Ne güzel bir duadır, ne güzel bir sabır cümlesidir: “Hasbünallahu ve ni’mel vekil.” Onulmaz zannedilen zorlukların, acizlik ve çaresizliklerin galebe çaldığı anda; ne kavî bir kulluk ve ne kavî bir dayanaktır bu dua.
Bilen bilir bu duanın kerametini. İnsanın boyunu aşan zorluklar esnasında, küçücük olduğunun farkına varıp da, ‘Allah bize yeter’ demenin, insanı nasıl güçlendirdiğini… Allah’ın varlığının bile, var olduğunu ve şah damarından daha yakınında olduğunu bilmenin bile insana yettiğini bilen bilir. ‘Bittim’ dediğin anda, eğer; ‘hasbünallah’ dersen, Rabbu’l Âlemîn’in nasıl da ‘yettim’ dediğini bilen bilir.
Rabbimiz Teâlâ bize bu duayı şu ayetiyle öğretiyor: “Onlar öyle kimselerdir ki, ‘düşmanlarınız size karşı ordular hazırladılar, artık onlardan korkun’ dediklerinde, bu ancak onların imanlarını arttırdı ve ‘Allah bize yeter; O ne güzel bir vekild ir’ dediler.”1 Allâmu’l guyûb olan Allah’ın kelamı Kur’an, bugüne ve bugünün gerçeklerine yine ne güzel hitap ediyor. Bugün İslam’a, Müslümanlara, İslam’ın yayılmasına ve Müslümanların uyanmasına engel olmak için, o kadar güçlü ve çeşitli ordular hazırlanıyor ki…
Ümmet-i Muhammed belini doğrultmasın, henüz yeni başlayan uyanışın devamı gelmesin diye plan üstüne planlar yapılıyor. Ümmeti kafalarına göre dizayn etmek için ayrı, onu der- top edecek cemaatler için ayrı plan- projeler ortaya koyuluyor. Gençleri uyutmak veya uyananlarını ideolojilerle avlamak için ayrı planlar, kadınlara dönük çok daha ayrı plan-projeler yapılıyor. Türklere ayrı, Kürtlere ayrı, Araplara ayrı planlar yapılıyor. Uluslararası planlar ayrı, yerel planlar ise ayrıca ortaya koyuluyor. Bir taraftan dış mihrakların tuzaklarına, zulümlerine dikkat kesiliyoruz, dertleniyoruz, başka bir şeye gücümüz yetemese de dualarımızı onlar için seferber ediyoruz… Diğer taraftan iç mihrakların planlarını çözmeye, bozmaya ve de bunlarla mücadele etmeye çalışıyoruz… Tüm bu planlar yumağının içerisinde çözümlemeler yapmak ve bununla beraber hizmeti geliştirmeye çalışmak ne kadar da zor… Çoğu zaman aklımız ve kalbimiz şu gerçeği haykırıyor: Bu kadar çetrefilli tuzaklarla başa çıkmak, Allah’ın yardımı olmadan mümkün değil.
Tarihin hiçbir döneminde planlar-tuzaklar bugünkü kadar girift ve profesyonel olmamıştı ve biz, tarihin hiçbir döneminde gerek planlama gerekse de güç anlamında hiç bu kadar zayıf olmamıştık. Elbette ye’se düşecek halimiz ve lüksümüz yok. Önce bir ‘hasbünallahu ve nimel vekil‘ diyeceğiz. Sonra da, “Onlar bir tuzak kurar, Allah da tuzak kurar, Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır”2 ayetince, Allah’ın kuracağı hayırlı tuzağın bizim elimizle kurulması için dua edeceğiz.
Son zamanlarda, bir taraftan iftira kampanyaları başlatarak, diğer taraftan davamızın kitlelere ulaşmasına engeller koyarak, adeta komut almış bir ordu gibi, mütemadiyen saldırıya geçmelerin olduğunu görüyoruz. Yüreğimizin sıkıştığı, moralimizin bozulduğu, adeta hafakanların bastığı böyle zamanlarda, Rabbimize dayanınca ve Efendimizi hatırlayınca biraz olsun nefes alabiliyoruz. Aksi halde insana gerçekten dünya dar geliyor. Ve insanın, Efendimiz’in ilk başta yaptığı gibi yorganı kafasına çekip, dünya âlemden uzaklaşası geliyor. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kendine atılan mecnun, şair, sihirbaz, aileleri birbirine düşüren adam gibi akla hayale gelmedik iftiralar karşısındaki o bilinen tavrı, o kadar insani ve beklenen bir tavırdır ki. Her insanın doğal olarak göstereceği tavrı Allah, Hz. Peygamber için beğenmemiş, O’na yakışan tavrı göstermesini emrederek: “Ey örtüsüne bürünen (kendisine iftiralar atıldı diye başına yorganı çeken) Rasulüm, kalk ve uyar insanları”3 buyurmuştur. İşte biz, her şeye rağmen kalkmanın ve vazifelerimize devam etmenin gerekliliğini O’ndan, O’nun yaşadığı gerçek ve çileli hayattan öğrendik.
Böyle zamanlarda, ‘Hasbünallah’ diyen bir kul; kaygıyı, korkuyu yüreğinden defedip cesaretle ayağa kalkıp, yola devam eden kuldur. Zaten tehditler ve iftiralarla saldırıya geçenlerin en büyük hedefidir; yüreklere korku salarak, vazifeyi terk ettirip geri adımlar attırmak. Hiçbir tehdide pirim vermeyerek, aynı heyecan ve ümitle yola devam edebilmek, ‘Allah bize yeter’ diyerek sırtını Allah’a dayayanın harcıdır.
“Allah bize yeter” demek, ‘O’nun rızası bize yeter’ demektir. ‘O benden razı olduktan sonra, bütün dertlere, çilelere, imtihanlara katlanırım’ demektir. Allah’ın rızasını gaye edinen her kul, imtihanlar esnasında, kayıplar, engeller, darbeler, fitneler ve vefasızlıklar esnasında: ‘Allah bana yeter’ diyebiliyorsa, Allah’ın rızasını unutmamış, niyetini bozmamış, rıza-i ilahi gayesinin önüne hiçbir gayeyi geçirmemiş demektir. İşte hedefi gayenin önüne geçirenler, henüz bir şeylerin vaktinin gelmediği zamanlarda veya gücün ve nasibin bittiği yerde, ‘Allah bize yeter’ diyemeyenlerdir. Böyle diyemediklerinden dolayı ise, Allah’ın dinine hizmet ederken, işi aceleye getirip, her yolu mübah görerek, tavizler vermektedirler. Oysa hiçbir hedef, Allah’ın rızasının önüne geçmemelidir. Velev ki bu; Allah’ın bizden istediği hedef olsun. Çünkü bize hedefi belirleyen Allah, ‘bu hedefe ulaşmak için her yol mübah’ dememiş, bilakis, bizi o hedefe götürecek olan ‘meşru yolu’ da göstermiştir. İşte bu meşru yollarla değil de gayr-ı meşru yollarla hareket edenlerin, hedefe ulaşıp-ulaşamayacakları bilinmez ama Allah’ın rızasına ulaşamayacakları bilinmelidir. Dinden verdiği ve verdirdiği tavizlerle meşhur olan ve kendi de meşhur bir hoca bir zamanlar: “Allah dinini bir fâcirin eli ile de olsa teyid ve takviye eder (güçlendirir)”4 hadisini örnek vererek, ‘belki de biz o fâciriz’ demişti. Allah’ın dinini güçlü kılan bir fâcir olup cehennemi boylayacağımıza, Allah’ın dinini hâkim kılamayan, ama ömrü boyunca bunun için çabalayan, Allah’ın belirlediği yoldan giden, bu yolda da asla taviz vermeyen (tavizsiz) bir muttaki olmayı yeğleriz.
Bundan tam yirmi yıl önce çalıştığım hastanede başörtüsü mücadelesi verirken, sürgün gittiğim bir bölümün Profesörü, başörtüme ve bana o kadar ağır hakaretler etmişti ki, gençliğin de verdiği duygusallıkla gözyaşlarıma engel olamamıştım. O bitmek bilmeyen koridorda ve saniyenin saat gibi uzadığı o uzun zaman diliminde, ne dediysem ikna edemedim göz gözyaşlarımı. Durmadan dinle(n)meden akıyordu. Sonra gayr-ı ihtiyari; “Hasbünallahu ve ni’mel vekil” sözü dilimden dökülmeye başladı. Hasbünallah… Hasbünallah… Hasbünallah… Dedikçe bir türlü sakinleşmeyen gözyaşlarım duruldu, sakinleşti; hayret ediyordum ama tek bir damla dahi akmamaya başladı. Hani Üstad Necip Fazıl der ya: “Gökten bir el yaşlı gözleri siler.” İşte Rabbimize hamd-u senalar olsun, o gün bu duanın hürmetine, Rabbin rahmet ve merhamet eli, kulunun gözlerinin yaşını silip süpürmüştü…
Muhterem Alparslan Kuytul Hocamızın, Sincan Şubemiz kapatıldığında yaptığı konuşmanın sonunu: ‘Hasbünallahu ve ni’mel vekil” diye diye bitirmesi beni derinden etkilemişti. İnsana; bu engellemelerin arkasının geleceğini bilmesi, Müslümanların eliyle İslam’a-davaya engel olunduğunu görmesi ve henüz bunlarla mücadele edecek güce ulaşamamanın hüznü ve çaresizliği, bu duayı ciğerden yaptırıyor. Biliyoruz ki, bu duayı ciğerden yapanı ALLAH asla geri çevirmez. Ona destek olur… Ve o kulun gözünden de gönlünden de akan gözyaşlarını kendi elleriyle siler.
Allah’a kullukta ve dava yolunda elinden geleni yapan ve takdiri Allah’a bırakan mütevekkil bir mü’mine, gerçekten Allah yeter…
Adı da kendi de FURKAN olduğu halde iftiralara uğrayana Allah yeter… ‘Allah bize yeter’ dedikten sonra, sanki yetmiyormuş gibi tevekkül, teslimiyet ve sabırdan uzaklaşanlar bu güzelim dayanağı anlamayanlardır. Evet, ordumuz yok, topumuz-tüfeğimiz yok, siyasî gücümüz de yok, ama Rabbimiz var… Samimi kardeşlerimiz de var… Bir de duamız var… Zaten duası olmayanın neyi var? Çünkü: “Duanız olmasaydı ne ehemmiyetiniz var”5 buyuran bir Rabbimiz var… Bu kadar var var… Bu ne kadar var var… Bu kadar varı olanı kim yok edebilir, kim yenebilir?
1-Ali İmran 173
2-Enfal 30
3-Müddessir 1
4-Taberani
5-Furkan 77