Politik konular anlaması, anlatması ve anlaşılması zor bir içeriğe sahip. Kendimi politikanın kurtlarının içine atıyor gibi hissederek; dış politika, iç politika ve İslam dünyası olarak 3 başlıktaki politik öngörülerimi paylaşıyorum.
Dış Politika
Dünyada yeni bir düzen kuruluyor. Bu düzeni anlamak için Neoliberalizm, Transhümanizm, Posthümanizm ve Postyapısalcı düşünce üzerine okumalar yapmak gerekiyor. Değeri, ilkesi ve sabitesi olmayan, atomize olmuş bireyler ve toplumlar bir adım ötemizde. Uzak olmayan bir gelecekte bilgi, varlık ve ahlak adına kurulan her cümle belirsizlik kazanında kaybolacak.
Çin’in gelişi diye bir iddia hayal ürünü. Bugünkü Çin’in dünyaya sunduğu bir felsefesi, medeniyet projesi, insan modeli vs. yok. Çin gelmiyor. Neoliberalizm ve Siyonizm, Çin üzerinden yeni bir formatla geliyor. Çin merkezli küreselciler pandemi sürecini dünya liderliğini ele geçirmek için kullandı ve kısmen başarılı oldu.
Amerika küresel liderliğini uluslarötesi küreselcilere ve Çin merkezli küreselcilere bırakmak istemiyor. Ukrayna olaylarını bu amaç için kullandı ve başarısız oldu. Daha önce “stratejik müttefik” olduğu sayısız ülkeye yaptığı gibi Ukrayna’yı da sattı. Arap Baharı sürecinde İslam dünyasının büyük çoğunluğu nasıl NATO ekseninde hareket ettiyse, Ukrayna olaylarında da Batılı ülkelerin büyük çoğunluğu aynı eksende hareket etti. Kaybeden hem Müslümanlar hem de Batılılar oldu. Filler çatıştı çimler ezildi.
Rusya küresel denklemin önemli bir parçası olmaya devam edecek. Putin tarih kitaplarına geçecek bir politika izliyor. Arap Baharında, Kırım ve Ukrayna olaylarında ve Orta Asya’daki gerilimlerde Amerika öncülüğündeki tüm dünyaya rağmen hedeflerini gerçekleştiren bir strateji izledi ve büyük oranda başarılı oldu. Putin’in zekâsı, Batılı elitlerin kibri ile birleşince ortaya böyle bir sonuç çıktı.
Küresel oyun kurucuların önünde sayısız imkân ve seçenek ile bilgisiz ve bilinçsiz bir kitle var. Yeni oyunlar gelecektir. NATO, BM ve AB’nin adaletsiz uygulamalarının peşine takılan ülkeler ve bunlara karşı insan onurunu koruyacak tavır göstermeyen halklar, yaşanılan olumsuzlukların müsebbipleri olacak.
Tüm dünyada fakirlerin ve orta sınıfın aleyhine çok kötü ekonomik sıkıntılar olacak gibi görünüyor. Gıda kıtlığı, su kıtlığı, ilaç kıtlığı, bugün çoğu kişinin tahmin edemeyeceği şekilde kötüleşecek gibi görünüyor. Yeni bir p(l)andemi, oyun kurucuların arzu ettiği kararları ve uygulamaları almak için büyük bir fırsata dönüşebilir. Yeni bir p(l)andemi için gerekli hazırlıkların yapıldığını düşündüren birçok gelişme var. Yakın gelecekteki dijital kontrol uygulamaları, korku ütopyalarını aratmayacak. Artan güvenlik harcamaları sonucunda, askeri çatışmaların artması muhtemel görünüyor. Hepsine birden Allah korusun. Ama Allah’ın sınırlarını koruyamadığımız için Allah da bizi korumuyor sanki. Neyse büyük laf ettim. Tövbe…
İç Politika
Türkiye’de ilkeler ve değerler üzerinden siyaset yapmaya uygun bir perspektif ve cesaret halen yok. Toplumsal yapı, sivil toplum ve entelektüel hava da buna uygun değil. Her kesim, kendi politik hedeflerini merkeze alıyor. Diğerlerinin yaptığını ilkeler ve değerler üzerinden eleştiriyor. Ama kendi yaptığını koşullar ve konjonktür üzerinden analiz ederek açıklama getiriyor. Seçim koalisyonları bunun en bariz örneği. Tüm partiler mevcut siyasi koşullar gereği; dünya görüşü farklı olan, geçmişte ciddi gerilim yaşadığı partilerle ittifak yaptı. Ama partilerin büyük çoğunluğu diğer partileri ve diğer ittifakı ilkesizlikle ve farklı ithamlarla suçluyor. Konuşma ve anlaşma dili kaybolmuş durumda.
Kılıçdaroğlu’nun hükümete yakın STK’lara yönelik sert açıklamaları, bazı kurumlara yaptığı baskınlar ve keskin söylemleri muhaliflik ve iktidara yakınlık algısı nedeniyle yeterince anlaşılamıyor. Muhalifler saldırı, iktidar yanlıları savunma ve karşı saldırı psikolojisinde. Devletin içindeki etkin güçlerin bir kanadı ( devlet içindeki ana eğilimlerden biri) Ak Parti sonrasına hazırlık yapıyor ve bu hazırlığın içerisinde CHP ve Kılıçdaroğlu merkezi bir konumda olabilir. Başka ihtimaller de olabilir tabii. Kılıçdaroğlu’nun “NATO’yla var olmadık, NATO’suz da yok olmayız” diyen Bahçeli’ye, “NATO üslerinin kapatılması önerisini getirin, destek verelim” demesi bu etkin güçleri anlamak için ipucu olabilir. Devlet içindeki NATO karşıtı eğilimin Ak Parti’nin Batı’yla girdiği yakınlaşma çabalarını dengelemek için böyle bir adım atmış olabileceği de ihtimal dâhilindedir.
Ak Parti’ye destek veren bazı kanaat önderleri, yazar ve aydınların, parti politikalarına karşı duruşu ve partiyle kurdukları ilişki samimi değil. Önümüzdeki seçimlerde Ak Parti’nin seçimleri alamama ihtimali belirginleştiğinde; “ben zaten bunları söylemiştim, aslında ben bunu doğru bulmuyordum” tarzı açıklamaları yapabilecek epey bir “Resiçi” kesim var. Nimet zamanı destek veren bu kesimlerin külfet zamanı çıplak uyarıcı rolüne bürünmesi kimseyi kandırmamalı. Bu tipler son bir yıldır daha fazla görünmeye başladı.
Kendini solculuk, çağdaşlık ve sekülerlik ile tanımlayan kesimlerin önemli bir çoğunluğu, pozitivizmin ve materyalizmin esiri durumunda. Halka ve halkın değerlerine yönelik oryantalist ve elitist tavırları onyıllardır değişmedi. Değişmediği için muhalefette kalmaya devam ediyorlar.
AK Parti’nin son zamanlarda Batı dünyası ve Batı dünyasının etkisi altındaki Yakındoğu ülkeleriyle (Ortadoğu kavramı, sömürgeci kolonyalist Batının tanımlamasıdır ve kabul edilmemelidir) geliştirmeye çalıştığı ilişkilerin iki ana amacı var gibi görünüyor. Birincisi başını ekonominin çektiği iç krizleri dış ekonomik desteklerle rahatlatmak. İkincisi de Doğu bloğuyla girişilen ilişkileri dengelemek. Yaşananlar, küresel dengelerde Türkiye’yi etkileyen merkezkaç kuvvetin hala Batı bloğu olduğuna işaret ediyor. Buna karşın Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girişine halen yeşil ışık yakmaması ve Yunanistan’la yaşanan gerilim, NATO ilişkileri konusunda klasik NATO’cu reflekslerin birincil derecede önemsenmediğini gösteriyor.
Oy oranı düşük partilerin çoğunluğu mevcut durumu fırsata çevirmeye çalışıyor. Gerçek bir sistem eleştirisi ve çözüm önerisi neredeyse yok. Dava ve ideoloji sahibi partilerin büyük çoğunluğu, bağımsız ve ilkeli durmak yerine seçime odaklı ve konjonktürel tavır takınıyor. Bana göre yanlış tavır alıyorlar ve kısa vadeli hesaplar yapıyorlar. Dava partileri nitelikli insan potansiyelini, siyasetin kısırdöngüsüne kurban ediyor. Türkiye’nin seçimi kazanmaktan çok sistemi okuyacak ve sistem üzerinde iyileştirmeler-değişimler yapacak kadrolara ihtiyacı var.
Kürtlerin ve Alevilerin ara ara gündeme getirilmesi, bu kitlelerin fay hatlarını yarmayı amaçlıyor olabilir. Kürt ve Alevi oylarının bölünmesi üzerinden hesaplar yapılıyor. Kürtlere ve Alevilere yönelik açıklamaların bir kısmı da oy devşirmeye yönelik. Bu durum toplumsal tabakaları, oy deposu olarak algılayan politik algının çok da değişmediğini gösteriyor.
Suriyelilere yönelik sert açıklamalara dikkat etmek gerekiyor. MHP’nin Ak Parti ile İyi Parti’nin CHP ile kurduğu ittifaktan rahatsız olan Türk milliyetçilerine yeni bir alan açılmaya çalışılıyor gibi görünüyor. Bu alan daha keskin ve daha çatışmacı bir toplumsal dokuyu hedefliyor. Milliyetçilik üzerinden yapılan sert tartışmaların, çatışan milliyetçi-ırkçı görüşlerin keskinleşmesine ve artmasına neden olacağı gözden kaçırılmamalıdır. Yarın (Allah korusun) tetiklenebilecek bir çatışma atmosferinin yakıtı bu kesimler olabilir.
İslam Dünyası ve Dindarlar
İslam dünyasına liderlik yapabilecek bir kurum, bir ülke ve bir proje halen yok. İslam ülkeleri birlik olmayı değil lider olmayı istiyor. Bu da çatışmaya ve kardeşlik politikalarının zedelenmesine neden oluyor. Erbakan Hoca’nın İslam dünyası için öngördüğü AB benzeri bir oluşum en uygun çözüm gibi duruyor.
İslam dünyasında ve Türkiye’de İslami önderlerin, cemaatlerin ve anlayışların çoğu birbirini itham edici ve dışlayıcı çatışmacı bir dil kullanmaya devam ediyor. En ufak bir konu tarihsel referanslarla çatışmaya dönüşüyor. Sosyal medya aynı dine inananların birbirini müşrik, bidatçı, kafir, sapık, hain, şer ittifakı vs. ilan ettiği trajik örneklerle dolu.
Müslüman dünya; günümüzün meselelerine yönelik analitik, ilmi ve hikmetli çözümler üretmede oldukça zayıf. Kanaat önderleri ve Müslümanların büyük çoğunluğu tarihin taşralarında geziniyor. Herhangi bir konuyu tartışırken kendinizi bir anda; Hz. Ali’ye ihanet edenler ile Hz. Ayşe’ye küfredenler ikileminin tam ortasında bulmama ihtimaliniz yok denecek kadar az. Güncel bir konuyu tartışırken kendinizi, Kur’an’ın ve sünnetin tarihselliği tartışmasının ortasında bulmanız kaçınılmaz bir son neredeyse.
Din-siyaset ilişkisi doğru ve sağlıklı bir zeminde ilerlemiyor. Din siyaseti etkilemiyor, siyaset dini etkiliyor. Müslümanların iktidar ve siyaset ile kurdukları ilişkinin fıkhı hatta ilmihali bile yok. Bu da dindar kişi ve grupların özgün ve bağımsız çözümler üretmesine engel oluyor.
Umut var mı?
Bu sorunun cevabı neyden, ne zaman ve nasıl umut ettiğimize göre değişiyor. Küresel ve kronik sorunları kısa vadeli eylemler ile çözmek mümkün değil. Allah’tan ve insandan ümit kesen hiçbir düşünce değerli değildir. İyi ya da kötü insanlardan kim daha çok çalışıyorsa bu dünyada onlar etkili olmaktadır. Çok eleştirdiğimiz kişiler ve yapılar, dünyada kendilerinin iyiliği için kötülüğü ve zulmü yaymaktadır. Bu sonuçta iyilerin zaaflarının ve hatalarının da büyük payı vardır. Her şeye rağmen dünyayı yöneten asıl güç Allah’tır. Allah’ın yaratması, kanunları ve yönetimi olmadığında kâinatta taş üstünde taş kalmaz. Her şey ilahi plan ve imtihan dahilinde devam etmektedir. Bitmemiş bir maçın sonucu hakkında erken konuşmamak gerekir.
Ancak şunu da unutmamak gerekiyor. Umut; emekle, sabırla, cesaretle, planla büyür. Ne olursa olsun umutlu olmak gerekir.
Mevcut gidişatta görünen tek umut; adaletsizliklerin ve zulümlerin halkların bilinçlenmesine ve direnmesine neden olması. İslam dini ve medeniyetini merkeze alan analiz ve çözümler üretmek gerekiyor. Ya da bunu yapabilecek kişileri yetiştirecek kurumsal ve sivil yapılar oluşturmak gerekiyor.