Suriye’de bugün yaşanmakta olan olaylar bize yakın tarihinde yaşanan trajik bir hadiseyi hatırlattı. Tarihe Hama Katliamı olarak kaydedilen hadisenin bugün yaşananlarla benzerlikleri oldukça fazladır. 2 Şubat 1982’de yaşanan bu trajik olay şöyle gerçekleşti:
Baas Partisi, 1963’te iktidarı ele geçirdikten sonra ülkede Arap Nasyonalizmine dayalı dikta rejimi kurmuştu. Ülke demir yumrukla yönetilmeye başlanmıştı. Aynı tarihte ülkede sıkıyönetim ilan edildi. Kendisi bir asker olan (Hava Kuv. Komutanı) Hafız Esad’ın gerçekleştirdiği darbe sonrasında Baas rejimi bambaşka bir boyut kazandı. Darbenin akabinde gerçekleştirilen halk oylamasında Esad’ın başkanlığı %99 oy oranıyla kabul edildi. Bu referandumla Esad’ın başkanlığı “meşruiyet” kazanmış ve “Tek Adam” olmuştu. İşte ülke bu tarihten itibaren gerçek anlamda bir diktatörle tanışıyordu.
Esad, ülkede hiçbir muhalif çalışmaya izin vermiyor, en küçük kıpırdanmalara anına müdahale ediyordu. Gazete ve radyolar tamamen devlet tekelindeydi. Rejimin aleyhine hiçbir yayın yapılamıyordu. Yargı adeta rejimin kökleşmesi için çalışıyordu. Pek çok mahkeme göstermelik olarak yapılıyor, davaların görülmesi birkaç saniye sürebiliyor, avukatlar mahkeme salonlarına alınmıyor, mahkûmlara savunma hakkı verilmiyordu. Özellikle Müslüman halkın hareket alanı iyiden iyiye kısıtlanmıştı. İslami hareketler sıkı takibe alınıyor, hareketleri şüpheli görülenler Esad’ın adamları tarafından evlerinden alınıyor ve bunların pek çoğundan bir daha haber alınamıyordu. Özellikle Müslüman Kardeşler Cemiyeti mensuplarına 1970-80 arasında ciddi baskılar uygulanmıştı. Bu tarihler arasında pek çok cemiyet mensubu, Palmira Hapishanesinde infaz edilmişti.
Hama, Müslüman halkın yoğun olduğu bir şehir olmasının yanı sıra Suriye İhvan’ının merkezi konumundaydı. Kuzeyindeki Halep ve güneyindeki Humus şehirleri de yine Müslüman halkın çoğunlukta olduğu şehirlerdi. Bu üç şehrin ortak özelliği ise mevcut rejime karşı ciddi bir muhalefet teşkil etmeleriydi. Fakat bugüne kadar mevcut düzene karşı herhangi bir harekette bulunmamışlardı. Zaten İhvan genel yapısı itibariyle silahlı mücadeleye sıcak bakmıyordu. Fakat Said Havva’nın, Suriye İhvanının bir kolu olduğu düşüncesi Esad’ın Hama’ya saldırması için bahane olacaktı…
Diğer taraftan” İhvan’a üye olmanın idam cezası” olduğu ile ilgili “49 sayılı kanun” hayata geçirdi. Ordunun başında bulunan kardeşi Rıfad Esad’ı ise geniş yetkilerle donattı. Özelikle 100 civarındaki muhalif aileyi katletmek için Rıfad Esad’a izin verilmişti. Bu katliam izninin meşru dayanağı ise “49 sayılı kanun” du.
2 Şubat 1982 gecesi Hama camilerinin minarelerinden rejime karşı “cihad” çağrıları yapılmaya başlandı…
Esad’ın geniş yetkilerle donattığı ordu harekete geçti. Kendisine geniş yetkiler verilen Rıfad Esad 12.000 civarındaki askeriyle şehre girdi. Önce evlerden başlayarak kendisine evvelden bildirilen ailelerin fertlerini yaşlarına ve durumlarına bakmaksızın katletmeye başladı. Şehirdeki evleri buldozerler yardımıyla yıktı. Tankların dar Hama sokaklarından rahat geçebilmesi için havadan helikopterlerle şehir uzun süre bombalandı. Evlere giren askerler pek çok kişiyi zehirli gaz kullanarak öldürüyorlardı. 2 Şubat gecesi başlayan bu saldırıdan Humus ve Halep şehirlerinin haberleri olmamıştı. Basına ciddi sansür uygulayan Esad özellikle bu katliamı dünyadan saklamıştı. Katliamın boyutları artarak devam ediyordu. Öyle olmuştu ki askerlerden bir kısmı vahşete dayanamayıp silah bırakıyorlardı. Fakat silah bırakma teşebbüsünde bulunanlar, görgü tanıklarının anlattıklarına göre Rıfad tarafından öldürülüyordu. Şehre giriş çıkışlar kapalıydı. Bütün yollar tutulmuştu. Halk ne katliamdan kaçabiliyor ne de dışarıdan yardım alabiliyordu. Hama halkı adeta dünyadan tecrit edilmişti. Ellerinde kendilerini savunabilecek silahları da yoktu. Hama halkı ciddi anlamda hazırlıksız da yakalanmıştı. Fakat bunda dönemin kanaat önderlerinin payı oldukça fazladır. Suriye İslam Cephesi’nin yurt dışına kaçan üyeleri her fırsatta Suriye’deki rejimin yıkılacağı, Hama’da bulunan Müslüman halkın buna tam anlamıyla hazır olduğu konusunda açıklamalar yapıyorlardı. Ancak pratikte bunun karşılığı yoktu. Bu açıklamalar Hama’nın hedef gösterilmesinden başka hiçbir işe yaramamıştı.
Başlangıçta sadece Hama’yı hedef alan rejim, kısa bir müddet sonra aynı katliamı Müslümanların yoğunlukta olduğu tüm kuzey şehirlerine yaydı. Aynı katliamları özellikle Humus şehrinde de gerçekleştirdi. Bir süre sonra dünyanın katliamdan haberi olduğunda artık yapılacak bir şey kalmamıştı. 40.000 civarında Hamalı ve Humuslu Müslüman katledilmişti.
Hama Katliamıyla ilgili zihinlerde takılı kalan bazı soruların cevabı henüz bulunmuş değil…