Göçmenlerin Göçmenlere Irkçılığı: İçselleştirilmiş Irkçılık

Sömürgeciliğin etkileri sadece ülkelerin ekonomileri ve yönetimleri üzerinde değil, aynı zamanda, hatta daha uzun vadeli olarak kültürel ve toplumsal algılar üzerinde de etkili olmuştur. Uzun yıllar süren sömürgecilik uygulamaları sömürgeye maruz kalan ülke halklarının ahlaki ve toplumsal gelişmişlik açısından sömürgeci ülkelerin halklarından daha geri oldukları anlayışının her iki tarafta da kalıcı olarak yerleşmesine yol açmıştır. … Göçmenlerin Göçmenlere Irkçılığı: İçselleştirilmiş Irkçılık Devamı »

Eklenme Tarihi: 23 Ağu 2023
5 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 23 Ağu 2023
Göçmenlerin Göçmenlere Irkçılığı: İçselleştirilmiş Irkçılık

Sömürgeciliğin etkileri sadece ülkelerin ekonomileri ve yönetimleri üzerinde değil, aynı zamanda, hatta daha uzun vadeli olarak kültürel ve toplumsal algılar üzerinde de etkili olmuştur. Uzun yıllar süren sömürgecilik uygulamaları sömürgeye maruz kalan ülke halklarının ahlaki ve toplumsal gelişmişlik açısından sömürgeci ülkelerin halklarından daha geri oldukları anlayışının her iki tarafta da kalıcı olarak yerleşmesine yol açmıştır.

Sömürgeciliğin bir mirası olan “içselleştirilmiş ırkçılık”, egemen etnik gruba mensup bir kişinin, diğerlerinden daha üstün olduğuna inanmasından ziyade, marjinalleştirilmiş topluluklara mensup kişilerin, “beyaz insanlar”ın kendilerinden üstün olduğuna dair sahip oldukları bilinçaltına yerleşmiş düşünceler şeklinde kendini gösterir. İçselleştirilmiş ırkçılık beyaz egemen toplum tarafından sürdürülen ırkçı klişeleri, değer, imaj ve ideolojileri kişinin kendi etnik grubu için geçerli olan standartlar olarak benimsemesi sonucu ortaya çıkar.

Bu konuda Clark Doll Testi olarak bilinen deney oldukça dikkat çekicidir. Dr. Kenneth Clark ve Dr. Mamie Clark tarafından 1940’ta geliştirilen deneyler ırkçı ayrımcılığın siyahi çocuklar üzerindeki negatif psikolojik etkilerini belirlemeyi amaçlıyordu. Psikolog olan Clark çifti yaşları 3 ila 7 arasında değişen siyahi çocuklardan renkleri dışında her şeyi aynı olan biri siyah biri beyaz tenli oyuncak bebekler arasında çeşitli sorular eşliğinde tercihler yapmalarını istediğinde, siyahi çocuklar olumlu örneklerde beyaz tenli bebekleri, olumsuz örneklerde ise siyah tenli bebekleri işaret etti.

2005 yılında genç bir film yapımcısı olan Kiri Davis, ödüllü “a girl like me” isimli belgesel çalışmasında Clark Doll Testi’nin bir benzerini yaparak aradan geçen onlarca yıl sonra siyahi kız çocuklarının yüzde 64’ünün hâlâ beyaz tenli oyuncak bebekleri tercih ettiklerini ortaya koydu. Kızlar, düz saç ve açık ten rengi gibi beyaz tenli insanlarla ilişkilendirilen fiziksel özelliklerin siyahi insanlarla ilişkilendirilen özelliklerden daha çekici olduğunu düşünüyordu.

Bu nedenle içselleştirilmiş ırkçılıktan muzdarip kişiler kendilerini çoğunluk toplumundan farklı kılan ten rengi, saç dokusu veya göz şekli gibi fiziksel özelliklerden nefret edebilirler ve fiziksel görünümlerini Avrupa merkezli güzellik algısına uyacak şekilde değiştirme girişiminde bulunabilirler. Yine diğerleri, kendi etnik gruplarından insanları küçümseyerek onlarla ilişki kurmayı reddedebilir ve bazıları da kendilerini doğrudan “beyaz” olarak tanımlayabilir.

Yatay Irkçılık

İçselleştirilmiş ırkçılığın yanı sıra “yatay ırkçılık” (İng. “horizontal racism”) olarak tanımlanan ırkçılık türü ise herhangi bir azınlık grubuna mensup kişilerin başka bir azınlık grubuna karşı ırkçı tutumlar benimsemesi durumunda ortaya çıkar. Buna örnek olarak Avrupa’da yaşayan bir etnik azınlığın başka bir etnik azınlığa yönelik ırkçı ve ayrımcı tutum ve davranışları gösterilebilir.

Son zamanlarda göçmen karşıtı ırkçılık üzerine yapılan araştırmaların, “beyazlar” ve “ötekiler” arasındaki alışılmış dikotominin dışına çıkarak ten renginin ötesinde “kültürel ırkçılığa” odaklanmaya başladığı görülüyor. Sadece beyazlar ve ötekiler karşıtlığı, beyaz olmayan grubun tamamının homojen bir grup olduğu yanılgısına yol açsa da, yapılan araştırmalar ve günlük hayattaki deneyimler ırkçılığın görünüşte birbirine benzeyen topluluklar arasında da var olduğunu ortaya koyuyor.

Aynı şekilde Müslüman karşıtı ırkçılık çalışmalarının yanı sıra, Müslümanlar topluluklar arasında var olan farklı etnik köken ve ten renginden dolayı yaşanan ırksallaştırma gerçeğine de dikkat çekmek gerekiyor. Zira yatay ırkçılık, yaşadığı ülkede dinî bir azınlık teşkil eden gruplar arasında da farklı etnik kökenler nedeniyle yaşanabiliyor. Batı Avrupa’da ve Amerika’da yaşayan siyahi Müslümanların mensup oldukları dinî topluluklar içinde çoğu zaman ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kaldıklarına dair bilinenler bu gerçeğe işaret ediyor.

Müslüman Topluluklarda Siyahi Karşıtı Ayrımcılık

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 3 milyon civarında Müslüman yaşıyor ve bunun 3’te birini “African American” olarak adlandırılan siyahi Müslümanlar teşkil ediyor. Buna karşılık ülkedeki Müslüman kuruluşların yönetim kurullarına, mescit ve İslam merkezlerine bakıldığında bunların yüzde 93’ünün siyahi olmayan Müslümanlardan oluştuğu görülüyor. Camilerin çoğunda Arap ve Güney Asya kökenli imam ve hatiplerin görevlendirildiği, buna karşılık nadiren siyahi Müslüman alimler veya hatiplerin bu görevler için istihdam edildiği tespit ediliyor. Buna bağlı olarak göçmen kökenli Müslüman toplumun genel olarak siyahi Müslümanların kültür dünyasına ve sorunlarına karşı duyarsız kaldığı belirtiliyor. Dahası “beyaz” çoğunluk toplumu arasında yaygın olan siyahilere yönelik klişeler Müslümanlar arasında da yaygın: Siyahiler şiddet yanlısı, kriminal, uyuşturucu bağımlısı ve “gerçek” anlamda İslami bilgiden yoksun kişiler olarak algılanıyor.

Birleşik Krallık’ta da Müslümanlar arasında siyahi karşıtı ayrımcılıkla ilgili 2020’de yapılan bir çalışmaya katılan 100 siyahi Müslümanın yüzde 49’u cami ve benzeri dinî ortamlarda ayrımcılığa uğradığını belirtti. Black Muslim Forum tarafından yapılan araştırmada katılımcılar Müslüman toplum içinde ayrımcılık yaşadıkları yer olarak birçok kez bir camiyi zikretti. Camide karşılaşılan ayrımcılık vakalarıyla ilgili iki katılımcının verdiği şu örnekler oldukça dikkat çekici:

“Siyahi Müslümanlar camiye geldiğinde, eski neslin ırkçı hakaretler kullandığını duyuyorsunuz.”

“Siyahi bir imam namaz kıldırırken kayınpederim camide namaz kılmayı reddediyor. Bizden farklı bir mezhebe mensup olabilirler diye onların ‘gerçek Müslüman’ olmadıkları yorumunu yapıyor.”

Göçmenlerin Göçmenlere Irkçılığı

Yatay ırkçılığın bir başka tezahürünü de çeşitli göçmen kökenli grupların birbirlerine yönelik ırkçı ve ayrımcı tutumlarında görebilmek mümkün. Buna göre yatay ırkçılık bir ülkede azınlık durumundaki farklı etnik gruplar arasında görüldüğü gibi aynı etnik gruba dahil insanlar arasında da meydana gelebilir. Kendi etnik veya kültürel kökenine dair olumsuz klişelerin içselleştirildiğine, örneğin “siyahilerin suça eğilimi daha yüksektir” veya “göçmenlerin çoğu sosyal yardım ile geçinir” gibi klişelerin kabul edildiğine şahit olunur. Bazen de kendi mensubu olduğu grup ve ona ait kimlik göstergelerinden nefret etmekle sonuçlanan beyaz üstünlükçü bir zihniyet benimsenir.

Göçmenler veya aynı etnik kökenden azınlıklar arasında meydana gelebilen yatay ırkçılığa örnek olarak Avrupa ülkelerinden birinde yaşayan bir Asyalı’nın aynı ülkede yaşayan ve geleneksel kıyafetlerini giyen başka bir Asyalı’ya “Avrupalılar gibi giyin” demesi, Amerika’da yaşayan Latin uyruklu birinin başka bir Latin uyrukluya İspanyolca konuşmayı bırakmasını söylemesi veya göçmen kökenli çocukların çoğunlukta bulunduğu okulların sözde akademik başarısızlığı nedeniyle, göçmenlerin çocuklarını bu okullara göndermek istememesi gibi.

Araştırmalar ayrıca kültürel veya etnik kökenle birlikte beceri ve sosyoekonomik sınıf, yasal statü ve içinde bulunulan şartlar gibi çeşitli kimlik göstergelerinin kesişiminin birden çok anlam içeren göçmen hiyerarşilerinin oluşumunda önemli bir rol oynadığını ortaya koyuyor. Bu da aynı soy veya etnik kökenden olmanın her zaman bir ulusa dahil edilme anlamına gelmediğini gösteriyor.

Irkçı önyargıların siyasette, toplumda, kurumlarda ve popüler kültürde giderek arttığı ve görünürleştiği bir toplumda, “beyaz” olmayan insanların sürekli maruz kaldıkları ırkçı söylemden etkilenmemeleri oldukça zor. Zihinlerimize, kurumlarımıza ve topluluklarımıza kadar nüfuz etmiş olan içselleştirilmiş ırkçılık ise, “beyaz olmayan” topluluklar tarafından yapısal bir sorun olarak ele alınması ve tamamen sökülüp atılana kadar sistemli bir şekilde mücadele edilmesi gereken en büyük sorunlardan biri olarak karşımızda duruyor. Mücadeleye öncelikle “bize” ve “başkalarına” dair düşünce, kabul ve ezberlerimizi ve bunların arkasında yatan nedenleri sorgulayarak başlayabiliriz.

Kaynaklar

Meltem Kural

Kaynak: Perspektif