Milat Gazetesi yazarı Mehmet Alkış'ın yazısı şöyle:
Devlet hükümetten daha kapsayıcıdır. Hükümet, devletin bir parçasıdır. Devlet sürekli, kalıcı ve bütündür, hükümet geçicidir. Hükümet, devletin otoritesinin işlerlik kazanmasının aracıdır. Devlet politikasının oluşturulmasında ve uygulanmasında hükümet devletin beynini oluşturur ve ona varlık kazandırır. Devlet, toplumun kalıcı yararını temsil eder. Hükümet, belli bir zaman diliminde iktidarı elinde bulunduranların partizan yandaşlıklarını temsil eder. Rejim, bir yönetim sistemidir: hükümetler değişebilir ancak o sürer. Hükümetler seçimlerle de darbelerle de değişebilir rejim (devlet) ise, yalnızca darbeler veya devrimci kalkışmalarla değişir.”
Bu ifadelerin benzerlerine Anayasa Hukuku ile ilgili yazılmış metinlerde sık rastlamak mümkündür. “Devlet” ile “İktidar” arasında görmezden gelinemeyecek önemli farklar bulunduğu yalnız yazılı benzer metinlerden değil, uygulamalardan da kolayca anlaşılabilir. Mevcut iktidarın, karşı karşıya kaldığı çıkmazlar ve içine girdiği kimlik bunalımı da aslında bu ayrımın yansımasıdır.
Biliyoruz ki iktidar çok arzu ettiği, taahhütte bulunduğu, toplumda beklenti oluşturduğu birçok konuyu hayata geçirecek adımlar atamıyor. Özellikle rejimin sinir uçlarına dokunacak girişimlerden uzak durmak zorunda kalıyor. Kimi zaman zorlamalarla, oldubittilerle ve fiili durumlarla toplumun tahammül sınırlarını aşan sorunları hafifletmeye çalışıyor. Varlık nedeni olan temel konuları çözmeyi dahi erteliyor, atacağı adımlar için sürekli mühlet istiyor, uygun zaman kolladığını öne sürüyor. Daha da önemlisi Ergenekon, Cemaat, Kürt Meselesi, Avrupa Birliği ve İsrail gibi konularda istikrarlı davranamıyor, kararlılığını sürdüremiyor, çok kez gelgitler yaşayarak geri adım atıyor.
Hukuk otoriteleri ve sayısız tecrübeden biliyoruz ki, “darbeler ve devrimci kalkışmalarla” elde edilebilecek bir sonuç seçimle iş başına gelmiş bir iktidarla elde edilemez. Şimdiye kadar bu yolu deneyerek başarılı sonuç almış ikinci bir örnek göstermek mümkün olmasa gerektir. Ama tersi örnekler oldukça çok ve yaygındır. Seçimle iktidara gelip “devlet” tarafından yönetimden uzaklaştırılmış en güncel örnek Mısır’dır. Tek başına iktidar olmadığı halde bizde Refah Partisi, Filistin’de Hamas, Cezayir’de İslami Selamet Cephesi, 1973 Şili Darbesi ilk akla gelen örneklerdir.
Bilineni tekrar etmek gerekirse iktidara gelmek, hükümet olmak sistemi, rejimi veya devleti değiştirmek anlamına gelmiyor. Seçim yoluyla böyle bir şeyin mümkün olmadığı son derece açıktır. Yapılan kimiiyileştirmeleri buna kanıt olarak göstermek en hafif deyimle safdilliktir. Ya da kendini aldatmaktır.
Bir sistemin ne olup olmadığını belirleyen temel etken iktidar değil, anayasada ifadesini bulan temel toplumsal alanlardaki tercihlerdir. Din-Devlet İlişkileri, Hukuk, Aile ve Sosyal Hayat, Eğitim, Ekonomi ve Siyaset bunların başlıcaları olarak sayılabilir. Yüzlercesi sayılabilecek örneklerden biriyle konuyu anlamaya çalışalım: Moda sosyal hayat alanında tek başına siyasi iktidardan daha çok toplumu şekillendirme ve etkileme gücüne sahiptir. Toplumu nasıl kuşattığı, adeta köleleştirdiği, yaşam tarzını değiştirdiği, tüketimi inanılmaz boyutlarda kışkırttığı, zevk ve hazzı hayatın amacı haline getirdiğini görmek ve anlamak için sorgulayan bir bakışla yakın çevremize göz atmak yeterlidir.
Genel olarak, temel toplumsal alanların dindışı modern dünya görüşünün gereklerine göre şekillendiği ortada. Geleceğe yönelik planlamalarda bu alanların aynı felsefi arka plandan beslenen Avrupa Birliği normlarına göre şekilleneceğini bizzat iktidar anlı şanlı gösterilerle ve övünç kaynağı olarak duyurdu.
Yeni dönemde iktidar, Anayasa ve Başkanlık Sistemi üzerinden oluşturduğu beklentilerle İslami Camiayla birlikte toplumun önemli bir kesimini yönlendiriyor. Diğerlerini de aynı tartışmanın içine çekerek gündemi adeta kilitliyor. Taraftarlar, Başkanlık Sistemiyle bütün sorunların çözüleceğini karşıtlar ise, kangrenleşeceğini iddia ederek durmadan çekişiyor ve amansız bir tartışmayla birbirlerini yiyorlar.
En güçlü muhalif damarı barındıran İslami Camia, iddialarını terk etmiş devletin refleksleriyle hareket eder hale gelmiş bulunuyor. Diğer muhalif damar olan Kürt hareketi ise, sistem karşıtlığını kişi ve iktidar karşıtlığına indirgeyerek kendi önünü tıkadığını fark etmiyor.
Herkes yüzeyi cilalamakla meşgul, özden haber yok!
Alparslan Kuytul Hocaefendi ise daha bir kaç gün önce bu konuda açıklamalarda bulunmuştu. İşte o açıklamalardan bir kesit: