Her Davetçi; Etrafındakiler İçin Bir Rahmettir

Eklenme Tarihi: 25 Eki 2016
5 dk okuma süresi

Örneğimiz Hz. Muhammed Mustafa’dır, her konuda yolumuza ışık tutmak için gönderilmiş en güzel örnek: Usvetu’n Hasene! Ama bu yazımızda değineceğimiz konunun Allah Rasulü’nün hayatında öyle bir ayrıcalığı vardır ki; DAVETÇİLİK O’NUN MESLEĞİDİR, ayrılmaz vasfı ve hatta hayat gayesi! İnsanlığın kurtuluşu için vazifelendirilmiş ve ömrünü Allah’a davete adamış bir peygamberin ümmetiyiz.

Hamd; merhamet ederek insanlığa hidayet rehberi gönderen ve hidayeti ile gönüllerimizi aydınlatan Allah’a, Salât ve Selam da; ümmetinin kurtuluşu için gece-gündüz davet eden ve mücadele eden örneğimiz Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in üzerine olsun.

Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelen vahiyde, Alak Sûresi’nin ilk ayetlerinde verilen ‘oku’ emrinin ardından gelen ayetler O’na vazifesini bildiriyordu. O, insanları müjdelemek ve korkutmak için gönderilmiş bir elçiydi.1 Efendimiz dünyevi ve uhrevi kurtuluşun yollarını göstermeye gelen bir rehberdi.

Efendimiz; önce en yakınlarından başlayarak dalga dalga büyüyen bir davet halkası ile Allah’tan gelen rahmeti tüm insanlığa ulaştırmak için hayatını ortaya koymuştur. Aslında O, Allah’ın insanlığa uzattığı rahmet eliydi ama kalpleri kararmış insanlar bu büyük nimeti görmek istemediler ve O’nunla mücadeleye giriştiler. “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik”2 ayetinden de anlaşılacağı üzere o insanlığa rahmet olarak gönderilmişti ama o gün bu gündür insanların birçoğu bunun bir rahmet olduğunu anlamak istemedi. Bu, rahmet olarak gönderilmiş bir peygamber için elbette moral bozucu bir durumdur. Anlaşılmamak, reddedilmek, yalnızlaştırılmaya çalışılmak… Hiçbir menfaat talep etmeden muhataplarının mutluluğu ve kurtuluşu için çalışan bir kişi için, bu durum kabul edilebilir bir muamele değildir. Bu duruma sabretmek elbette zordur. İnsanın; “ben sizin iyiliğiniz için çalışıyorum ne haliniz varsa görün” diyesi gelir. Ama Efendimiz böyle demedi. Kendisini taşlayanlar hakkında bile; “Ya Rabbi onlar bilmiyorlar” diyordu.

Şöyle bir düşünün; bazı insanlarla karşı karşıyasınız: Çölde kalmışlar, açlar, susuzlar, yollarını kaybetmişler; nereye gittiklerini bilmeden bir o tarafa bir bu tarafa gidiyorlar, bu gayretleri ile ne doyuyorlar, ne ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlar ne de başka bir fayda elde ediyorlar. Bunu haber alan o ülkenin padişahı bu insanların bu şekilde helak olmaması için onlara bir rehber göndermek istiyor ve en güvendiği elçisini onlara göndererek; o insanlara sarayının yolunu göstermesini ve bu yolculukta onlara rehberlik etmesini, ‘saraya ulaştıklarında bütün sıkıntılardan kurtulacaklarını’ haber vermesini istiyor. Ona inanmaları için, onunla birlikte padişaha ait bir takım mühürler, deliller, su, yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlar ve bir de KILAVUZ göndermeyi de ihmal etmiyor. Bu rehber onlara ulaştığında onlardan bir kişi çıkarak ve hiçbir delil sunmadan ‘buna inanmayın sizi aldatıyor’ diyor. Bu muzdarip insanlardan bazıları da o kişiye aldanarak ve kendi hallerine bakmadan hiç bir şeye ihtiyaçları olmadığını ifade ederek “biz yolumuzu kendimiz buluruz, hem zaten aç açıkta da değiliz” diyorlar ve bu rehberi geri göndermek istiyorlar. Onunla gitmek isteyenlere de engel olmaya çalışıyorlar. Hâlbuki bu rehberin gelişi çölde savrulan bu insanlara bir kurtuluş müjdesi olmalıyken onu anlamayanlar bu büyük lütfu reddediyorlar ve saraya gitmektense çölde helak olmayı tercih ediyorlar. Bunu nasıl yorumlarsınız? Kendilerine göre özgürce (!) bir tercih yapıyorlar ama akıllıca bir davranış mı bu? Aslında tam manasıyla bir bedbahtlıktır!

Bir peygamber milletine böyle bir rahmet olarak gönderilir. Elinde kurtuluşun kılavuzu vardır kalbinde ümmetine karşı sonsuz bir merhamet! İşte böyle bir peygamberin ümmetiyiz. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir önderin izindeyiz.

Efendimiz insanlığın kurtuluşu için mücadele etmekle kalmamış kendinden sonra gelen ümmetine de bu kutsal mesleği miras bırakmıştır. O’nun mesleğini hakkıyla devam ettirebilenlerin varlığı da yakınları için bir rahmet olacaktır. İyiliği emreden, kötülüklerden ve her türlü yanlıştan sakındıran, daima hakkı söyleyen insanların varlığı o toplum için bir hayat sigortası hükmünde olur. Bir milletin içinde ne kadar hak davetçisi varsa o kadar emniyettedirler. Bu imtihan dünyasında, hayatı yanlış yaşamaktan kurtulurlar. Hatalar asgariye iner. Bir ailede İslam’ı bilen ve anlatan varsa o aile için rahmettir. Akrabalarınız içinde İslam’ı bilen, “emr-i bil maruf nehy-i anil münker” yapan bir davetçi varsa bu tüm akrabalar için bir rahmet olmalıdır, böyle görülmelidir. Kur’an-ı Kerim: “Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Rasulü’ne icabet edin” buyurur.3 Bugün hayat verecek şeylere çağıran ses, İslam davetçilerinin sesidir!

Kur’an-ı Kerim Enfal Sûresinde; “Ve sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının. Bilin ki, gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır”4 buyurur. Böyle bir azapdan sakınmanın yolu hayra davet etmek suretiyle toplumun ifsad olmasını önlemeye çalışmaktır. Çünkü toplumun büyük bir çoğunluğu; Allah’a isyanda, ahlaksızlıkta, günahta, zulümde aşırı gitmeye başladığında onların hak ettiği azapdan, öyle olmayanların kurtulması mümkün olmaz. Azap, hepsini birden bulur. Bu durumda sadece iyi olmak yetmemektedir. Yani bu ayete göre görevimiz sadece kendimizi kurtarmak değildir. Toplumun ıslahı için çalışmayanlar görevlerini yerine getirmiş sayılmazlar. Diğer taraftan toplumun ıslahı için çalışanlar ise, toplumun toptan azaba uğramasının önünde engel teşkil ederler. Bu manada bir milletin içinde İslam davetçilerin varlığı ve çokluğu o toplum için rahmettir. O halde toplum İslam davetçisi yetiştirmekten her ne olursa olsun vazgeçmemelidir.

Kıymetli kardeşlerim! Bugün Türkiye’de oluşturulmaya çalışılan atmosfer sebebiyle İslam’a yani gerçek manasıyla dünya ve ahiret kurtuluşuna çağıran İslam davetçileri sanki felakete davet ediyorlarmış gibi kaçınılan insanlar olmamalıdır. Sadece bu gaye için kurulmuş vakıflar, insanların kapısından girmeye korktuğu binalara dönüşmemelidir. Bir Müslümanın İslam’dan, yani Allah’tan; O’nun saf-temiz medeniyetinden kaçması akıl alır bir durum değildir. Şu memlekete kurtuluş getirecek ve bu badirelerin atlatılmasını sağlayacak olan yine elbette ki Allah’ın kılavuzudur. O halde bu kılavuza göre hareket eden İslam davetçilerinin de kıymeti bilinmelidir.

Ecrini sadece Allah’tan umarak, başka hiçbir menfaat beklemeden bir insanın kurtuluşu için mücadele etmek Peygamber mesleğidir. Bugün bazı samimi Müslümanların peygamber mesleğini ihya etmeye çalışmalarının nesine şaşıyoruz. Efendimizin yaptığını biz neden yapmayalım! O’nun ömrünü feda ettiği davaya, biz neden vaktimizi gençliğimizi, ömrümüzü koymayalım! Herkes etrafındaki İslam davetçilerinin kıymetini bilmelidir. Ailesinde hakka davet eden yoksa bundan yoksun olduğu için üzülmelidir, ya kendisi ya evladı bu şerefe nail olsun diye çalışmalıdır. ‘Böyle bir zamanda mı?’ diyorsunuz. ‘Evet’ tam da böyle bir zamanda! Bu kurtuluş yoluna hep beraber sarılalım. Kendimizi sigortalayalım. Başka tehditlerden değil, hakka karşı çıkanların artması sebebiyle Allah’tan gelebilecek azap tehdidinden korkalım.

Hakka davet eden olmaktan da hakka davet edenlere destek olmaktan da korkmayalım. Sadece Allah’tan korkalım.

Allah’a emanet olunuz…

1. Nisa, 165 2. Enbiya, 107 3. Enfal, 24 4. Enfal, 25