Herhangi bir yolun yolcusunun, yolculuğuna başlamadan önce hedeflediği gayesini gerçekleştirebilmek ve yolculuğunu sürdürmek için ihtiyaç duyacağı her şeyi hazırlaması gerekir. Aynı zamanda; yolculuğu boyunca karşılaşabileceği ve yolculuğunun kesintiye uğramasına ya da gayesi ile kendisi arasında mesafenin açılmasını en azından ertelenmesine sebep olabilecek durumları da göz önüne alması gerekir.
Davet yolu -ki bu yol, davetçi için her şey demektir- en çok önem verilmesi gereken yoldur. Davetçi bu yolda yürürken; kendisini sapmalardan, duraklamalardan ve kaymalardan koruyan her türlü azığa muhtaçtır. Çünkü bunların sonucu olarak büyük hüsrana uğrayacağı gibi, büyük bir mükâfatı ve kurtuluşu da kaçırmış olacaktır.
Davet, insanları karanlıklardan nura çıkarmak ve yangına bir kova su dökebilmek içindir. Bâtılın karanlığında yolunu kaybetmiş olan insanlık, ancak vahyin nuru ile aydınlığa kavuşur. İşte davetçi bu sonsuz nuru insanlara taşıyan ve bu yolda gerekli olan tüm teçhizatı üzerinde bulundurandır. Davetçi vazifesinin imha değil inşa etmek olduğunu bilmelidir. Çünkü davet “yıkmak ve inşa etmek” demektir. Yani ister fikirleri, ister ahlakî ilkeleri, isterse kanun ve kurallar açısından olsun bütün şekil ve suretleri ile cahiliyeyi, yani İslamî olmayan tüm kanun ve nizamları yıkmak, reddetmek ve tanımamaktır. Bunun yanı sıra davet aynı zamanda “inşa etmek” demektir. Yani İslamî bir hayatı, İslamî bir ahlakı, İslamî bir düzeni ve İslamî bir devleti…
Davetin iki aşaması vardır: Birincisi; emri bi’l maruf nehyi ani’l münker diğeri sabrı ve hakkı tavsiye etmektir. Emri bi’l maruf nehyi ani’l münker hem toplum hem de kendimiz içindir. Toplumu ıslah çabasına düşen davetçi, kendi nefsini unutuyor veya ihmal ediyorsa bu durum onun helakine sebep olabilir. Rabbimiz başkasına iyiliği emredip de kendi nefsini unutanlarla ilgili şöyle buyurmuştur: “Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?” Muhterem Hocamız da ifade ettiği gibi; Müslüman’ın şahsiyeti köklü olmalıdır. İslam davetçileri olarak öyle olmalıyız ki ağaç gibi hem yukarılara doğru hem de aşağılara doğru büyümeliyiz. İlmî olarak yükselirken manevi olarak da yükselmeliyiz. Çünkü depremlere karşı sağlam kalabilmek için nefsimizi ıslah etmeye ve maneviyatımızı güçlendirmeye herkesten daha çok bizim ihtiyacımız var.
Şayet davetçi ilerlediği yolda alması gereken benzinini alamaz veya kendisini engelleyen yüklerden kurtulamaz ise ya yolu terk eder ya da taşıdığı yükü terk eder. Çünkü Allah Azze ve Celle daima rüzgâr estirecektir, tâ ki herkesin e olduğu, özünde neleri gizlediği ortaya çıksın. Dolayısıyla İslam davetçileri Allah için çıktıkları bu yolda bir yandan toplumun ıslahı için çabalarken diğer yandan da nefsinin ıslahı için çabalamalıdır.
Nefisleri tahrik eden şeylerin çokluğu manevi eğitimin zorunluluğunu gözler önüne sermektedir. Kalbî marazların çoğaldığı bu çağda, kalbini ıslah etmemiş bir davetçinin toplumunu hayra teşvik etmesi gerçek anlamda mümkün olmayacaktır. Davetçi asla kendinden emin ve memnun olmamalıdır. Çünkü kendinden memnuniyet kişiyi günaha ve gaflete sevk eder. Kendini beğenmeyen kişi devamlı uyanık olur ve kendisini geliştirir. Bu konuda İbn-i Ata şöyle der: “Bütün kötülükleri, şehvet gafletin temeli nefisten hoşnut olmaktır.” Davetçinin nefsindeki engelleri İslamî hizmette kendisini sekteye uğratır. Konuyla alakalı Muhterem Hocamız der ki: “Engeller hem iç hem de dış olarak ikiye ayrılır. Şüphesiz en büyük engel içten gelen engeldir. Bundan dolayı alacağımız en büyük tedbir içe yönelik tedbirdir. Her kardeşimiz kendi nefsindeki engelleri daha çok aşmak zorunda, daha plânlı-disiplinli çalışmak zorundadır. Çünkü hem yapılacak işimiz çok hem de büyüdükçe daha çok dikkat çekeceğiz. Dolayısıyla küçük bir hata büyük görünür.” Şu özellikle ve öncelikle bilinmelidir ki davetçi, ıslah çalışmalarına başkalarından önce kendisinden başlamalıdır. Başkalarını düzeltmek için ayırdığı vakitten daha fazlasını kendisine ayırmalıdır. Çünkü kendisini güzel bir şekilde eğitip, terbiye eden kimse, kendisini unutup başkasını terbiye etmeye çalışandan daha üstündür.
Allah Azze ve Celle’nin vazifelendirdiği tebliğ çalışmaları elbette ki uzun soluklu bir çalışmayı ve her şeye rağmen istikamet üzere yola devam etmeyi gerekli kılar. Rabbimiz ki bu görevi yerine getirirken karşılaşacağımız zorlukları, yolumuza çıkarılacak engelleri Rabbimiz mutlaka bilmektedir. Bu yol, yoldaki tüm cazibe ve dürtülere rağmen istikametten ayrılmamayı; Allah’a daveti her türlü sindirme ve engellemelere rağmen yürütmeyi gerektirmektedir. Bu durum ise davetçilerin, her an harekete hazır olmasını, içteki ve dıştaki tehlikelere karşı dikkat kesilmesini gerektirmektedir.
İşte tüm bu konularda sabretmek gerekir. İtaatte sabır… Günah işlememede sabır… Yardımın gecikmesine ve yorgunluğa karşı sabır… Batılın güçlenmesine sabır… Diken dolu yolda sabır… Kaypak karakterlere, inatçı kişilere, laf dinlemez kimselere ve katı gönüllere karşı sabır… İşte zikrettiğimiz tüm bu zorluklara karşı sabretmek ve dava yolunda başarılı olmak için güçlü bir imana ve takvaya ihtiyaç vardır. İmanımızı güçlendirmek, takvamızı artırmak, nefsimizi ıslah etmek, ruhumuzu diri tutmak için ihtiyacımız olan şey manevi azıklardır. İslam davetçilerinin ihtiyacı olan manevi azığı ve kendisini engelleyen manevi engellerden bahsedeceğimiz sayfamızda her ay ayrı bir konu üzerinde duracağız inşallah. Bir sonraki sayımızda konuya devam etmek üzere Allah’a emanet olun.Herhangi bir yolun yolcusunun, yolculuğuna başlamadan önce hedeflediği gayesini gerçekleştirebilmek ve yolculuğunu sürdürmek için ihtiyaç duyacağı her şeyi hazırlaması gerekir. Aynı zamanda; yolculuğu boyunca karşılaşabileceği ve yolculuğunun kesintiye uğramasına ya da gayesi ile kendisi arasında mesafenin açılmasını en azından ertelenmesine sebep olabilecek durumları da göz önüne alması gerekir. Davet yolu -ki bu yol, davetçi için her şey demektir- en çok önem verilmesi gereken yoldur. Davetçi bu yolda yürürken; kendisini sapmalardan, duraklamalardan ve kaymalardan koruyan her türlü azığa muhtaçtır. Çünkü bunların sonucu olarak büyük hüsrana uğrayacağı gibi, büyük bir mükâfatı ve kurtuluşu da kaçırmış olacaktır.
Davet, insanları karanlıklardan nura çıkarmak ve yangına bir kova su dökebilmek içindir. Bâtılın karanlığında yolunu kaybetmiş olan insanlık, ancak vahyin nuru ile aydınlığa kavuşur. İşte davetçi bu sonsuz nuru insanlara taşıyan ve bu yolda gerekli olan tüm teçhizatı üzerinde bulundurandır. Davetçi vazifesinin imha değil inşa etmek olduğunu bilmelidir. Çünkü davet “yıkmak ve inşa etmek” demektir. Yani ister fikirleri, ister ahlakî ilkeleri, isterse kanun ve kurallar açısından olsun bütün şekil ve suretleri ile cahiliyeyi, yani İslamî olmayan tüm kanun ve nizamları yıkmak, reddetmek ve tanımamaktır. Bunun yanı sıra davet aynı zamanda “inşa etmek” demektir. Yani İslamî bir hayatı, İslamî bir ahlakı, İslamî bir düzeni ve İslamî bir devleti…
Davetin iki aşaması vardır: Birincisi; emri bi’l maruf nehyi ani’l münker diğeri sabrı ve hakkı tavsiye etmektir. Emri bi’l maruf nehyi ani’l münker hem toplum hem de kendimiz içindir. Toplumu ıslah çabasına düşen davetçi, kendi nefsini unutuyor veya ihmal ediyorsa bu durum onun helakine sebep olabilir. Rabbimiz başkasına iyiliği emredip de kendi nefsini unutanlarla ilgili şöyle buyurmuştur: “Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?”
Muhterem Hocamız da ifade ettiği gibi; Müslüman’ın şahsiyeti köklü olmalıdır. İslam davetçileri olarak öyle olmalıyız ki ağaç gibi hem yukarılara doğru hem de aşağılara doğru büyümeliyiz. İlmî olarak yükselirken manevi olarak da yükselmeliyiz. Çünkü depremlere karşı sağlam kalabilmek için nefsimizi ıslah etmeye ve maneviyatımızı güçlendirmeye herkesten daha çok bizim ihtiyacımız var.
Şayet davetçi ilerlediği yolda alması gereken benzinini alamaz veya kendisini engelleyen yüklerden kurtulamaz ise ya yolu terk eder ya da taşıdığı yükü terk eder. Çünkü Allah Azze ve Celle daima rüzgâr estirecektir, tâ ki herkesin ne olduğu, özünde neleri gizlediği ortaya çıksın. Dolayısıyla İslam davetçileri Allah için çıktıkları bu yolda bir yandan toplumun ıslahı için çabalarken diğer yandan da nefsinin ıslahı için çabalamalıdır.
Nefisleri tahrik eden şeylerin çokluğu manevi eğitimin zorunluluğunu gözler önüne sermektedir. Kalbî marazların çoğaldığı bu çağda, kalbini ıslah etmemiş bir davetçinin toplumunu hayra teşvik etmesi gerçek anlamda mümkün olmayacaktır.
Davetçi asla kendinden emin ve memnun olmamalıdır. Çünkü kendinden memnuniyet kişiyi günaha ve gaflete sevk eder. Kendini beğenmeyen kişi devamlı uyanık olur ve kendisini geliştirir. Bu konuda İbn-i Ata şöyle der: “Bütün kötülükleri, şehvet gafletin temeli nefisten hoşnut olmaktır.”
Davetçinin nefsindeki engelleri İslamî hizmette kendisini sekteye uğratır. Konuyla alakalı Muhterem Hocamız der ki: “Engeller hem iç hem de dış olarak ikiye ayrılır. Şüphesiz en büyük engel içten gelen engeldir. Bundan dolayı alacağımız en büyük tedbir içe yönelik tedbirdir. Her kardeşimiz kendi nefsindeki engelleri daha çok aşmak zorunda, daha plânlı-disiplinli çalışmak zorundadır. Çünkü hem yapılacak işimiz çok hem de büyüdükçe daha çok dikkat çekeceğiz. Dolayısıyla küçük bir hata büyük görünür.” Şu özellikle ve öncelikle bilinmelidir ki davetçi, ıslah çalışmalarına başkalarından önce kendisinden başlamalıdır. Başkalarını düzeltmek için ayırdığı vakitten daha fazlasını kendisine ayırmalıdır. Çünkü kendisini güzel bir şekilde eğitip, terbiye eden kimse, kendisini unutup başkasını terbiye etmeye çalışandan daha üstündür.
Allah Azze ve Celle’nin vazifelendirdiği tebliğ çalışmaları elbette ki uzun soluklu bir çalışmayı ve her şeye rağmen istikamet üzere yola devam etmeyi gerekli kılar. Rabbimiz ki bu görevi yerine getirirken karşılaşacağımız zorlukları, yolumuza çıkarılacak engelleri Rabbimiz mutlaka bilmektedir. Bu yol, yoldaki tüm cazibe ve dürtülere rağmen istikametten ayrılmamayı; Allah’a daveti her türlü sindirme ve engellemelere rağmen yürütmeyi gerektirmektedir. Bu durum ise davetçilerin, her an harekete hazır olmasını, içteki ve dıştaki tehlikelere karşı dikkat kesilmesini gerektirmektedir.
İşte tüm bu konularda sabretmek gerekir. İtaatte sabır… Günah işlememede sabır… Yardımın gecikmesine ve yorgunluğa karşı sabır… Batılın güçlenmesine sabır… Diken dolu yolda sabır… Kaypak karakterlere, inatçı kişilere, laf dinlemez kimselere ve katı gönüllere karşı sabır… İşte zikrettiğimiz tüm bu zorluklara karşı sabretmek ve dava yolunda başarılı olmak için güçlü bir imana ve takvaya ihtiyaç vardır. İmanımızı güçlendirmek, takvamızı artırmak, nefsimizi ıslah etmek, ruhumuzu diri tutmak için ihtiyacımız olan şey manevi azıklardır.