Hak Yolda Sebat

Eklenme Tarihi: 26 Ara 2016
9 dk okuma süresi
Alparslan Kuytul Hocaefendi
Yazarın Tüm Yazılarını Gör

Hamd, gönderdiği kitabı ile hak yolda sebat gösterebilmemiz için bizlere yol gösteren Allah’a; Salât-u Selam, Allah yolunda gösterdiği sebat ile ümmetine örnek olan Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e; Selam ise İslam davası uğrunda başına gelen musibetlere sabredip, sebat gösteren Ashab-ı Kiram’a ve bugün İslam davası uğrunda sebat gösteren tüm kardeşlerimin üzerine olsun.

Bu din; yeryüzünde gerek inanç, gerek amel, gerekse gündelik hayat ve muamelatla ilgili her meselede inkılâplar gerçekleştirmek, büyük devrimler ve değişiklikler yapmak üzere gönderildi. Böyle bir amaçla gönderilmiş olan bir din elbette ki müntesiplerine bu yolda sebat etmeyi öğretmeliydi ve öğretti de. Çünkü hiçbir dava sebatsız bir yere varamamıştır, varamayacaktır. Bütün davalar sabırla ilerler, sebatla mesafe kateder. Dava sahipleri sebat gösteremezse, yerlerinde sayar, tükenip giderler. Onun için Allah, göndermiş olduğu bütün peygamberlerine sebatı öğretti ve emretti.

Sebat ile sabır birbirine yakın kavramlar olduğu halde aralarında farklılıklar vardır. Sabır; bir şeyi yapmak için tahammül göstermek ya da o şeyi yapmamak için direnmek, farzları yapmak, haramlardan kaçınmak, musibetlere karşı tahammül göstermek, Allah’ın vermiş olduğu nimetleri doğru değerlendirmek, nimetlere karşı sabretmek, haddi aşmamak, o nimetleri kullanmamız gerektiği şekilde kullanmak, kuvvet ve zenginlik elimizdeyken, kötülük yapma imkânımız varken kendimize hâkim olmak ve kötülükleri işlememek. Bunların hepsi sabır kapsamındadır, sabrın çeşitlerindendir. Sebat da benzer şekilde, bir yolda devamlı ve kararlı olmak, bırakmamak, vazgeçmemek, sonuna kadar gitmek demektir.

Allah Azze ve Celle, insanı bu dünyaya imtihan için gönderdi ve insanın yücelmesini, yükselmesini istedi. İnsanlar ancak imtihan ile yükselebilirler. Belalarla karşı karşıya kalacaklar ki kalpleri kuvvetlensin, sabırları ve tahammülleri artsın. Musibetlerle karşı karşıya kalacaklar ki, bilenmesi gereken meselelerde bilensinler. Allah, bu şekilde onları yükseltmek istemektedir. Onları farzlarla, haramlarla ve belalarla imtihan edecek ki bu şekilde olgunlaşıp, pişsinler. Olgunlaşmamış, pişmemiş insanlarla hiçbir dava hedefine varamaz. Onun için Allah, bizden sebat etmemizi ve kendisinden de sebat hususunda yardım istememizi emreder. Allah Azze ve Celle, bizden evvelki müminlerin şöyle dua ettiklerini bildirir; “Rabbenâ efriğ aleynâ sabran ve sebbit ekdâmenê ve’nsurnê ale’l kavmi’l kâfirin.” “Ya Rabbi! Sabrı üzerimize yağmur gibi yağdır, ayaklarımızı da sabit kıl, bize sebat ver. Kâfirlere karşı da bize yardım et.”1 Demek ki, Allah, müminlere sebat için dua etmeyi öğretmektedir.

Hiçbir şey sebat olmadan hedefine varamaz. Bir ağacı bir yere ekip sonra oradan çıkartıp başka yere ekseniz, sonra oradan da çıkartıp başka yere ekseniz, ağaç eninde sonunda kuruyacaktır. Ağaç orada yıllarca kalacak, sebat gösterecek, kökleri toprağın altında, çamurun, karanlığın içerisinde sıkışmış bir vaziyette yıllarca bekleyecek, büyüyecek sonra meyve verecek. Böyle bir sebat göstermeden, hangi tohum ağaç olmuş, hangi civciv yumurtadan çıkmış, hangi insan dünyaya gelmiştir? Sebat göstermeden hangi başarıya imza atılabilmiştir?

Allah, müminleri sebata davet etmektedir. Bir taraftan inanç esaslarında sebat edecek, inancınızda zerre kadar bozulmaya müsaade etmeyecek, grileşmeyecek, hiçbir zaman renginizi kaybetmeyecek ve yerinizde sabit kalacak, zerre kadar geri adım atmayacaksınız. Bir taraftan da farzları yapmada ve haramları terk etmede sebat göstereceksiniz. Sonuna kadar, ölene kadar devam edeceksiniz. Bugünkü halimiz önemlidir ama bundan daha önemli bir şey var ki, o da ne şekilde öleceğimizdir. Bugün buradayız, Müslümanız ama acaba imanda sebat gösterebilecek miyiz? İmanla ölebilecek miyiz? Mesele, imanı kurtarma ve imanla ölme meselesidir.

Sizi yolunuzdan saptırabilmek, inançlarınızdan taviz verdirmek, inancınızı ve amellerinizi bozmak, İslamî hareketi rotasından çıkarmak için mutlaka bir sürü engeller meydana getirecek ve entrikalar çevireceklerdir. İslam düşmanları toplum mühendisliği yapacak, bizleri yolumuzdan çevirmek için mutlaka birtakım iftiralar atacaklardır. Her bir iftira ile karşılaştığınız zaman eğer, “millet davamıza ve görüşlerimize tepki göstermeye başladı, o halde görüşlerimizi bırakalım” diyecek olursanız, hemen tereddütler geçirip şüphelere düşerseniz hiçbir zaman hedefinize varamazsınız. Bir taraftan cin şeytanları diğer taraftan insan şeytanları birlikte çalışacaklar. Sebat ettiğiniz, doğrular üzerinde sabit durup kararlılık ve dayanıklılık gösterdiğiniz zaman sizin hedefinize doğru gideceğinizi bilirler. O yüzden sizi kararsız hale getirmek, moralinizi bozmak için çeşit çeşit oyunlar tezgâhlarlar. Sizi etkileyemezlerse etrafınızdakileri etkilemeye çalışırlar. Toplum mühendisliği yapanlar, toplumların psikolojilerini iyi bilmektedirler. Kitlelerin psikolojilerini iyi bilenler perde arkasında memleketleri idare ediyorlar. Onlar yollar, barajlar, havaalanları yapmakla uğraşmıyorlar. Onlar toplumları ve hükümetleri yönlendiriyorlar.

Her zaman ve her meselede sebat gösterebilmeniz için davanızdan emin olmanız gerekir. Doğrularınızdan emin olmanız; savunduklarınızı naklî ve aklî delillerle, Kur’an ve sünnetle bilmeniz ile mümkündür. Savunduğunuz meseleleri kutsal olana, hatalı olma ihtimali olmayana yani Kur’an’a ve hadislere dayandırdığınız zaman sebat edebilir, geri adım atmayabilir, sonuna kadar gidebilirsiniz. Önünüze tepe çıksa aşar geçersiniz, dağ çıksa deler geçersiniz, nehirler çıksa köprüler yapar geçersiniz, deniz çıksa gemiler yapar geçersiniz. Çünkü eminsiniz, mutmainsiniz. Mutmain değilseniz ne yapacaksınız? Mutmain olmayanlar sebat gösteremezler ve bırakırlar. Köprünün başında ayağınızın kayması ile sonunda kaymasının bir farkı var mı? Son durumunuza göre haşredileceksiniz. Bu sebeple iman üzere ölmek zorundayız. İmanın kaybedilme tehlikesi var. Hiç kimsenin imanı garanti altında değil, bugün buradayız ama yarın ne olacağımızı bilmiyoruz. O yüzden Allah Azze ve Celle bize “Ey Rabbimiz! Ayaklarımızı sabit kıl” diye dua etmeyi öğretiyor. Böyle demeyi öğretmesi meselenin ciddiyetindendir. Hiç kimse bugünkü durumuna bakarak imanla öleceğinin garanti olduğunu düşünemez ve kesin konuşamaz. İman üzere ölebilmek, imanda sebat ile mümkündür.

Bu yolda ilerlerken, sizi Tevhid inancınızdan uzaklaştırmaya çalışacaklar. Bugün birçok Müslüman bilerek ya da bilmeyerek Tevhid inancından sapmalar gösteriyor. Demokrasi gibi beşerî ideolojileri hatta laikliği savunur hale geliyor, tavizler veriyor. Taviz tavizi doğuruyor. Deniz dediğiniz damlalardan oluşur. Bir yanlışı küçük görüyor ve yapıyorsunuz sonra o artarak devam ediyor. Bir gün kendinizi tanıyamaz hale geliyorsunuz, bir de bakıyorsunuz ki hakta sebat etmemiş ve istikametten çıkmışsınız.

Allah Azze ve Celle, Peygamberimize bile; “Emrolunduğun gibi istikamet üzere ol, sen ve seninle beraber tevbe edenler de…”2 buyuruyor. Emir, Efendimizin şahsında bütün ümmetinedir. Demek ki istikametten sapma tehlikesi var. Böyle bir tehlike olmasaydı Allah Celle Celaluhu, Rasulünü böyle ikaz eder miydi? Yani; ‘Yalnız sen değil, seninle beraber olanlar da istikamette sebat gösterecek, asla başka bir tarafa kaymayacaksınız. Hedefinize doğru gideceksiniz, önünüze birçok yanlış yol çıkarılacak ama siz dininizi, gayenizi ve hedefinizi bilecek, onun dışına çıkmayacaksınız.’ O yüzden ayetin devamında, “Sınırı, haddi aşmayın” buyurulmuştur. Demek ki sınırı aşıp istikametten çıkma, istikamet üzere sebat edememe tehlikesi vardır.

Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir gün yere düz bir çizgi çizdi. O düz çizginin kenarından da eğri çizgiler çizdi. Sonra buyurdu ki; “İşte bu dümdüz olan benim yolumdur, diğerleri de başka yollardır. Şeytan her bir yolun başında oturur ve sizi oraya davet eder.” Her bir yanlış yolun başında insan ve cin şeytanları vardır. Bir seferinde Ebu Zer Radıyallahu Anh sordu; “Ya Rasulallah, insanlardan da mı şeytanlar var?” Hazreti Peygamber; “Evet” buyurdu. Kur’an-ı Kerim ‘mine’l cinneti ve’n-nâs, insanlardan ve cinlerden olan vesveseciler’3 buyurur. Başka istikametlere sevk etmek isteyecekler. Sırat-ı müstakim üzere gitmemeniz, doğru yolda sebat göstermemeniz için böyle bir takım vesveseler verecek ve doğrulardan şüphe etmenizi sağlamaya çalışacaklar. İşte bütün bunlardan kurtulup başka yollardan uzak durabilmek, doğrulardan emin olmakla mümkündür.

Allah’u Teâla ‘İşte bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyun, başka yollara uymayın’ buyurmaktadır. Yoksa sebat edemezsiniz, sizi Allah’ın yolundan saptırırlar. Başka yollara girecek olursanız artık hak yolda kalamazsınız. “Hele bir gireyim, bakalım nasıldır” derseniz, böyle bir gaflet ebedi hayatınızı kaybetmenize sebep olabilir.

Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Bir zaman gelecek, başkalarının takipçisi olup, onların izinden gidecek, yoldan sapacaksınız. Onlar kertenkelenin deliğine girseler siz de aynısını yapacaksınız.” Başka rivayetinde, “Analarıyla yolun ortasında zina edecekler, sizlerden de onlara benzeyenler olacak.” Bu kadar iğrençleşebilecekler! Efendimize sordular; “Ya Rasulallah kimleri kastediyorsun, kimlerin peşine takılacağız, Yahudi ve Hıristiyanların mı?” Efendimiz: “Başka kim olacak?” buyurdu.4 Hak yolda sebat etmeyecek, onları takip edeceksiniz. Efendimiz bu şekilde, hem kimlerin peşinden gideceğimizi, hem de kişiliğimizi ve kimliğimizi kaybedeceğimizi haber vermiş oluyor. Herkesin sonuna kadar imanını muhafaza etmeyeceğini haber veriyor ve özellikle de kimlere benzeyeceğimizi bildiriyor.

Kur’an-ı Kerim; “Ey müminler eğer o Ehli Kitap’tan, Yahudi ve Hıristiyanlardan bir kısmına uyarsanız sizi imanınızdan sonra döndürüp tekrar kâfir yaparlar.”5 buyurur. Yahudiler Üzeyir’e, Hıristiyanlar da Hz. İsa’ya ‘Allah’ın oğlu’ dediler, kâfir oldular. Tevhid üzerinde, doğru yolda sebat göstermediler. Nefislerine, şeytana, krallara uydular ve hak yolda sebat gösteremediler, saptılar. Allah hakkında bile yanlış inançlara sahip oldular. Hz. Yakup’la ilgili; “Yakup, Allah ile güreş tuttu ve Allah’ı yendi” dediler. Bu, Tevhid’den sapma, hak yolda devam edememekti. Demek ki insanlar, “Allah’ın insan kılığında dünyaya gelip bir insanla güreştiğini ve Allah’ın o insana yenildiğini” söyleyecek kadar ileriye gidebiliyorlar. Hz. Âdem cennette o haram olan meyveyi yiyince üstü başı açıldı, bunun üzerine utandı, cennetin ağaçlarının arasına kaçtı. Tevrat’a göre Allah, Âdem’i aradı aradı bulamadı ve ‘Ey Âdem, ortaya çık’ dedi.6 Allah’ı, her şeyi göremeyen bir Allah olarak gördüler ve saptılar.

Hıristiyanlar da Hz. İsa’nın gösterdiği mucizelerden ötürü onun hakkında sapmalar gösterdiler. O yüzden Kur’an-ı Kerim onlara ‘dallin’ ifadesini kullanır. Çünkü onlar, Hz. İsa’nın mucizelerine bakıp O’nun Tanrı olduğunu zannettiler. Pavlos, Hıristiyanlığa teslis inancını soktu. ‘Baba’, ‘Oğul’ ve ‘Kutsal Ruh’ diyerek üç ilaha inanmalarını sağladı. Bu bir sapmaydı. Saptılar ve sadece İsa’ya ve Kutsal Ruh’a değil aynı zamanda krallara da kulluk yapmaya başladılar. Tevbe Suresinde “O Hristiyanlar, rahiplerini, bilginlerini, Meryem oğlu İsa’yı Allah’tan başka Rab edindiler ve tanrılaştırdılar. Hâlbuki onlar da tek olan ilaha ibadetle emrolunmuşlardı.”7 buyurur. Allah’tan başkalarına ibadet etmeye başladılar. Hakta sebat etmediler, ‘Allah’tan başka ilah yok’ demeliydiler, diyemediler. Krallarına itaat ettiler, Allah’ı terk ettiler. Allah bir şey söylüyor, krallar başka bir şey söylüyordu. Onlar kralların dediğini yaptılar. Hak üzerinde sebat etmediler ve o krallara ‘Haddinizi bilin!’ demediler. O mütreflere; o şımarmış ve şımartılmış olanlara ‘haddinizi bilin’ deseydiler onların şımarmalarını engelleyebilirlerdi ama diyemediler, onlara kul oldular. Yalnızca şımarmış olanlar, Firavunlar, Nemrutlar mı suçludur? Onları o hale getiren, şımartan kitleler suçsuz mudur? Eğer onlara; ‘Haddinizi, kulluğunuzu bilin!’ deseydiler, Firavunlar ve Nemrutlar İlahlık ve Rablık iddia edemeyeceklerdi.

Peygamberimiz bu ayeti okurken, Adiyy Bin Hatem içeriye girdi. Henüz Hıristiyan’dı ve ; “Biz Hıristiyanlar, rahiplerimize, âlimlerimize, secde ve rükû etmiyorduk. Allah neden, ‘Onlara ibadet ettiler’ diyor” şeklinde itiraz etti. Efendimiz buyurdu ki; “O rahipleriniz, âlimleriniz, reisleriniz size Allah’ın helallerini haram, haramlarını helal etmediler mi? Onlar, yasak olması gerekenleri serbest ettiler, serbest olması gerekenleri yasakladılar. Siz de onlara sessiz kalıp itaat etmediniz mi?” Adiyy bin Hatem; ‘Evet’ dedi. Efendimiz; “İşte bu yaptığınız itaat, onlara ibadetin ta kendisidir” buyurdu.

İşte böylece saptınız. Direnecek, hakta kararlılık gösterecektiniz ve onların Allah’ın hükümlerini değiştirmelerine karşı gelecek, mücadele edecektiniz ama etmediniz. Mesela onlar içkiyi, faizi, zinayı, kumarı… serbest ettiler, seslenmediniz. Hâlbuki Allah’ın dünyasında O’nun dediği olmalı değil mi? Allah, kullarına bunları yasaklıyor. İnsanlara düşen Allah’a itaat etmek, devletlere düşen de Allah’ın farz kıldıklarını emretmek, yasakladıklarını da yasaklamaktır. Hükümdarlar Allah’ın haram kıldıklarını serbest bırakıp, başörtüsünü veya mesai saatinde namaz kılınmasını yasaklarlarsa, Allah’ın kanunlarını terk edip kafalarına göre kanun koyarlarsa, toplum da bunlara gönülden itaat ederse bu itaat, onlara ibadet etmektir ve bu bir sapmadır. Bu açıklama bizzat Peygamberimizin açıklamasıdır.

Konuya devam etme temennisiyle. Allah’a emanet olun.

Kaynak


1-Bakara, 250 2-Hud, 112 3-Nas, 6 4-Buhari, Enbiya 50; Müslim, İlim 6 5-Al-i İmran, 100 6-Tevrat, Yaratılış 3. Bölüm 7-Tevbe, 31