkün mü?

Peki geride kalanların haline dertlenmemek mümkün mü?

En büyük kaygı gelecek kaygısı. Babalar, özellikle onların çaresizliği keder verici. Çoğu işlerini kaybetmişler ve ailelerine karşı kendilerini işe yaramaz hissediyorlar. Çadırının dışında Mehmet adında biri oturuyordu. Lakabı Uzun, Uzun Mehmet. Ailesi kurtulmuş ama akrabalarını kaybetmiş. “Şimdi önce 85 yaşındaki anneme bir ev bulmam lazım. Çocuklarıma da. Sonra…” deyip ellerini gösteriyor.

Sonra çalışmaya başlayacağım. 6 nüfusa bakacağım.” Ev dediği konteyner, iş dediği yevmiyecilik. Anlatmaya devam ediyor: “İlk iki gün kimse yoktu. Hatta Türkiye’nin geri kalanı Adıyaman’da deprem olduğunu bile bilmiyordu. Bir enkaza daldım, kurtarırım diye adamın ayağını tuttum. Soğuktu, donmuştu… Hala enkaz altında ölülerimiz var.

Hatay’dan sonra en büyük yıkım Adıyaman’da ve görebildiğim kadarıyla en çaresiz yer de orası. Şehrin yarıdan fazlası ya yıkılmış ya da oturulamaz halde. Bazılarına göre yüzde 80’i böyle.

Her yerde acı ve yıkım ama hepsi bu kadar değil. Her yıkımın ardından dünyaları yerle bir olmuş yüzbinlerce insan. Daha doğrusu, milyonlarca… Türkiye’nin kalıcı bir deprem sorunu var; bu elde bir.

Ama şimdi artık bir de depremzede sorunu var. Sosyopolitik, psikolojik, ekonomik ve iyi yönetilmezse büyük yaralar açabilecek devasa bir sorun. Deprem bekleyen yerlere olduğu kadar, Maraş depreminde hayatları dağılan depremzedelere de çözüm üretmek zorundayız. Tam olarak “çözüm”, “geçiştirmek” değil.