İnsan hakları, İslam ülkeleri ve Doğu Türkistan

Çin, burayı işgal ettikten sonra adını Sinkiang (Sincan -Yeni Ülke) diye değiştirdi. Şimdi uluslararası kurumlarda da daha çok bu isimle anıldığı için Türkiye’deki haber kaynaklarında da çoğu zaman bu isim kullanılıyor.  Doğu Türkistan, Çin işgaline girdiği tarihten bu yana sürekli zulüm görüyor. Ancak son dönemde Çin yönetiminin bu bölgeyle ilgili sistematik birtakım zulüm programları uyguladığı … İnsan hakları, İslam ülkeleri ve Doğu Türkistan Devamı »

Eklenme Tarihi: 13 Eki 2022
3 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 13 Eki 2022

Çin, burayı işgal ettikten sonra adını Sinkiang (Sincan -Yeni Ülke) diye değiştirdi. Şimdi uluslararası kurumlarda da daha çok bu isimle anıldığı için Türkiye’deki haber kaynaklarında da çoğu zaman bu isim kullanılıyor.

Doğu Türkistan, Çin işgaline girdiği tarihten bu yana sürekli zulüm görüyor. Ancak son dönemde Çin yönetiminin bu bölgeyle ilgili sistematik birtakım zulüm programları uyguladığı biliniyor. Bu zulüm programlarının amacı ise bölgenin Müslüman halkını kimliksizleştirmek, kendi tarihinden, geleneklerinden, inancından ve değerlerinden koparmaktır.

Çin diktatörlüğü son dönemdeki sistematik zulüm uygulamalarına kendince birtakım kılıflar uydurmaya çalıştı. Bir dönem “eğitim” kılıfını kullanarak kurduğu kamplara topladığı insanlara eğitim verdiği iddiasında bulundu. Oysa bu kampların gerçekte birer işkence kampları olarak kullanıldığı muhtelif insan hakları kuruluşlarının raporlarında dile getirildi.

Yine çocukları ailelerinden koparmak ve ailelerde verilen İslami eğitimin önüne geçmek amacıyla benzer kılıflardan yararlanmaya çalıştı. Son dönemde ise bulaşıcı hastalıklara karşı karantina uygulamasına başvurduğu iddiasında bulundu. Ancak bu karantina uygulamasında bölgedeki insanların çevreyle irtibatının kesildiği, gıda desteği almalarının önüne geçildiği ve böylece kuşatmaya alınan insanların açlığa ve sefalete mahkum edildiği yine muhtelif insan hakları kuruluşlarının raporlarında dile getirildi.

Çin’in Doğu Türkistan’daki Müslüman halka yönelik zulüm ve işkence kamplarının, insan hakları ihlallerinin soruşturulması için BM İnsan Hakları Konseyi’ne bir teklif verildi. Yaklaşık bir hafta önce gerçekleştirilen oylamada teklif, 19 ülkenin red oyu vermesi sebebiyle kabul edilmedi. Toplamda 47 üyesi bulunan BM İnsan Hakları Konseyi’ne üye ülkelerden 19’u red, 17’si kabul oyu verirken, 11’i de çekimser kalmıştı.

Fakat hadisenin belki Doğu Türkistan halkına ve bu arada tüm İslam dünyasına en çok dokunan tarafı red oyu verenlerin büyük çoğunluğunun “İslam ülkesi” kategorisinde sayılan ülkelerin temsilcileri olmasıydı.

Red oyu kullanan 19 ülkeden, 12’si İslam ülkesi olarak nitelendirilen veya nüfuslarının en büyük kesimini Müslümanların oluşturduğu ülkelerden. Bunlar da, Endonezya, Pakistan, Özbekistan, Kazakistan, Sudan, Senegal, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Moritanya, Kamerun, Fildişi Sahili ve Gabon. Red oyu verenlerden Eritre de her ne kadar resmi istatistiklere göre hıristiyanların çoğunlukta görüldüğü bir ülke sayılsa da, bağımsızlık savaşını Müslüman halkların yıllarca sahiplendiği ve desteklediği bir ülke durumunda.

Çekimser kalanlar arasında da birçok İslam ülkesi var. Gambiya, Benin, Libya ve Malezya da İslam ülkeleri kategorisine dahil edilen ve oylamada çekimser kalanlardan.

Kabul oyu verenler arasında ise sadece bir tane İslam ülkesi var, o da Somali.

Eğer ki çekimser kalan veya red oyu veren “İslam ülkeleri”nden sadece iki tanesi, lehte oy vermiş olsaydı teklif kabul edilmiş olacaktı.

Doğu Türkistan’daki Müslüman Uygur halkın haklarını savunmak amacıyla kurulmuş olan sivil toplum kuruluşları bundan önce muhtelif vesilelerle yaptıkları açıklamalarda İslam dünyasına çağrıda bulunmuş ve Doğu Türkistan’da Çin zulmü altında ezilen, işkenceye maruz bırakılan halkı yalnız bırakmamalarını, onların davalarına destek vermelerini, seslerini ve çağrılarını duymalarını istemişlerdi.

Doğu Türkistan’la ilgili olarak BM İnsan Hakları Konseyi’ndeki oylamada ortaya çıkan manzara İslam dünyası açısından gerçekten yüz kızartıcı ve içler acısı bir durumdur. Ancak bu manzara aynı zamanda İslam dünyasındaki yönetimlerin Müslüman halkları temsil etmediğini ve onların duyarlılıklarını taşımadığını göstermesi açısından da dikkat çekicidir.