Fethullah Gülen'e en yakın isimler arasında bulunan, Gülen'in hayatını anlattığı "Hocaefendi / Küçük Dünyam" adlı kitabı kaleme alan ve Gülen grubunun kurumsal yüzü olarak bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın kurucuları arasında yer alan Latif Erdoğan'ın son iddiası "silahlanma talimatı" oldu. Erdoğan, Fethullah Gülen'in "elemanlarına silahlanma ve silah kullanma talimatı verdiğini" öne sürdü. MHP'li Meral Akşener'e ilişkin kaset iddasıyla büyük bir tartışma yaratan Erdoğan, Fethullah Gülen'in "silahlanma talimatı verdiğini" iddia etti. Erdoğan, "FETÖ lideri, bu talimatı bir iç savaş beklentisiyle vermiş görünüyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bütün teröristleri, kendi kazdıkları çukurlara gömmeye muktedirdir ve bunu da bilfiil göstermektedir," dedi. Latif Erdoğan'ın, Yeni Akit gazetesinde "Neden?" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle: Devlet, ontolojik bir fenomen olan adaletin ikame ve dağılımını temin eden meşru güç. Kendisi sosyolojik bir olgu olmasına rağmen, adaletle olan bu ayrılmaz bağı yönüyle sıra üstü bir öneme sahip. Liberallerin devleti küçültme eğilimleri, reel karşılığı olmayan ütopya. Güçlü devlet, millet huzurunun öncelikli garantilerinden birisi. Siyasete alan açmanın toplum adına bir faydaya, bir maslahata dönüşmesi de yine güçlü devletle mümkün. Gerisi, kaosa, anarşiye çağrı. Mutlak adalet, Cenab-ı Hakk'a ait bir icraat. Adalet-i mahza, mümkün; fakat uygulaması oldukça zor. Bireysel ilişkilerde, kesinlikle adalet-i mahza eksenli yaşamak gerek. Devletin, hukuki dayanağını böylesi bir adalete dayandırması elbette en ideal olanı. Ne ki, tarihi tecrübelerin ibresi, uygulamaların genelde adalet-i izafi şeklinde gerçekleştiğini gösteriyor. Reel ve ideal dengesinin arafında bir konumdan söz ediyoruz. İçinde bulunduğumuz ortamı ve yaşanılan olayları böylesi bir dengeye oturtmadıkça yapılan değerlendirmeler, yapılan analiz ve sentezler bir yanı sarkık olmaya mahkum. Keşke adalet bir bütün olarak icra edilebilse.. Haklı ile haksızların ayırımı ve haksızların göreceli durumuna göre cezalandırılmalarının da aynı orantıda yapılması keşke gerçekleştirilebilse.. Normal zamanlarda bile oldukça zor olan böylesi bir tefrik ve temyizi, olağan üstü bir hal olan savaş şartlarında gerçekleştirmek elbette daha zor, imkansızlık ölçüsünde zor. Kaderin, umumi bela ve musibetlerde, sadece zalimlerle sınırlı kalmayışına fetva vermesi, masumları da aynı akıbete sürükler durumda olması, bizler için önemli bir öğreti. Devletimiz, bütün terör örgütlerine karşı, bu örgütlerin sebebiyet verdikleri gerekçeler doğrultusunda tedbir almaya karar vermiş bulunuyor. Elinde silah bulunan, kişilik hak ve özgürlüklerini hiçe sayarak insanlara baskı uygulayan, masum insanların malına, canına, namusuna kast eden; bunları korumakla mükellef devlet birimleriyle çatışmaya giren; hatta hain ve kalleş pusularla askeri, polisi şehit eden teröristlerle devletimiz doğrudan savaşa girmiş bulunuyor. NATO ülkeleri de devletimizin bu kararını doğru buluyor, meşru bir hak olarak görüyor ve destekliyor. Milli irade de hiç firesiz devletinin yanında yer alıyor. Fakat gel gör ki, paralel yapı ve iş birlikçileri körleri, sağırları oynamayı yeğliyor, bu kadar açık bir hakkın uygulanmasına karşı çıkıyor hatta teröristlerden yana tavır belirliyor. Neden? Çünkü, olmaz, olamaz sandıkları bir bir oluyor. Amerika ve batılı müttefikleri, PKK'yı vurdurmaz dedikleri noktada devletimizin gösterdiği kararlılık ve iradeye Amerika ve batılı müttefikleri de uyum gösteriyor. DAEŞ ile birlikte bütün PKK mevzileri bombalanıyor; her iki terör örgütünün dış mevzilerine hiç beklemedikleri şiddet ve ölçekte zayiat verdiriliyor. Ülke içindeki inlerine de giriliyor, oralardaki mevzileri de çökertiliyor. Paralel yapı, aynı şiddette cezalandırmaların ayak seslerinin kendilerine de çok yakın olduğunu duyuyor, devlet sesinin ürpertici nefesini enselerinde hissediyor. Bunun için de can havliyle ve var güçleriyle kendilerini, koruma refleksinin insiyakına teslim etmiş bulunuyorlar. Denize düştüler, şimdi yılana sarılıyorlar.. Dokuz sene kadar önceydi. Cemaatin dikey yapılanmadaki hırsının sonucunu, akıllı sandığım cemaat üyesi bir muhatabıma ifade ederken dedim ki, bir gün bu devlet, bu cemaati terörist ilan eder, dış politikasındaki küçük bir değişimle Amerika'ya da bunu kabul ettirir. Muhatabımın, içinde bulundukları gücün rehavetiyle, sen nerede yaşıyorsun, dünyada mı, Merih'te mi, der gibi yüzüme alık alık baktığını hatırlıyorum.. Şimdi, dediğimin birinci şıkkı gerçekleşti; çok da uzun olmayacak bir sürede diğer kısmı da gerçekleşecek gibi. Zaten, FETÖ liderinden gelen son mesajlar, terör örgütü olmayı içselleştirme doğrultusunda cereyan ediyor. Bütün elemanlara silahlanma ve silah kullanmayı öğrenme talimatı verdi. Bir ay kadar önce verilen bu talimatla, HDP eş başkanı Selahaddin Demirtaş'ın kendi taraftarlarına yaptığı silahlanma çağrısı hem zaman hem de içerik bakımından ayniyet ölçüsünde bir benzerliğe sahip. Sanırım, her iki çağrıyı ve aralarındaki benzerliği devlet, günü geldiğinde hesabını sormak üzere bir kenara not etmiştir.. FETÖ lideri, bu talimatı bir iç savaş beklentisiyle vermiş görünüyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bütün teröristleri, kendi kazdıkları çukurlara gömmeye muktedirdir ve bunu da bilfiil göstermektedir. Yani, hainlerin beklentilerinin bu bağlamda da reel bir karşılığı yoktur ve inşallah ebediyen de olmayacaktır. Olacak tek şey, bütün terör örgütlerinin ve işbirlikçilerinin imhası ve yokluğa gömülmeleridir. Yakında göreceğiz...