Vakıflar Haftası 1983 yılından 2000 yılına kadar Aralık ayının başında kutlanmıştır.2001 yılından itibaren ise Mayıs ayının ikinci haftası kutlanmaya başlamıştır. Biz de dergimizin Mayıs sayısında Vakıf kültürünün geçmişte nasıl ortaya çıktığı ve ne gibi hizmetlerle insanlığa örnek olduğunu kısaca özetlemek istedik. Arapça bir sözcük olan ‘vakf;’ durdurma, hareketten alıkoyma manalarına gelir. Ayrıca “tamamen verme” anlamını da içerir. Terim anlamda ise; kişisel imkânların ve mal varlığının gönül rızasıyla hayır işine bağışlanması, böylece özel mülkiyet hakkının terk edilmesi manasına gelmektedir. Özel mülkiyet alanından çıkan bu mallar devlet mülkiyetine de geçmemekte, burada üçüncü tür bir mülkiyet grubu oluşmaktadır.
Vakıf kurumunun kaynağıyla ilgili bir kısım araştırmacılar, vakıf kurumunun benzerinin İslam öncesi toplumlarda ortaya çıktığını söylese de genel kabul gören görüş; İslami kaynaklı bir sosyal yardımlaşma modeli olduğu yönündedir. Peygamber Efendimiz’‘in kurduğu İslam devletinin ilk dönemlerinde Medine’de yapılan Mescid-i Nebevi’nin bir bölümü ‘Suffa’ adıyla bir eğitim-öğretim merkezi haline getirilmiştir. Suffa mektebi ismen vakıf denilmese de nitelikleri itibariyle eğitim alanında ilk vakıf kurumu olarak değerlendirilebilir. Aynı şekilde Medine döneminin başlarında vuku bulan şu olay da bizler için ilk örneklerdendir: Medine halkı, içme sularının büyük bir bölümünü Rûme kuyusu olarak bilinen bir kuyudan sağlarlardı. Bu kuyu Yahudi bir tüccara aitti ve suyunu çok ciddi paralar karşılığında satardı. Hz. Osman bu kuyuyu Yahudi tüccardan (önce kullanım hakkının yarısını sonra tamamını) satın alarak vakfetmiştir. Peygamber Efendimiz ve dört halife döneminden sonra Emeviler ve Abbasiler döneminde de toplumun ihtiyaç duyduğu her alanda hizmet verecek şekilde çeşitlenen ve yaygınlaşan vakıflar Selçuklular ve Osmanlılarda zirve noktaya ulaşmış; bundan dolayıdır ki Osmanlı medeniyeti, “vakıf medeniyeti” olarak nitelendirilmiştir. Günümüzde çoğunlukla devletin sunduğu başta eğitim ve sağlık hizmetleri olmak üzere, bayındırlık, imar gibi kamusal hizmetlerin, ayrıca bir takım sosyal güvenlik hizmetlerinin Osmanlı’da vakıflarca bugünlere örnek teşkil edecek bir duyarlılıkla yerine getirilmiş olduğu görülmektedir.
Vakıf medeniyetinin tarihte üstlendiği misyonu en güzel anlatan ifade şudur: “Vakıflar sayesinde bir adam, vakıf bir yerde doğar, vakıf bir beşikte uyur, vakıf mallarından yer ve içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir okulda hocalık eder, vakıf idaresinden ücret alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü.”
Bu yüzden vakıflar sosyal barışın, yardımlaşmanın ve dayanışmanın sağlanmasında ve refahın topluma dengeli dağılımında önemli bir araç olmuştur. Yine vakıflar hizmet bakımından sadece düşkünlere ve yardıma muhtaçlara değil; dil, din, ırk, renk ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanlara, hatta tüm “mahlükata” hizmet etmek için çalışmıştır.
İnsanların ihtiyaçlarının karşılanması konusunda belkide en önemli mesele eğitim konusudur. Öyle ki bu ihtiyacı karşılamak üzere İslam toplumlarında pek çok medrese açılmıştır. Osmanlı Devleti, medrese sistemini günün şartlarına göre yeniden düzenlemiş ve ilk Osmanlı medresesi Orhan Bey tarafından İznik’te kurulmuştur. Bundan sonra gelen padişahlarda kendi adlarına vakıf şeklinde yeni medreseler ve külliyeler kurdurmuşlardır. Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra kurduğu bir yüksek öğrenim kurumu olarak faaliyet yürüten (Fatih külliyesi içerisinde yer alan) Sahn-ı Seman Medresesi buna örnektir. Kanuni döneminde açılan Süleymaniye Medresesi de Osmanlı’nın en parlak dönemini yansıtan bir eğitim kurumudur. Ayrıca medreselerde ders veren müderrislerin maaşları, talebelerin yeme, içme, giyinme, barınma gibi her türlü ihtiyaçları (harçlıkları dâhil) vakıf aracılığıyla karşılanırdı.
Vakıfların, ülke ticaretine ve ekonomik hayatın gelişmesine çok olumlu etkileri vardı. Nitekim hemen hemen bütün şehirlerde vakıf ticaret hanları bulunmaktaydı. Şehirlerarası yollar, önemli stratejik mevkilere kervansaraylar yaptırılarak sürekli işler halde tutulmuş, böylece yolcu ve tacirlere yol güvenliği ve konaklama imkânı sağlanmıştı. Vakfiyelerine baktığımızda, kervansaraylara yerli-yabancı, hür-köle, erkek-kadın, müslim – gayr-i müslim herkesin kabul edildiğini, yolcuların gıda, ilaç hatta ayakkabı ihtiyaçlarının karşılandığı ve hayvanlarına da bakıldığını öğrenmekteyiz. Tüm bu hizmetleri insanlara ücretsiz olarak sunan kervansaraylar, vakfedenlerin bıraktığı gelirlerle bu fonksiyonlarını yüzyıllar boyu sürdürmüşlerdir.1
Bazı hayır sahipleri kurdukları vakıflarla “kandilciler” tutuyor, yine vakıf geliri ile kandil ve yağ alarak sokakları aydınlatıyorlardı. Şehirlerde, fakirlerin parasız yıkandıkları hamamlar mevcuttu. Sebillerde buzlu su, hatta şerbet dağıtılırdı. Yol, kaldırım ve köprü yapımını vakıflar sağlıyordu. Sokakların temizlenmesi için de vakıflar kurulmuştu. Bekçi ücretleri vakıflardan ödeniyordu. Vakıf hastanelerinde her din ve ırktan insan tedavi ediliyor, ilaçları ücretsiz veriliyor, doktor temin ediliyordu. İmarethanelerde yoksullara, yolcu ve misafirlere her gün iki öğün yemek yediriliyordu. Bütün bu hizmetlerin gerçekleştirilmesinde vakıflar bir yandan binlerce görevliye maaş ödüyor, öte yandan yüz binlerce insana hizmet götürüyordu.
Bugün belediyelerin yaptıkları hizmetler, eski İslâm şehirlerinde umumiyetle vakıflar yoluyla gerçekleştirilmekteydi. Bunların başında şehirlerin su ihtiyacının temini gelmektedir.2 Bu gaye için, vakıf olarak, su bentleri, su kuyuları, çeşmeler ve yazın bedava soğuk su dağıtılması maksadıyla sebiller inşa edilmiştir. Bazı vakıflar da kışın Müslümanların abdest almaları için sıcak su hazırlanan abdesthaneler yaptırmıştır.
Ayrıca çeşitli amaçlarla kurulan diğer vakıflara örnek olarak: Fakir, dul, öksüz ve borçlulara para yardımı yapmak; halka meyve ve sebze dağıtmak, çalışamayacak derecede yaşlanan kayıkçı ve hamalların bakımını sağlamak, evlenecek genç kızlara çeyiz hazırlamak, kâse ve bardak gibi kap kacak kıran hizmetçileri, efendilerinin azarlamalarından korumak; kuşlara (leylek) yem vermek-tedavi etmek, çocuklara oyuncak almak, yolcuların ihtiyaçlarını karşılamak, yetimleri büyütmek, işsizlere iş bulmak, çırak yetiştirmek, müflis ve borçlulara yardımcı olmak, bekârları evlendirmek, sokak hayvanlarını (kedi- köpek) himaye etmek- beslemek; cadde ve sokakların temiz tutulmasını sağlamak3 maksadıyla da çok sayıda vakıf kurulmuştur. Bu anlatılanlar sadece tarihte kalmış güzellikler değil Elhamdülillah. Bugün de İslam Medeniyeti için Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücadele eden dava adamları ve bulunduğu yerde öncülük yapan fedakâr kardeşlerimiz var.
Allah’ın kendilerine verdiği nimetlerden Allah yolunda harcayan Müslümanlara son söz Rabbimizin yüce kelamından: “Kim zerre ağırlığınca bir hayır işlemişse, onun mükâfatını alacaktır.”4 Rabbim bizleri de mallarını ve canlarını, karşılığı Cennet olmak üzere, Allah’a satan, hakiki imana ermiş Müslümanlardan eylesin.(Âmin)
1- Ahmet Ağmanvermez, “Bir Vakıf Medeniyeti Olarak Osmanlı” 2-H. Güneri, “Vakıf Suları ve Su Vakıfları”, Vakıflar Dergisi 3- Ziya Kazıcı, Vakıf Medeniyeti, Sivil Toplum Düşünce ve Araştırma Dergisi 4- Zilzal suresi, 7. ayet
Kurtuluş Yahşi
Furkan Nesli Dergisinden Alıntıdır.