Haccın Mesajını Anlamak-1

Furkan Nesli yazarlarından Dr. Murat Gülnar 2014-Ekim sayısında kaleme aldığı "Haccın Mesajını Anlamak-1" başlıklı yazısında "Hac öyle bir yolculuk ki, başından sonuna kadar Rabbinin istediği şekilde ve zamanda gerçekleşen, insanın hem dış âleme (davanın merkezi Mekke’ye), hem de iç âlemine (insanın kendi merkezi kalbine) yaptığı bir hicrettir. " ifadelerini kullandı

Eklenme Tarihi: 28 Ağu 2017
7 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Haccın Mesajını Anlamak-1

Furkan Nesli yazarlarından Dr. Murat Gülnar 2014-Ekim sayısında kaleme aldığı "Haccın Mesajını Anlamak-1" başlıklı yazısı;

İslam’ın her bir emri, Allah Azze ve Celle’nin insanı bir yönden kendi boyasıyla boyamasıdır. Bu anlamda yapılan her ibadet, bir yönüyle insanı istenen kul modeline yaklaştırmak için atılan adımdır diyebiliriz. İbadetlerin bir kısmı bedenî (namaz, oruç gibi) bir kısmı malî (zekât gibi) diğer bir kısmı da hem bedenî hem de malî (hac ve cihad gibi) ibadettir. İbadetler mevzuunda insana düşen vazife, ibadetlerin şekli ve yapılışı konusunda akıl yürütüp sorgulamak değil, Allah Celle Celaluhu nasıl emretti ve elçisi nasıl gösterdi ise öyle yapmaya çalışmak, o ibadetlerin taşıdığı mana ve hikmetler üzerinde tefekkür etmektir. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de öyle kılın!” “Haccın yapılışına ilişkin uygulamalarınızı benden alın!” gibi hadisleriyle bize bu gerçeği hatırlatmaktadır. Bu sayımızda diğer ibadetlere nazaran müstesna bir yeri olan hac ibadetinin insana kazandırdıkları ve haccın îfası sırasındaki sembollerin (sa’y, tavaf, vakfe gibi) mana ve hikmetleri üzerinde duracağız. Öncelikle diğer ibadetlerin aksine hac çağrısı, “insanlığa” yönelik bir çağrıdır. Yaklaşık dört bin yıl önce yaşamış olan Hz. İbrahim Aleyhisselam’a, Rabbi tarafından emredilen, davanın merkezine yapılan İbrahimî çağrıya icabettir. “İnsanlara haccı ilân et. Gerek yaya olarak ve gerekse uzak yolları aşarak yorgun develer üzerinde sana gelsinler.” Burada evvela şunu ifade etmek lazım; haccı İbrahimsiz anlayamayız. İçerisinde bulunduğu kavmi ve onların gayri İslamî sistemlerini terk edip, Mekke civarına yerleşen, Kâbe’nin temellerini yükselten ve oradan kendisi gibi Allah’a teslim olmuş nesiller çıkmasını isteyen İbrahim’i ve onun mücadelesini anlamakla işe başlamalıyız. Hac, insanın Yüce Rabbi tarafından yapılan çağrıya icabeti için çıkılan yolculukla başlar. Aslında bu, dinginlikten harekete, pasiflikten aktifliğe, “ben”likten “biz”liğe doğru seyredişin, harekete geçişin ilk adımıdır. Öyle bir yolculuk ki, başından sonuna kadar Rabbinin istediği şekilde ve zamanda gerçekleşen, insanın hem dış âleme (davanın merkezi Mekke’ye), hem de iç âlemine (insanın kendi merkezi kalbine) yaptığı bir hicrettir. Hac yolculuğu aslında bir yönüyle kendisine yapılan çağrıya uyma, diğer yönüyle insanın dünya hayatındaki yolculuğunun bir nüvesi gibidir. Hakikatte insan dünya hayatındaki yolculuğunda da tıpkı hac yolculuğunda olduğu gibi, Rabbinin istediği istikamette, emir ve yasaklarına azami dikkat ederek, yolun sonundaki hesabını düşünerek yola koyulmalıdır. Bu anlamda Hac yolu, “dünyadaki hayat yolculuğunu” sembolize eder. Hac’da yapılan, bu ibadete has özel uygulamalar (menasık) ve bunların manaları, hikmetleri üzerinde durarak konuyu anlamaya çalışalım. Mîkât ve İhram’a Girme

Kur’an’da yedi – sekiz yerde geçen mîkât; “tayin edilen vakit, buluşma vakti” manalarına gelir. Aynı zamanda Musa Aleyhisselam’ın Allah Celle Celâluhu ile buluşma zamanı ve yeri için de kullanılmaktadır. “Musa, mîkâtımıza (kararlaştırılan vakitte) gelip de Rabbi onunla konuşunca:‘Rabbim! Bana (kendini) göster de sana bakayım!’ dedi.” Bu anlamda mîkât, haccın başladığı yer ve zamanı ifade eder. Dolayısıyla mîkât mahalline gelindiğinde, büyük randevuyu, Allah Celle Celâluhu ile buluşmayı ve O’na kavuşmayı simgeleyen hac başlar. Mîkât, aynı zamanda hacı adayının Allah ve Rasulü’nün getirdiği yasaklar çerçevesinde kendisine daha evvel mubah olan bazı söz, fiil ve davranışların, belli bir süre haram kılındığı, ihrama girdiği yerdir. Hac yolcusunun, mîkât mahallinden ihramsız geçmesinin (hac menasiklerinden birini bile yaparsa) cezası vardır. Mîkât, Allah’ın otoritesini kabul ettiği, O’na kayıtsız şartsız teslimiyetini ilan ettiği başlangıç noktasıdır. Niyetle beraber giyilen, iki parçadan oluşan, âdeta kefeni andıran dikişsiz ve süssüz giysi ve akabinde kılınan ihram namazı… İhram, tıpkı ölüm gibi herkesi eşitler. İhram; görünüşte bir kıyafet değişikliği olsa da aslında makamdan, mevkiden ve tüm dünyalık imtiyazlardan soyunmanın ve sıyrılmanın simgesidir. İhrama giren erkekler, başlarını açarak ve normal giysilerini çıkararak “izâr” ve “ridâ” denilen dikişsiz iki parça beze bürünürler. Hanımların ihramı günlük giysileridir, ayrı bir kıyafetleri yoktur. Onların ihramı “yüzlerini açık bulundurma zorunluluğu” ile simgelenir. Hacı adayı, başı açık, yalın ayak, basit bir elbise içinde, adeta hiçlik makamında sonsuz güç ve kudret sahibinin huzuruna çıkar. Hacca gelenler, sosyal ve ekonomik statülerini gösteren dünya elbiselerini, makamlarını ve mevkilerini ortaya koyan üniformalarını, zevklerini, kültürlerini ve karakterlerini yansıtan her türlü süs ve ziyneti bir kenara bırakıp, Allah önünde herkesin eşit olduğunu sembolize eden iki basit giysiye bürünmüş olurlar. İhrama giren kişiye normalde mubah olan birçok şey (süslenme, koku sürünme, kötü söz söyleme, tartışma, saç-tırnak kesme, harem sınırlarında bitkiyi veya bir dalı koparma, avlanma gibi) yasaklanmıştır. Merhum Şeriati’nin belirttiği gibi: “İhramla beraber şunu demek istiyorsun: “Allah’ım! ben artık Nemrut’un kulu, tâğutun kölesi olmayacağım. İbrahim sûretinde olacağım. Zorba kurdun, hilekâr tilkinin, paracı farenin, zillet ve teslimiyet koyununun elbisesine bürünmeyeceğim. İnsan suretine gireceğim. Yarın topraktan kalkarken görünmem gereken elbisenin içinde olacağım.” Telbiye ve Tavaf Telbiye; ihram zırhını, takva elbisesini kuşanan hacı adayının, komutanından emir bekleyen asker gibi, “emret komutanım” dercesine “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, Lebbeyke Le Şerîke leke Lebbeyk” (Buyur Allah’ım, bana her neyi emredersen hazırım, Senin mülkünde ortağın yoktur) demesidir. Dünyanın dört bir tarafından gelen, renkleri, ırkları, kültürleri farklı olsa da kalpleri aynı gaye için çarpan on binlerce Müslüman’ın Tevhid söylemi, yeryüzünde Allah Celle Celaluhu’dan başka hiçbir güç ve otoriteyi kabul etmeyeceklerinin bildirgesi, bir nevi and içmeleridir. Bunu söylerken kendisini kâinatın bir parçası olarak, ilahi koronun içerisinde, okyanusta bir damla gibi hissetmesi. Okyanusa karışan ve “ben”likten kurtulan damla misâli, atomun içerisindeki elektronun dönmesi gibi, kâinattaki zerrelerin hareketiyle eşgüdümlü, saatin tersi yönünde Kâbe’nin etrafında tavafa başlanmaktadır. Kâbe; geniş bir alanda, adeta bütün yönleri temsil eden küp şeklinde, sade ama heybetli bir yapıdan müteşekkildir. Bugün her ne kadar lüks otellerin ve dünyevileşmeyi temsil eden şatafatlı beton yığınlarının arasında kaybolmuş olsa da, yine de ilk görüldüğünde insanda farklı bir duygu uyandırır. Yeryüzünde yapılan ilk mescit, tüm Müslümanların kıblegâhı, Beyt-i Atik (en eski ve en şerefli yüce ev), Beytullah ve Beyt-i Muazzam olması, orada kılınan namazın diğer namazlara nazaran kat-kat (bin veya yüz bin kat) fazla sevap olması… Tavafa başlarken Hacer’ül Esved (siyah taş)’den başlanması (siyah taş sol tarafa gelecek şekilde) gerekir. Bu, bir yönden başlangıç noktasının belirlenmesi için olsa da diğer yönden başka manalar da taşır. Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin ifade ettiği gibi: “Hacer’ül Esved’in istilam edilmesi (selamlama) veya sıvazlanması bir nevi Allah ile bey’atleşmek, “Ya Rabbi! Senin dışında hiçbir otoriteye ve güce boyun eğmeyeceğim” sözünü vermek manasına gelir.” Hacer’ül Esved’i istilam ederken, bu sözü daha önce verenleri, o taşa el sürenleri hatırlamak, İbrahim ve İsmail Aleyhimesselam’ı, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem’i ve Ashab-ı Güzin’i, hepsinin mücadelesini göz önüne getirmek, onlar gibi olacağına söz vermek… Arapça’da yedi gibi, yetmiş gibi ifadeler rakamdan çok, sürekliliği ifade etmek içindir. Yapılan şey, başlangıçta bey’at ederken verilen söze bağlılığın, bu sözleşme gereğince sürekli hareket hâlinde olmanın, bütün bir hayatın bu mihverde dönmesi gerektiğinin sembolik ifadesidir. Erkeklerin, tavafın ilk üç şavtında (Kâbe etrafında her bir tur bir şavttır) daha canlı ve heybetli yürümeleri anlamına gelen “remel”i yapmaları sünnettir. Medine’ye hicretten yedi yıl sonra gelinen üç günlük Umre’de Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bitkin olan ashabını düşmana karşı daha canlı ve hareketli göstermek maksadıyla “remel” ve “ıztıba” (ihramlıyken sağ omuzu açmak) yaptırmıştır. İlkin bu maksatla yapılan hareketler veda haccında tekrarlanmak suretiyle sünnet olmuştur. Hz. Ömer Radıyallahu Anhu remel konusunda şöyle demiştir: “Biz neden hâlâ bu remele devam ediyoruz ki? Çünkü vaktiyle biz, bu remel ile (bizim zayıf düştüğümüzü söyleyen) müşriklere karşı (güçlü) görünmek istedik. Hâlbuki Yüce Allah onları helâk etmiştir” dedikten sonra şunları söylemiştir: “Ama biz, Hz. Peygamber’in yapmış olduğu bir şeyi terk etmek istemeyiz.” Yıldızların galaksiler etrafında dönüşü gibi Kâbe’nin etrafında dönmeye devam etmek, ta ki bu sonsuz kudret ve kuvvet karşısında hiç olduğunu idrak edinceye kadar… Kâbe’nin etrafında dönerken, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in tevhid sancağını dalgalandırdığı davanın ilk yılları, sıkıntıları ve mücadelesi hatırlanmalıdır. Kâbe’nin duvarına yaslandığında yanına gelen Habbablara, bu zor ve sıkıntılı günlerin geride kalacağı, İslam’ın güneşinin doğacağı, aydınlık yarınların olacağı müjdesini, ümmetin içerisinde bulunduğu şu zor günlerle bağlantı kurarak düşünmeli, bu durumdan kurtulmak için yeniden mücadele azmi ve kararlılığı kazanılmalıdır. Bir sonraki sayıda konuya devam etmek üzere Allah’a emanet olun…