Yedi uluslararası yardım görevlisinin İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği drone saldırısında öldürülmesi, bu çatışmada giderek daha fazla dönüm noktasıymış (yakında askeri de olacak diplomatik ve siyasi bir dönüm noktası) gibi hissettiriyor.
Henüz yaşananlara dair tüm gerçekleri bilmiyoruz ve İsrailli yetkililerin neler olduğuna dair şeffaf ve doğru bir açıklama yapacağına güvenmek zorundayız.
Saldırı, bir bombardımanın istenmeyen hasarı olmadığından, kesinlikle kasıtlıydı. O halde açık görünen şey, bunun “bir yanlışlık” olarak, bir İsrail sözcüsünün ifadesiyle “savaş cehennem olduğu için” meydana gelen türden bir hata olarak açıklanamayacağı. Bu durum, İsrail yönetiminin bu savaşı nasıl bir kayıtsızlıkla yürüttüğünü gözler önüne seriyor.
İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) sivillerin mümkün olduğunca korunduğuna dair giderek daha göstermelik hale gelen iddialarına rağmen, durumun böyle olmadığı açık. IDF ve Netanyahu’nun halkla ilişkiler görevlileri kıtlık tehlikesi olmadığını ve yardımların ulaşmasında herhangi bir engel bulunmadığını söylerken bile akıllı telefonlarımızda ve televizyon ekranlarımızda devasa yıkım manzaralarını ve yetersiz beslenmeden ölen çocukları görüyoruz. Hamas ne kadar kötü olursa olsun tüm bunlar Hamas propagandası diyerek görmezden gelinemez.
Bir yardım güzergahında açıkça hedef alınmış konvoyun yanmış kalıntıları her şeyi anlatıyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun küresel çaptaki büyük öfkeye yanıt verdiği, TV’de yayımlanan video da öyle. Omuz silkerken ve dünyaya bu tür şeylerin savaş zamanında olduğunu hatırlatırken dudaklarında bir tür sempatik gülümsemenin dolaştığı tuhaf bir olay.
Sanki Birleşik Devletler’in, Avrupa Birliği’nin, Avustralya’nın, Britanya’nın ve diğerlerinin dış politikasından sorumluymuş ve istediğini yapabilirmiş gibi konuşuyor. Halkı saldırıya uğradığından cesur olan İsrail’in güvenlikte Batı’ya ve bölgedeki komşularına bel bağladığını düşünmezsiniz.
Sonunda sabırları taştı, İsrail’in en sadık dostları ve müttefikleri bile Netanyahu hükümetine sırtını dönüyor. Sözler ve itidal çağrıları işe yaramıyor gibi görünüyor. Netanyahu, ABD Başkanı Biden’a aşağılayıcı bir kibirle davranıyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ınsa suyuna gidiliyor. David Cameron’a patronluk taslanıyor. İsrailliler Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçlamasıyla yargılanıyor ve bu durum Refah’a yönelik acımasız hava ve kara saldırısı planlarını değiştirmiyor.
Birleşik Devletler ateşkese yönelik geleneksel vetosunu kaldırdı ve İsrail buna Washington’daki görüşmeleri iptal ederek yanıt verdi. Sanki Amerika’nın rolü sadece Netanyahu’nun emirlerini BM Güvenlik Konseyi’nde vekaleten uygulamakmış gibi, sanki veto hakkına sahip daimi üye İsrail’miş gibi. Çatışmayı genişletmemesi ve Amerika’yı İran’la daha doğrudan bir çatışmanın içine çekmemesi için sürekli yapılan baskılara aldırmayan İsrailliler, gidip Suriye’deki İran elçiliğini bombalıyor.
Gazze, eğer bir zamanlar öyleyse bile, artık sadece İsrail’in yarım kalan işi değil. İnsani felaket çok büyük ve çok daha geniş, çok daha tehlikeli bir çatışma tehdidi Netanyahu’nun canının istediğini yapmasına izin verilemeyecek kadar büyük.
Global Kitchen Centre yardım çalışanlarına yönelik saldırı sembol niteliğinde ve gerçekten de bir dönüm noktası. Artık yeter. Başkan Biden ve Rishi Sunak, İsrail’i savunmak için büyük miktarda siyasi sermaye harcadı. Ancak şimdi tutumlarını değiştiriyorlar ve İsrail’e açıkça bu savaşta çok fazla insanın öldüğünü ve bunun sona ermesi gerektiğini söylüyorlar.
Britanya’da halihazırda İsrail’e silah satışının durdurulması üzerine canlı bir tartışma var. Amerika’da da benzer baskılar artıyor. Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn’in de herkes kadar dinlenmeye hakları olsa da, bu tür çağrıların arkasında solcu, yani “olağan şüpheli” olmayanların sayısı da giderek artıyor. Artık Alistair Burt gibi Muhafazakar eski bakanlarımız ve Lord Ricketts gibi deneyimli diplomatlarımız Batı’nın İsrail’e verdiği fiili koşulsuz desteği sorguluyor. Hava karardı.
Batı’nın Netanyahu’ya dinlemesi için yalvarmayı bırakmasının ve bunu yapmasını sağlamasının zamanı geldi.
Şimdi bir sonraki adımı atıyor ve askeri ve mali yardımları kademeli olarak azaltarak politika değişikliğini zorluyoruz. Bebekler ölürken ve Netanyahu bölgeyi daha da kötü bir yangının içine iterken boş duramayız.
Açıkça söylemek gerekirse Amerika, Netanyahu’nun işine geldiği için İran’la bir savaşa girmeyecek. O güçten anlayan bir adam ve güç kullanılması gereken şeydir. Bu daha önce İsrail dostlarını suiistimal ettiğinde yapıldı ve yine yapılabilir. Hatta savaşın ana amacının intikam, ana yöntemininse Ortaçağ tarzı devasa bir kuşatma olduğu anlaşıldığında, muhtemelen çok daha önce yapılmalıydı.
Gazze’deki savaş hemen sona ermeli. BM kararında kullanılan kelimeler ne olursa olsun, İsrail’in bunu görmezden gelip Refah’a doğru ilerlemesine izin verilmemeli. Savaş sadece Gazze’deki Filistin halkının daha fazla trajedi yaşamaması için değil, İsrail’in kendi iyiliği için de sona ermeli. Çünkü Netanyahu’nun yaptığı her şey Hamas’ın ekmeğine yağ sürdü. Hamas geçen yıl bir tuzak kurdu ve Netanyahu da yemi yuttu.
Hamas’ın 7 Ekim’deki vahşetinin ardından İsrail’e yönelik güçlü küresel iyi niyet ve destek dalgasının dağılması 6 aydan kısa sürdü. Holokost’tan bu yana en kötü Yahudi düşmanı saldırı karşısında (1269 masumun öldürülmesi, rehinelerin alınması ve insanlığa karşı işlenen diğer suçlar) İsrail’in dostları ve müttefikleri ulusun yanında yer aldı. İsrail’in düşmanları bile sessiz kaldı. Batılı politikacılar İsrail’in “kendini savunma hakkı” olduğunu ilan etti. Yardım gönderildi; askeri ve mali destek garanti edildi.
Nispeten bu kadar kısa sürede Batı’da kendimizi İsrail’e silah ambargosu koymayı ciddi ciddi tartışırken bulmamız ne kadar şaşırtıcı, neredeyse inanılmayacak bir şey.
Birleşik Devletleri Başkanı’yla İsrail Başbakanı’nın neredeyse hiç konuşmuyor olması. Hamas’ın müttefiki ve akıl hocası İran’ın bölgedeki milisleri ve vekilleri üzerindeki kontrolünü güçlendirmesi. Husi gerillalarının Süveyş Kanalı’na giden gemileri durdurması. İbrahim Anlaşmaları’nın askıya alındığını ve İsrail’in Arap komşularıyla diplomatik ilişkiler kurma çabalarının boşa çıktığını görmek.
Tüm ülkeler arasından İsrail’in Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçlamasıyla yargılandığını görmek. İsrail’in kendi içinde bölündüğünü ve Batı başkentlerinde İsrail devletinin var olma hakkının sorgulandığı protesto gösterileri düzenlendiğini görmek. Tüm bunlar İsrail hükümetinin bu savaşı dehşet verici yürütme biçiminin dehşet verici sonuçları. Bu İsrail’in kaybettiği bir savaş ve işte bu yüzden bu savaşı sona erdirmenin zamanı geldi.