Dr Feyza Bayraktar yazdı…
Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan hemen her bireyin ortak problemlerinden biri, ‘gündem yorgunluğu’. Pandemi sonrası birçok insan hayat pahalılığının psikolojik etkilerinden bahsederken bunlara depremin travmatik yansımaları ve siyasi gelişmelerin yol açtığı kafa karışıklığı da eklendi. Birçok duygu aynı anda hissedilirken kaygı ve korku zirvedeki yerini hala koruyor.
‘Siyasetle ilgilenmiyorum’ demek mümkün mü?
Dahil olduğum WhatsApp gruplarında konuşulanlar ya da eş dosttan gelen mesaj içerikleri ışık hızıyla değişse bile konu başlığı asla değişmiyor: siyasi gündem. Sürekli olarak, televizyonda izlediğimiz ya da Twitter’dan takip ettiğimiz siyasilerden bahsediyoruz. Sanki hısım akrabamızmış gibi. Dürüst olmam gerekirse ben kendi akrabalarımı dahi bu kadar sık anmam, hatta bir kısmının hayatlarında ne olduğuna dair en ufak bir fikrim bile yok. Birçoğumuz sanki İYİ Parti’nin, CHP’nin ya da Ak Parti’nin kurmaylarıymışız gibi an ve an siyasi gündemi takip ediyor, haber kaçırma endişesiyle sürekli sosyal medya akışını güncelliyoruz.
Ergenlik yaşını geçmiş hemen herkes bir siyasi partiye üyeymiş de genel merkezden gelecek haberi bekliyormuş gibi sürekli tetikte. Yaptığımız iş, sosyal yaşantımız, romantik ilişkilerimiz ara ara önceliğimiz olsa bile gündemin akışı birçoğumuzu yine kendi hayatımızdan uzaklaştırıp siyasetin içinde aktif rol oynuyormuşuz gibi hissettiriyor. Bazılarımız bu duyguları daha yoğun hissederken, bazılarımız ise sürekli değişen gündeme olabildiğince az dahil olmaya çalışıyor.
Bu ülkede yaşayıp da “Siyasetle ilgilenmiyorum” demek hayli zor. Zaten sen ilgilenmesen bile o seni bir şekilde içine çekiyor!
Avrupa’da bir ülkede iki sene hükümet kurulamıyor ama bu konu kimsenin özel hayatında bir mesele haline gelmiyor. İnsanlar sistemin işleyişine güvendiği için sistemin işleyişinde görev alan şahıslar, sadece bir detay. Ayrıca, bir kişi görevini layıkıyla yapmadığı zaman istifa edeceği biliniyor ve insanın temel ihtiyaçlarından güvende hissetme ihtiyacı karşılandığı için insanlar kaygıyla yaşamayı öğrenmek zorunda kalmıyor.
Dolayısıyla, siyasi gündemi takip ederek ‘bilmek isteme’ ve böylece bilinmezlik karşısında ortaya çıkan kontrol etme arzusunu karşılamaya çalışma, birçok ülkede bizdeki kadar yaygın değil.
Kendi hayatımızdan çok ülkeyle meşgulüz
İnsan içinde bulunduğu sisteme güvenmediği zaman, kaygı hissetmeye başlar. Neyle karşılaşacağını bilmediği için belirsizlik karşısında mücadele vermeye çabalar. Belirsizliğin yol açtığı yoğun kaygı, beraberinde kontrol etme ihtiyacını getirir ve böylece insan kendisini gündemi obsesif şekilde takip ederken bulabilir. Bizler de özellikle son bir aydır kendi hayatımızdaki bireysel problemlerden çok ülkenin problemleriyle meşgulüz.
Birçoğumuz ne kadar yorulsak da başımızı çevirdiğimiz an unutmaktan ve rehavete kapılıp -deyim yerindeyse- birileri tarafından arkamızdan vurulmaktan endişe ediyoruz. Son bir aydır şahit olduklarımıza bakacak olursak, tüm bu endişelerimizin gerçekleşme olasılığının yüksek olduğunu da söyleyebiliriz.
Bu kaygı ve korku hayra alamet değil
El ele verip üzerimizde hissettiğimiz duygusal enkazdan çıkmaya çalışırken günlük konuşmalarımızda dilimize yapışan, “Tutuklarlarsa tutuklasınlar” cümle kalıbından da acilen kurtulmaya çalışmalıyız. Bilmiyorum sizler ne sıklıkla bu cümleyi duyuyor ya da kullanıyorsunuz ama tüm yasalara uyan, zor geçinen, sıradan vatandaşlardan bazıları bile bu cümle kalıbını sıklıkla kullanır oldu.
Örneğin, bir arkadaşım beni arıyor ve gündemle ilgili konuşurken ülkemizdeki bazı yöneticilerden şikâyet ediyor. Şikayetinin sonunda da, “Yeter artık korkarak yaşamaktansa onurumla içeride otururum” diyor. Tanıdığım biri masum bir tweet yazıyor, sonra korkup siliyor ve bunu yaptığı için de kendinden utanıyor.
Bahsettiğim bu insanlar namuslu, vatansever, çalıp çırpmayan, vergisini veren, ay sonunu zor getiren, tüm trafik kurallarına uyan, özetle fazlasıyla düzgün insanlar…Bu insanlar bile telefonunun dinlendiğini varsayıp yöneticilerden bazılarının icraatlarını -arkadaşına- eleştirdi diye içeri alınacağı endişesi duyuyorsa ya da yazdığı masum bir tweetten dolayı yargılanacağı telaşına kapılıyorsa, burada bir problem var demektir. Bu insanların hepsi paranoid kişilik olup aynı hezeyanı paylaşmadığına göre anlaşılan o ki zaman içinde bir şekilde insanımızın içine işleyen korku ve kaygı günlük rutine yansımış ve bazısının genel duygu durumunu olumsuz yönde etkilemeye başlamış.
Bu endişe tam olarak ne zaman ve ne şekilde sıradan vatandaşın bile zihnine yerleşti bilmiyorum ama insanların kendi vatandaşlık haklarını öğrenmesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunu unutmaması gerek.
İnsanların güvenceye ihtiyacı var
Haksızlığa maruz kalma korkusu hisseden insanlar yönetilemez, bastırılır. Bastırılan insan öfke biriktirir. Korkudan utanmak da öfkeyi besler. Ve o öfke bir gün kontrol edilemeyecek duruma gelir.
Kaygı ve korkunun manipüle edilip öfke topuna dönüşerek kontrolden çıkmasına izin veremeyiz. Görünen o ki insanımızın yasaları çiğnemedikçe cezalandırılmayacağına dair güvenceye ihtiyacı var. Yani insanımız hiç kimsenin keyfine göre bir başkasını, herhangi bir şekilde cezalandırmayacağından emin olmak istiyor.
Şu an birçok kişi, ilkokulda zorbalık uygulayan bir grup öğrencinin hedefi haline gelmemek için görünmez olarak hayatına devam etmeye çabalıyor gibi davranıyor. Mevcut durumdan da mutsuz. Biraz da bu yüzden gündemi takip ederek kendisini biraz daha kontrolde hissetmeye çalışıyor diyebiliriz. Bazısı ise bu kaygıyı taşımak ağır geldiği için gündemde olup biteni tamamen yok sayma yolunu seçebiliyor.
Ne yapmalıyız?
İster gündemi takip etme ister olanları yok sayma, baş etme mekanizmamız ne olursa olsun hepimiz çok yorulduk. Hepimizin bir şekilde canı yandı.
Geçenlerde aklına fikrine güvendiğim bir dostumla sohbet ederken aramızda şöyle bir konuşma geçti: “Dünya gerçekten bizi kıskanıyordur. Bu kadar travmaya rağmen hala ayakta durabiliyor olmamız bizim mucizemiz.”
Doğru, biz mucizeler yaratan bir milletiz ama artık gündem yorgunluğu işlevselliğimizi olumsuz yönde etkilemeye başladı. Kendimizi ne kadar korumaya çalışsak da gündem -özellikle siyasi gündem- bir yerden bizi içine çekiyor. Engel olamıyoruz.
Yeni travmalara maruz kalmaktansa mevcut yaralarımızı sarmalıyız. Son haftalarda sık sık dile getirdiğim gibi güvende hissetmeye ve kaygılarımızın giderilmesine ihtiyacımız var. Tüm yöneticilere düşen görev, bunu sağlamak. Bunca yaşanan acıdan sonra bunu bizlere borçlular.
Bu noktada biz vatandaşlara düşen görev ise duyarlılığımızı, cesaretimizi, duruşumuzu ve umudumuzu asla kaybetmemek.
Bir de tabii gündem yorgunluğu içinde ayakta kalmaya çalışırken depremzede kardeşlerimizi ihmal etmeyelim. Unutmayalım ve asla unutturmayalım.