Sistem, sıkıştıkça kusacak! Deniz bitene, ihmaller olana, vefasızlıklar ve öfkeler patlayıp biraz kusana kadar, sır hepsinin sırrı oluyor Sırrı! Ama siz, biz öyle her şeyi bilmiyoruz. Siz, biz hepsini unutmakla malulüz. Yeni “dedikodu” patlayana kadar, hepsini hepsini. Gömülmek istenen hakikatin sayfaları zombiler gibi ortaya çıktıkça, anlama arzumuz ve ısrarımız, ezberlerden sıyrılma niyetimiz, değiştirme tutkumuz artsa keşke!
Belki siz aynı şekilde düşünmüyorsunuzdur ya da düşünmeyeceksiniz… Ama benim kanaatim hep şöyle: Bu “Ergenekon” vb. meseleleri; doğruları ve hakikati ayıramayacak kadar yayıp genişletip toptan inandırmak istediler (Fetö ve iktidar…) Sonra da bu kez “toptan” silerek her şeyin yalan olduğuna inandırmak istediler (iktidar ve…)
Adının Ergenekon vesaire olup olmaması, bir yığın şey uydurulup herkesin aynı torbaya ve cefa sürecine tıkılması bir yana… Şu iki sorunun cevabı net mi, değil mi?
1.Türkiye’de derin devlet faaliyetleri, bu çerçevede faili meçhuller, cinayetler, suikastlar, itibarsızlaştırmalar oldu mu olmadı mı? 2. Türkiye’de hiç askeri darbe olmadı mı? Askeri darbelerden daha fazla sayıda darbe planları, tasavvurları ve bazen bunların uzantısı olan müdahaleler, muhtıralar oldu mu olmadı mı?
İlk soru, Türkiye tarihini kapsıyor zaten… Ah ama ikinci de öyle, değil mi? AKP iktidarı dönemine de denk düşenler var. Daha öncesi, daha da yoğun olduğu dönemler de var.
AKP, iktidarının ilk yıllarında bu endişeyi yaşadı ve AB sürecine sarılışında bu tedirginliğin, hatta kimi istihbaratın da payı vardı. 27 Nisan Muhtırası bunun somut örneği, doğruların yanında uydurma senaryolarla da bezenen Balyoz vb. de gizli örnekleriydi. İktidarın korkusu hayalci değildi ve AB’ye sarılışı; orada özellikle Yeşiller’in, sosyalistlerin, komünistlerin, sosyal demokratların, AKP’nin iktidar olmaya çalıştığı Türkiye’nin tam üyelik güzergahı için “Evet” yazılı pankartlar kaldırmaları “antikor” üretiyordu. Yine de 2007 Muhtırası ve hemen sonrasına kadar o endişe bitmedi.
Sonrası, Yaşar Büyükanıt’ın ve bazı komutanların da slalom yaptığı ilginç bir süreç olmalı!
Fakat iktidar, ister planlı, ister topun gelişine vurarak şunu yaptı ve maçların hep kazananı oldu: O gün “Cemaatçi” denen ve sonra “Fetöcü” olan Emniyet ve yargı mensuplarıyla birlikte, “darbe ihtimali”ni, hakikat ile yalanı harmanlayıp gerçeklerin ortaya çıkamayacağı şekilde kurgulanmış hikayelerle sindirdi! Gerçekten derin devlet ve darbe tasavvurları, iktidar ile ortağı “Fetö”nün “herkesi yiyelim” iştahı karşısında muğlaklaştı zaten.
Sonra külahlar değişti, saflar değişti, “darbeciler” değişti, iktidar aynı ve yine kazançlı kaldı: Daha önce “darbeciler”i içeri atanlar bu kez “darbeci” oldu ve gerçekten de 2016’da o darbeye heveslendiler; iktidarın onlarla birlikte “darbeci” dedikleri ise, “yeni darbeciler”in ihtirasının kurbanı sıfatıyla masumiyetlerini kazandı.
Bu girizgahı şu yüzden de yazdım: Sistem, sıkıştıkça kusacak!
Susurluk’ta böyle oluyordu, Erbakan kendi siyasi hayatını dondurup AKP’ninkini açacak kararla, koalisyon ortağı Çiller’i korumak istedi. Devleti korumak istedi ama devlet onu indirdi!
“Ucu nereye kadar giderse gitsin” diyen Cumhurbaşkanı Demirel o ucun sadece (sevmediği) Çiller’e veya öyle mafyavari yapılanmalara, yasadışı devlet memuru faaliyetlerine değil; bizzat devlete ve TSK’ya gittiğini görünce durdu. Bir zamanlar “Kontrgerilla”yı resmen telaffuz eden ilk devlet adamı olan Ecevit, o gün sonra neden sustuysa, yine sustu.
“Devlette devamlılık” vardı ve devletin utancı hepsinin utancı, devletin kirli sırları hepsinin sırrı oluyordu. Sadece bir örnek: Mehmet Ağar mesela. 12 Eylül’de aktördü. 12 Eylül’e karşı seçim kazanan Özal dönemi aktörüydü. Sonra, ANAP’a karşı seçim kazanan DYP’de Çiller döneminin önemli aktörü oldu. Derken Çillerli Refahyolu bitiren 28 Şubat sürecinin aktörüydü. Sonra bir baktık, 28 Şubat’ta karşı çıktıklarının kurduğu AKP’nin de aktörü olmuş!
Bunları, o dönem ve son dönem, bu aktörlerin kimileriyle yakın olup bugün çatışan Sedat Peker de yakından biliyor… 25 yıl Özel Kuvvetler’de kim bilir nelere vakıf veya aktör olduktan sonra, Ergenekon’da içeri giren, çıkıp kaybolan, şimdi (bir askeri ekiple birlikte) Necip Hablemitoğlu suikastı sorumlusu ilan edilen (E) Albay Levent Göktaş da biliyor.
İkisi de biliyor çünkü ikisi birbirini de biliyor. Şimdi avukatının “sahte hesap” dediği bir Twitter hesabından “Hesap soracağım, video yayınlayacağım, uyumayın, tuğlayı çekeceğim” diye meydan okutulan, tehditleri saçılan ve sonra silinen (yalan ya da doğru… ama olaylar ve tanıklıklar doğru) Göktaş da… O meydan okumayı ve kendisine atılan taşı cevaplayıp “Yaşar Baba vasıtasıyla bana teklif ettiğin para ile ortadan adam kaldırma tekliflerine de geleceğim” diyen Peker de,
Ama siz, biz öyle her şeyi bilmiyoruz. Sabah işinize veya işsizliğinize gidiyorsunuz. Sabah çocuğunuza belki zevkle, belki acı ve yokluk içinde kahvaltı hazırlıyorsunuz. Bir okul yoluna bırakıyorsunuz; hakkaniyetli bir sistemde saygın bir yeri, işi, gücü olur, zincirleri kırar diye. Her şeyini bildiğiniz, sıkılıp üzülseniz bile umudunuzu yaşattığınız bir ülkede var olduğunuzdan emin biçimde dolaşıyorsunuz… Ama yıllardan yıllardan beri, birileri birilerinin “ölüm emri”ni veriyor bu ülkede. Deniz bitene, ihmaller olana, vefasızlıklar ve öfkeler patlayıp biraz kusana kadar, sır hepsinin sırrı oluyor Sırrı!
Fakat şu var: Siz, biz hepsini unutmakla malulüz. Yeni “dedikodu” patlayana kadar, hepsini hepsini.
Yoksa Sabahattin Ali’yi anarken, nasıl ve ne zaman öldürüldüğünü… Deniz Gezmişler asılırken halkın çoğunluğunun, onları asan asker ve sivilleri alkışladığını… Sizin orduya güveniniz tamken darbeler olduğunu, Erdal Erenlerin asıldığını, işçilerin, çalışanların haklarının gasp edildiğini… Güneydoğu’da onca gazetecinin öldürüldüğünü, onca insanın kaybedildiğini, 12-13 yaşında çocukların kuyulara atıldığını ve ailelerinin yıllarca bir kemiğini bulabilmek için çırpındığını… Maraş, Çorum, Sivas, Başbağlar’ı; Bingöl’deki 33 askeri, Suruç’u, Ankara Garı’nı, İstanbul ve Ankara’daki onca cinayet, bomba, suikastın arkasındakileri, istisnalarımız hariç, hiç unutmaz, kuşaktan kuşağa anlatırdık.
Gömülmek istenen hakikatin sayfaları zombiler gibi ortaya çıktıkça, anlama arzumuz ve ısrarımız, ezberlerden sıyrılma niyetimiz, değiştirme tutkumuz artsa keşke!