"Allah, aranızdaki iman edip iyi ameller işleyenlere, kendilerini tıpkı daha önceki mü'minler gibi yeryüzünde egemen kılacağım, kendileri için seçtiği dinlerini sarsılmaz temellere oturtacağını ve korkularını güvene dönüştüreceğini vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Bundan sonra kâfir olanlara gelince, onlar yoldan çıkmışların ta kendileridirler." | Nur Suresi 55. Ayet
Bu, yüce Allah'ın Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- ümmetinden iyi ameller işleyen mü'minlere kendilerini yeryüzüne egemen kılacağına, kendileri için seçtiği dinlerini, hayat sistemlerini sarsılmaz temellere oturtacağına ve korkularını güvene dönüştüreceğine ilişkin vaadidir. Bu, Allah'ın vaadidir. Allah'ın vaadi ise, gerçektir. Allah'ın vaadi yerine gelir. Ve Allah vaadinden dönmez. Peki bu imanın ve yeryüzüne egemen olmanın gerçek mahiyeti nedir?
Kuşkusuz Allah'ın vaadinin gerçekleşmesine gerekçe olan iman gerçeği, insanın tüm hareketlerini içine alan, tüm hareketlerini yönlendiren büyük bir gerçektir. Bu iman bir kalbe yerleşir yerleşmez tümü de Allah'a yönelik olmak üzere derhal çalışma, hareket, onarma ve inşa etme şeklinde kendini açığa vurur. Bunu yapan kişi Allah'dan başkasını memnun etmeyi düşünmez. Bu, Allah'a itaat etmenin, büyük-küçük her konuda onun emrine kayıtsız şartsız teslim olmanın ifadesidir. Bu durum gerçekleştikten sonra nefiste bir arzu, kalpte bir ihtiras ve Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- yüce Allah'dan getirdiği mesaja uymaktan başka fıtratta bir eğilim kalmaz.
Bu iman; nefsin düşüncelerinden, kalbinin duygularından, ruhun özlemlerindén, fıtratın eğilimlerinden, bedenin faaliyetlerinden, organların işleyişlerinden, ailesinde ve insanlar arasında Rabbinè yönelik tavırlarına kadar, insanı her yönüylé kaplar. Bütün bunlarda insanın Allah'a yönelmesini sağlar. Bu hu$us yüce Allah'ın mü'minleri yeryüzüne egemen kılmasının, dini sağlam temellere oturtmasının ve korkuların güvene dönüşmesinin gerekçesi olarak aynı ayetteki şu cümlede somutlaşmaktadır.
"Bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar."
Çirkin farklı şekilleri ve türleri vardır. Bir hareket veya bir düşünceyle Allah'dan başkasına yönelmek Allah'a ortak koşmanın türlerinden biridir.
Bu iman eksiksiz bir hayat sistemidir. Allah'ın emrettiği her şeyi içerir. Sebepleri oluşturma, hazır bulunmak, sebeplere sarılma, yeryüzündeki büyük emaneti, yeryüzüne egemen olma emanetini yüklenmeye hazırlıklı olmak gibi yüce Allah'ın emrettiği hususları kapsamına alır.
Peki yeryüzüne egemen olmanın gerçek mahiyeti nedir?..
Kuşkusuz bu, salt bir hükümranlık, üstünlük, galiplik ve hakimiyet değildir. Bu egemenlik saydığımız tüm unsurları ıslah etme, onarma, yapma, yüce Allah'ın insanların uyması için belirlediği hayat sisteminin gerçekleşmesi ve bu yolla yeryüzünde kendisi için takdir edilen ve yüce Allah'ın kendisine bahşettiği onura yaraşan olgunluk düzeyine ulaşma uğruna kullanılması şartına bağlıdır.
Yeryüzüne egemen olma; onarma ve ıslah etme gücüne sahip olmadır, yıkma ve bozmaya değil. Adalet ve huzuru sağlama imkânına sahip bulunmadır, zulüm ve baskıya değil. İnsanlığı ve insanlık düzenini üstün bir düzeye ulaştırmaktır, fert ve toplum olarak insanlığın hayvanlık düzeyine yuvarlanmasına neden olmak değil.
İşte bu egemenlik, yüce Allah'ın iyi işler yapan mü'minlere vaadettiği bir husustur. Yüce Allah'ın istediği sistemi kursunlar, O'nun dilediği adil düzeni uygulasınlar ve yüce Allah'ın yarattığı günden itibaren kendilerine belirlediği olgunluk düzeyine insanlığı ulaştırsınlar diye onları da yeryüzüne egemen kılacağını söz vermiştir. Sırf bir hükümranlık kurup. yeryüzünde bozgunluk yapan, yeryüzünde fuhuş ve zorbalığı yaygınlaştıran, insanlığı hayvanlık düzeyine indirenler, yeryüzüne Allah tarafından egemen kılınmış kimseler değildirler. Onlar elde ettikleri bu yetki ile sıvanmaktadırlar. Ya da yüce Allah'ın planladığı bir hikmet uyarınca başlarına musallat oldukları kimseler onların hükümranlıklarına girmekle sıvanmaktadırlar.
Yeryüzüne egemen olmanın gerçek mahiyetine ilişkin bu anlayışın delili arkasından gelen yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Kendileri için seçtiği dinlerini sarsılmaz temellere oturtacağını vaadetti."
Dinin yeryüzünde sağlam temellere oturması; kalplere yerleşmesi, hayatı düzenleyip yönlendirecek konuma gelmesi ïle gerçekleşir. Şu halde yüce Allah onları yeryüzüne egemen kılmayı ve kendileri için seçtiği dinin hükümran olmasını vaadetmiştir. Dinleri ise; ıslah etmeyi emrediyor, yeryüzü kaynaklı ihtirasların üstüne çıkmayı emrediyor, yeryüzünün imar edilmesini emrediyor. Bütün eylemlerde Allah'a yönelmeyi emretmekle beraber, yüce Allah'ın yeryüzüne yeraltı ve yerüstü zenginliklerinden ve enerji kaynaklarından yararlanmayı emrediyor.
"Korkularını güvene dönüştüreceğini vaadetti."
Önceleri müslümanlar çok korkuyorlardı, can güvenlikleri yoktu. Silahlarını hiç bırakmıyorlardı. Bu durum Hz. Peygamberin, -salât ve selâm üzerine olsun İslâm toplumunun ilk temelini oluşturan, Medine'ye hicret edişinin sonrasına kadar devam etti.
Bu ayet hakkında Reb'i b. Enes, Ebu Aliye'den şöyle rivayet eder: Peygamber efendimiz ve arkadaşları on yıl kadar insanları bir ve ortaksız ilah olan Allah'a, sadece O'na kulluk. sunmaya çağırıyorlardı. Bu işi de büyük bir gizlilik içinde yürütüyorlardı. Çünkü korkuyorlardı ve henüz savaşmakla da emr olunmamışlardı. Daha sonra Medine'ye hicret emri verildi. Medine'ye gidince yüce Allah savaşmalarını emretti. Çünkü orada da korku içindeydiler ve sabah akşam silahlarını beraberlerinde taşıyorlardı. Yüce Allah'ın dilediği kadar bu duruma sabrettiler. Sonra arkadaşlarından biri Peygamber efendimize -salât ve selâm üzerine olsun- "Ya Resulullah, hep böyle korku içinde mi yaşayacağız? Güven içinde dolaştığımız, silahlarımızı bıraktığımız bir gün görmeyecek miyiz?" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- "Biraz daha sabredeceksiniz, ondan .sonra herhangi biriniz, tek bir demir parçası bile bulunmayan büyük bir kalabalık arasında oturabilecektir" buyurdu. Daha sonra yüce Allah bu ayeti indirdi. Allah Peygamberini Arap Yarımadası'na egemen kıldı. Böylece güvenli bir ortama kavuşup silahlarını bıraktılar. Sonra yüce Allah Peygamberini -salât ve selâm üzerine olsun- katına aldı. Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman dönemlerinde de güven içinde yaşadılar. Daha sonra ne olduysa oldu, Allah tekrar içlerine bir korku saldı. Güvenlik amacıyla korumalar ve bekçiler edindiler. Tutumlarını değiştirdiler, Allah da durumlarını değiştirdi."
"Bu aşamadan sonra kâfir olanlara gelince onlar yoldan çıkmışların ta kendileridirler."
Allah'ın belirlediği şartın, verdiği sözün, yaptığı sözleşmenin dışına çıkmışlardır. Kuşkusuz Allah'ın verdiği söz bir kere gerçekleşti. Müslümanlar Allah'ın ,koştuğu şartı yerine getirirlerse Allah'ın verdiği söz her zaman için gerçekleşir yerine gelir. Allah'ın koştuğu şart şudur:
"Bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar."
Ne bir düzmece tanrıyı ne de bir istek ve arzuları bana ortak koşarlar. Gereği gibi inanır, iyi işler yaparlar. Yüce Allah'ın bu vaadi, kıyamete kadar bu ümmetten Allah'ın belirlediği şartı yerine getiren herkes için geçerlidir. Allah'ın koştuğu veya yüklediği sorumluluklardan herhangi birinin gecikmesi yüzünden zafer, yeryüzüne egemen olma, dinin, hayat sisteminin sağlam temellere dayanması ve korkuların güvene dönüşmesi uzun zaman alabilir. Böylece İslâm ümmeti musibetlerden yararlanır, imtihanı başarıyla geçer. Korku duyar, bu yüzden güvenlik ister. Aşağılanır, bu yüzden onur ve üstünlük ister. Başkalarının hükümranlığına maruz kalır bu yüzden Allah adına yeryüzüne egemen olmayı arzular... Bütün bunlar yüce Allah'ın dilediği yöntemlerle, yine yüce Allah'ın koştuğu şartlara bağlı olarak gerçekleşir. Böylece yüce Allah'ın değişmez vaadi yerine gelir. Yeryüzü menşeli güç odaklarının hiçbiri bu vaadin gerçekleşmesine engel olamaz.
Bunun için, yüce Allah'ın vaadi üzerine namaz kılmaya, zekât vermeye ve itaat etmeye·ilişkin bir emirle, bir de Peygamberimiz ve ümmetinin, kendilerine ve yüce Allah'ın kendileri için seçtiği dine karşı savaşan kâfirlerin gücünü abartmamalarına ilişkin bir değerlendirme yer alıyor.