Davet görevi, bizzat Allah Celle Celaluhu’nun bize yüklediği, Rasullerinin de bize örneklik teşkil etsin diye evvela kendilerinin uyguladığı, insanların kurtuluşuna vesile olmakla aslında kendi kurtuluşumuzu sağlayacağımız kutsal bir görevdir. İslam’a davetin tarihi seyrine bakılırsa geçmiş dönemlerden bu günlere gelinmesinde birçok zorluklarla karşılaşılmıştır. Bu anlamda denilebilir ki her dönemin kendine özgü özellikleri ve zorlukları elbette vardır. Ancak insanlara gereksiz meşguliyetler üreten ve akıllarını örten modern çağda davetçilik görevini yapmak, manevi boşluklar içerisindekileri davaya kazandırmak hiçte kolay değildir. İnsanların, kalabalıklar içerisinde alabildiğine yalnızlaştığı, adeta kendi kabuğuna çekildiği, ferdiyetçiliğin ümmetçiliğin önüne geçtiği bu âhirzamanda davet görevini yerine getirmenin mükâfatı da ona göre olacaktır. Daha önceki sayılarımızda İslam’a davetin gerekliliği, önemi ve davetçide bulunması gereken vasıflar üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda davetin birebir yani ferdi olarak yapılması ve bunun etkisi üzerinde duracağız inşallah.
Nuh Aleyhisselam’ın kavmini “gece-gündüz, açık-gizli”1 davet etmesi de gösteriyor ki, insanların anlayabilmeleri için davetçi ana mesajı bulandırmadan birçok yöntem geliştirmek zorundadır. Hangi insana nasıl bir yöntemle yaklaşacağından tutun da, kime neyi, nasıl anlatacağına kadar geniş bir yelpazede düşünmelidir. Bu anlamda birer manevi doktor hükmündeki davetçilerin, muhataplarındaki hastalıkları teşhis ve tedavide hassas olması, bir plan ve program dâhilinde hareket etmesi gerekir. Aksi takdirde hastanın bedenen değilse de manen ölmesine, nefsin ve modern dünyanın pençesinde bir ömür kıvranmasına sebep olacağını bilmeleri gerekir.
Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hayatına baktığımızda ilk üç yılında gizli davet yapıldığını görürüz. Elbette ki bu, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in davetinde bir merhale idi. Burada özellikle muhataplarla gizli ve özel görüşmeler yapılıyor, bu kişilerle bire bir ilgilenilip meseleyi anlamaları sağlanıyordu. Öyle ki, Daru’l Erkam denilen bu ilk medresede özel ilgi ile yetişenler bir yönüyle meseleyi anlarken diğer yönüyle kendileri birer davetçi oluyorlardı. Aynı zamanda ilk çekirdek kadronun teşekkülü de yine bire bir davetle kazanılmış fertlerden oluyordu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem daha sonra hem yemekli davetler tertipleyerek, hem de Safa Tepesine çıkarak toplu davetlerde de bulundu. Artık İslamî davet, ikinci merhaleye yani açık davet merhalesine girmiş bulunuyordu. Böylelikle Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in“Gelin, Le İlehe İllallah deyin, kurtulun” mesajı adeta kulakları sağır edercesine Mekke sokaklarında ve evlerde yankı buluyordu. Bir anda İslam davası Mekke’de gündem olmuştu. O zamana kadar davet faaliyetleri gizli yapıldıysa da bir şeyler döndüğünü hisseden Mekkeliler bu açık davetle birlikte bir anlık şok yaşadılar. Sonrasında İslam’ın yayılmaması için kendilerince önlemler almaya çalışsalar da davet çalışmaları hem ferdi hem de genel davet şeklinde devam etti. Bir yandan panayırlarda topluluklara hitap edildi, diğer yandan bire bir görüşmeler şeklinde davete devam edildi. Bu gün yapılan yanlışlardan biri şudur: Ferdi davet ve özel görüşmeler hareketlerin ilk zamanlarına has bir merhale olarak görülmekte, büyüme ve gelişme sağlanınca bu tür özel görüşmelerin yerini toplu dersler almakta, birebir görüşmeler zaman kaybı gibi görülmektedir. Hâlbuki her iki davet şekli de (ferdi veya genel davet) lazımdır. Her ikisi de ayrı-ayrı öneme sahiptir ve kesinlikle yapılması gereken, ihmal edilmemesi gereken hususlardır.
Toplu davette genele hitap eden dersler ve konuşmalar yapılırken, ferdî davette kişiye özel meselelere girme olanağı vardır. Bu da o kişileri daha yakından tanıma imkânı verir, davetçi o kişinin varsa hastalıklarına vakıf olma fırsatı elde eder. Görüşme kişinin evinde veya işyerinde olabileceği gibi davetçinin kendi evinde de gerçekleşebilir. Her iki durumda da kişiyi yakından tanımış olur, sancısını ona bulaştırmış olur. Hastalığın bulaşması yakın temasta nasıl daha çok olursa, dava sancısı da yakınlık ne kadar fazlaysa o kadar hızlı ve etkili muhataba aktarılacaktır. Toplu derslerde bu yakınlığın kurulabilmesi çoğu zaman mümkün değildir. Çünkü toplu dersler biraz daha resmi bir havada geçer, insanlar resmi ortamlarda çabuk sıkılganlık gösterirler. Bire bir davette daha sıcak bir ortamda insanların içindeyken soramadığı, sormaya çekindiği şeyleri sorma imkânı bulur. Varsa şüpheleri bu şekilde giderilmeye çalışılır.
Birebir davette muhatabın tanınması ve konumuna göre bir tavır belirlenmesi kolaylaşır. “Bir gün Hz. Âişe’ye bir dilenci gelmişti. Âişe Radıyallahu Anhâ ona bir parça ekmek verdi. Sonra kılığı kıyafeti düzgün bir başka adam geldi. Onu da sofraya oturtarak yemek ikram etti. Kendisine bu (farklı) davranışının sebebini soranlara ise şöyle cevap verdi: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ‘İnsanlara mevki, makam ve seviyelerine göre muamele ediniz’2 buyurmuştur. Burada kastedilen insanlar arasında sınıfsal bir ayrım değil, daveti ulaştıracağımız insanları tasnif etme ve onlarla konuşurken hangi konuyu, nasıl aktaracağımızı belirlemedir. Arap atasözü olarak söylenen “li külli makâmin mâkâl/her makama göre bir söz vardır” sözü de bu anlamdadır. Bir ilim adamıyla, toplumun değer verdiği birisiyle konuşurken daha ilmi meselelere girilebilirken, normal seviyedeki bir kişi bu meseleleri anlamayabilir hatta kafası daha da karışabilir. Muhatabımızın seviyesini tespit etmek ve ona göre bir yöntem belirlemek, muhatabımızı yakından tanımakla, bu da bire bir davet ve ilgiyle olacaktır.
Toplu davetlerde konuşmak davetçinin biraz daha ihtisas sahibi olmasını, konuları derinlemesine bilmesini ve bir hazırlığı gerektirirken, samimi ortamda yapılan bire bir davette bu kadar ön hazırlığa ve davetçinin uzman olmasına, derin vukufiyet sahibi olmasına gerek duyulmaz. İhlâsla konuşması, muhatabıyla ilgili olması ve genel hatlarıyla da meseleyi anlatabilmesi çoğu zaman yeterli olur. Zaten muhatabındaki manevi hastalık kendisini aşan ve ihtisas isteyen bir durumsa birebir görüşme ile bunu anlamış olur ve meseleyi bilen birine havale eder. Bu anlamda denilebilir ki ferdi davet, cemaatteki tüm kardeşlerin kendisini bu hususta sorumlu hissetmesine, bu görevi yürütürken kendi zayıflıklarının farkına varmasına ve o yönünü geliştirmesine de vesile olur.
Bire bir davet için uygun, özel zamanlar belirlemeli, özellikle kişinin hastalığı, evliliği, varsa bir yakınının taziyesi gibi durumlar muhatapla görüşmek için fırsat bilinmelidir. Sıkıntılı, dertli durumlarında üzüntüsünü, mutluluk anında sevincini paylaşmak davetimizin muhatabımızda bırakacağı etkiyi daha da arttıracaktır.“Yahudilerden bir genç, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hizmet ediyordu. Genç hastalandığı zaman, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu ziyarete gitti ve başucunda oturdu. Ona ‘Müslüman ol’ dedi. O da yanında duran babasının yüzüne izin istercesine baktı. Babası da ‘Evladım Ebu Kasım’a (Peygamber Efendimizin künyesi) itaat e’ dedi ve çocuk Müslüman oldu. Evden dışarı çıkan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şunları söylüyordu: “Hamd O Allah’a mahsustur ki bu çocuğu benim vasıtamla cehennemden kurtardı.”3 Görüldüğü gibi burada gencin evinde birebir ziyaret edilmesi, hem kendisinin Müslüman olmasını sağlamış hem de babasının kalbini yumuşatıp gencin iman etmesine razı hale getirmiştir. Muhatabın iman etmesi veya Müslüman ise şuur kazanması bir davetçi için inanılmaz bir mutluluktur. O zamana kadar çekmiş olduğu sıkıntıları birden bire unutturur ve hüzünler yerini mutluluğa terk eder. Tıpkı Taif’te meseleyi anlamayıp Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i ayaktakımına ve kölelere taşlatanların yaptıklarına üzülen Hz. Peygamber’in, Addas ismindeki kendisine üzüm getiren kölenin imanına sevinmesi gibi… Bir yanda alabildiğine iftiralar, karalama kampanyaları, üzücü olaylar, diğer yanda İslam’a yönelişlerin artması, davetin meyve vermesinin getirdiği sevinç dalgaları İslam davetçisinin bünyesinde barındırmak zorunda olduğu iki zıt duygudur.
Birebir davette varsa muhatabın kabiliyetleri de keşfedilebilir, ilerde sorumluluk verilmek istendiğinde bu kabiliyeti göz önünde bulundurulabilir. Toplu görüşmelerde bunu anlamak, tek-tek kişilerin kabiliyetlerini belirlemek çok daha zordur. Ayrıca varsa kafasındaki sorulara, şüphelere daha rahat cevaplar verilebilir. Böylece o kişiye kısa zamanda uzun mesafeler aldırılabilir. Hatta davayı sadece genel sohbetlere yıllarca devam eden kişilerden bile daha iyi idrak eder hâle gelebilir
Her şey bir yana birebir davet tüm Peygamberlerin Aleyhimesselam uyguladıkları bir yöntem olması hasebiyle hem etkilidir hem de daha bereketlidir. Bazen tek kişiye anlatıp zaman kaybediyorum diye düşünülebilir ancak Allah Azze ve Celle öyle bir hayır ve bereket nasip eder ki o kişi belki bin kişiye bedel olabilir. Bazen de muhatabın daveti kabul etmeyen, karşı gelen biri olabilir, zahmete ve zaman ayırmaya değmeyen biri olabilir. Ancak onun anlaması için gösterilen gayret ve fedakârlık hürmetine Allah Azze ve Celle meseleyi anlayacak insanları nasip edebilir, hiç beklenmedik yerden rahmet rüzgârları estirip hareketin önünü açabilir. Davetçiye düşen, birebir ilgi ve davet yöntemi daha meşakkatli, zaman alıcı, zahmetli olsa da rahmetin zahmetle beraber olduğunu unutmaması ve yola devam etmesidir. Tıpkı kolaylığın zorlukla beraber olduğunu bilmesi gibi. Rabbim ihlâslı davetçilerin karşılaştığı zorlukları kolaylaştıracak, yükünü hafifletecektir inşallah.
Kaynaklar:
1)Nuh, 5-9.
2)Ebû Dâvûd, Edeb, 20.
3)Kandehlevi, Hayatussahabe, 1. cilt, 37.