İsrailli güvenilir bir kaynaktan alınan bilgilere göre İsrail’in diplomasi muhabirleri bir Mossad yetkilisi tarafından yeni JCPOA nükleer anlaşması ile alakalı brifinge davet edildi. Söz konusu anlaşmanın, Obama döneminde yürürlüğe giren 2015 versiyonuna kıyasla çok daha kapsayıcı olacağı belirtilmektedir.
Tüm ağırlığı ile uygulandığı takdirde yakın geçmişte İran’a yönelik getirilen yaptırımların neredeyse hepsinin kaldırılmasına karşılık olarak Tahran yönetiminin uranyum zenginleştime programını sonlandırması beklenen bu anlaşma neticesinde İran’ın petrol üretimi tüm hızıyla devam ederken bu petrolün yabancı şirketlere satışına izin verilmesinin yanı sıra diğer ticari anlaşma yasakları da yürürlükten kalkacak ve hatta 15 yıllık BM silah ambargosu dahi geri çekilecek.
Mossad Şefi David Barnea verdiği brifing sırasında JCPOA aleyhine konuşup bu anlaşmayı bir “yalan” ve “stratejik felaket” olarak nitelendirse de brifingin içeriğinin de işaret ettiği üzere İsrail’in istihbarat kurumu içinde farklı görüşler bulunmaktadır.
Tabii ki Barnea’nın Mossad’ın en tepesindeki isim olarak kamuya açık bir ortamda konuşurken güvenlik hususunda şahin bir görünüm vermeye çalışmış olabileceği ancak kapalı kapılar ardında daha şeffaf ve pragmatik davrandığı ihtimali de unutulmamalıdır.
Söz konusu brifing içeriği ile alakalı geniş kapsamlı bir haber Jerusalem Post tarafından yayımlandı ve bu çalışma nükleer anlaşma ile alakalı dünyada bugüne kadar yayınlanan en detaylı gazetecilik çalışması oldu. Ortalıkta dolanan fısıltıların birçoğu Axios tarafından da doğrulanırken çok sayıda haber ajansı söz konusu anlaşmanın önümüzde cuma gibi yakın bir zamanda halka ilan edileceğini söylemektedir.
İran ile nükleer anlaşmanın detayları
Jerusalem Post’un haberine göre anlaşma toplamda 165 güne yayılacak dört ayrı aşamadan oluşmaktadır. İlk gün JCPOA üyesi devletlerin anlaşmayı imzalaması ile başlayacak ancak 2018 yılında tek taraflı olarak bir önceki anlaşmadan çekilen ABD, bu yeni anlaşmanın tüm maddeleri uygulamaya girene kadar resmi bir taraf olarak kabul edilmeyecek.
Anlaşmanın kritik bir maddesi gereğince İran, Washington yönetiminin belirli yaptırımları kaldırması karşılığında bugüne kadar geçmişteki takaslara dahil etmediği iki Amerikalı esiri teslim edecek.
Ben geçmişte bu iki esir hakkında bazı çalışmalar yayımladım. Kısaca bahsetmek gerekirse, Siamak Namazi ve babası Baquer Namazi, Daily Beast tarafından servis edilen ‘The Shady Family Behind America’s Iran Lobby (Amerika’nın İran Lobisinin Arkasındaki Karanlık Aile)’ başlığıyla kasten provakatif bir şekilde yayımlanan araştırmacı gazetecilik çalışmasının ardından neredeyse on yıl önce İranlı istihbarat ajanları tarafından tutuklanmıştı.
Bu esirlere karşılık olarak Başkan Biden, Donald Trump tarafından imzalanan başkanlık emirlerini iptal ederek 17 bankaya yönelik uygulanan yaptırımları kaldıracak ve böylece Güney Kore hükümeti tarafından dondurulan 7 milyar dolar değerindeki İran varlıkları serbest kalacak.
Anlaşma kapsamında İran yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum elde etme faaliyetlerine son verecek ve sınır olarak yüzde 20’yi geçmeyecek. Buna ilaveten İran’ın nükleer programının faaliyetlerinin büyük çoğunluğunu denetlemesine müsaade edilmeyen Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu denetimlerine kaldığı yerden devam edecek.
Bu zikredilen hükümlerin yerine getirilmesinden beş gün sonra Biden hükümeti JCPOA anlaşmasını Amerikan Kongresinin onayına sunacak. Senatonun bu anlaşmayı oy çokluğu ile kabul etmemesi halinde Biden bu kararı veto edecek. Muhalefetin başkanlık vetosunu iptal edebilmesi için gerekli 2/3’lik oran yakalanamazsa anlaşma yasalaşmış olacak.
Biden daha sonra anlaşmanın mutabakat sağlanan diğer tüm maddelerini uygulamaya başlayacak ve ilk olarak Trump’ın başkanlık emri ile yürürlüğe aldığı yaptırımlardan çok daha kapsamlı ve yıkıcı etkilere sahip Kongre onaylı bir dizi yaptırımı iptal edecek.
Amerikan Kongresindeki İsrail yanlısı demokrat kesim şimdiden bu anlaşmayı sabote etmek için kolları sıvadı. Bu grup başkana bir mektup yazarak rahatsız oldukları başlıkları iletti. Bu mektuba imza atan vekillerin isimleri kamuoyu ile paylaşılmadı ancak sayılarının 40 olduğu biliniyor. İsrail lobisi yani resmi ismiyle AIPAC’in bu grubun üyelerini desteklemek için milyonlarca dolar harcadığı tahmin ediliyor.
Şimdi sıra aldıkları paranın karşılığını vermesi beklenen vekillerde. Bu lobi faaliyetlerinin büyük bir kısmı, İsrail’i açıktan sert dille eleştirmeleriyle bilinen Bernie Sanders ve Alexandria Ocasio Cortez gibi ‘ilerici (progressive)’ cenahın başarısını frenlemek isteyen milyarder cumhuriyetçiler tarafından fonlandı.
Anlaşmanın imza tarihinden 60 gün sonra, taraflar bir araya gelerek anlaşmanın yenilendiğini BM ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na resmen ilan edecek.
Bu adım atıldıktan sonra ABD, İran’ın yaptırımlardan geçici süreyle muaf tutulmasına müsaade ederek Tahran yönetiminin dünya piyasasına 50 milyon varil petrol satmasının önünü açacak ve buna ilaveten havacılık ve enerji üretimi alanlarındaki ticaret görüşmelerini engellemekten vazgeçecek.
İran ise bu adımlara karşılık olarak uranyum zenginleştirme oranını %5’ten fazla olmayacak şekilde kabul ederek Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının ülkedeki nükleer tesisleri denetleme görevine eksiksiz şekilde devam etmesine izin verecek.
Anlaşmanın ilk imzalandığı günden 4 ay sonra ise İran ve ABD yapacakları açıklama ile anlaşma metninin orijinal hükümlerine eksiksiz riayet edileceğine dair resmi taahhüt verecek.
Karşılıklı resmi taahhüt onayından sonra İran aynı gün içinde daha önce Tahran yönetiminin 2018 yılında Trump hükümetinin tek taraflı olarak nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından bir tepki olarak faaliyetleri hakkında bilgi vermeyi reddettiği şüpheli nükleer tesislere yönelik Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın soruşturmaya eksiksiz bir şekilde yol verecek. İran’ın uluslararası makamlara gerekli malumatı sağlamasının ardından resmi soruşturma kapatılacak (bu madde görüşmeler sırasında İran tarafının en büyük taleplerinden birisiydi).
Bu safhada İran uranyum zenginleştirme oranını %4’ün hemen altına düşürecek ve 2018 krizi sonrasında kurulan ülkedeki en ileri teknolojili santrifüjleri de kapatacak.
ABD ise buna karşılık olarak tüm “ikinci derece yaptırımları” yürürlükten kaldıracak, İran Devrim Muhafızları hariç bazı İranlı grupları terör listesinden çıkartacak ve küresel şirketlere İran ile tüm alanlarda ticaret yapılmasına müsaade edildiğine dair bilgi verecek.
165. yani son günde ABD tüm yaptırımları kaldırdığını ilan ederken İran ise tüm nükleer kısıtlamaları hayata geçirecek. Biden hükümeti yukarıda zikredilen BM silah ambargosunu kaldıracak ve İran ile JCPOA’ya imza atan devletler arasında tüm alanlarda ticaret yapılmasına müsaade edecek. İran da buna karşılık olarak ülkedeki tüm uranyum zenginleştirme faaliyetlerine son verecek.
Orijinal JCPOA anlaşmasının ‘gün batımı’ maddeleri olduğu gibi geçerli sayılacak yani uranyum zenginleştirilmesi ve santrifüjler dahil olmak üzere ileri teknolojili üretim metotları ile alakalı yasaklar ilerleyen yıllarda kalkacak ve 2030 yılına gelindiğinde de tüm anlaşma hükümsüz sayılacak.
Bu nokta biraz endişe verici olduğu için büyük ihtimalle cumhuriyetçi cenah tarafından demokratlara karşı kullanılacak bir silah işlevi görecektir. Fakat şunu belirtmekte fayda var ki sadece iki yıllık bir pazarlık sürecinin ardından JCPOA anlaşması yenilenebiliyorsa anlaşmanın sona ereceği 2030 yılına kadar sürenin uzatılması veya tamamen yeni bir anlaşma üzerinde uzlaşılması da mümkündür.
İsrail’in sönük tepkisi
Halihazırda İsrail’de görev başındaki merkez-sağcı hükümet, selefinin İran nükleer anlaşması ile alakalı görüşlerinden çok daha farklı bir yol izlemektedir. Bir taraftan Netenyahu açık bir şekilde anlaşmaya karşı tarafları aynı çatı altında birleştirmeye çalışıp anlaşmayı sabote etmek için elinden geleni yaparken diğer taraftan Başbakan Lapid bu anlaşmanın imzalanacağını istemese de sineye çekmektedir.
Hatta Lapid’in gelinen noktada hasar kontrolü ile meşgul olduğu ve içine düştüğü durumdan en az zararla çıkmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. İsrail tarafındaki bu vaziyet Biden açısından çok hoş karşılanmakta ve anlaşmanın eninde sonunda hem Amerikalılar hem de İsrailliler tarafından kabul edilmesi beklentilerinin eline oynamaktadır.
Ancak İsrailli yetkililer bugüne kadar her fırsatta nükleer anlaşmayla birlikte askeri seçeneğin de masada kalmaya devam etmesinden yana olduklarını gür bir şekilde ifade etti. Açıkçası tüm tarafların yapılan anlaşmaya riayet ettiği bir ortamda böyle bir seçeneğe neden ihtiyaç olduğu anlaşılması zor bir sorudur. Bu türde bir talep hiç süphesiz İsrail’in iç politikasına yönelik bir hamleden başka bir şey değildir. Lapid, muhalefetteki Likud partisinden daha az İran karşıtı olarak görülmeyi kabul edemez.
Önümüzdeki dönemde İsrail’in İran’ın anahtar asker ve nükleer bilim adamlarını suikastlerle öldürme faaliyetlerinin devam ettiğini ve hatta belki de dozunun artacağına şahit olabiliriz. Mossad da benzer şekilde İran’ın istihbarat kurumlarına sızma operasyonları ile dini rejimi zayıflatmak için İran halkı arasında ayrılık ve güvensizlik tohumları ekme faaliyetlerine olduğu gibi devam edecektir.