London School of Economics Avrupa Enstitüsü Türkiye Uzmanı Dr. Selin Nasi, Ortadoğu Uzmanı ve Araştırmacı-Yazar Süleyman Arslantaş, İstanbul Gedik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Dr. Selim Sezer ile Batman Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Dimensions for Strategic Studies’den Dr. Mehmet Rakipoğlu, İsrail-Filistin savaşının yakın ve orta vadede doğuracağı etkileri Perspektif için değerlendirdi.
Yakın tarih literatüründe yüzyılı aşkın süredir devam eden Filistin-İsrail sorunu, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e karadan, havadan ve denizden başlattığı “Aksa Tufanı” saldırısıyla yeni bir boyut kazanmış görünüyor. Dünyaca ünlü yayın organı New York Times’ın “İsrail’in 11 Eylül’ü” şeklinde nitelendiği bu yeni boyut, Filistinliler cenahında sevinç ve gurur, İsrail cenahında ise şaşkınlık, kızgınlık ve korku ile karşılandı. Ortadoğu uzmanları, siyasi analistler, stratejistler ve bölgeyi yakından takip eden gazetecilerin, İsrail’in 50 yıl sonra uğradığı ilk saldırı olduğu hususunda mutabık kaldıkları bu son gelişme, başta Ortadoğu olmak üzere küresel jeopolitik düzeni de etkileyecek bir gelişme olarak okunmakta.
Bu okumaların arka planına dair; Mescid-i Aksa’ya yönelik son yıllarda Yahudiler tarafından gerçekleştirilen saldırılardan Arap-İsrail normalleşmesine, Netanyahu’nun iç siyasetteki sıkışmasından Türkiye-İsrail yeniden ortaklığına, Ukrayna Savaşı ile Azeri-Ermeni Savaşı’nda sıkışan İran ve Rusya faktöründen Çin ve Katar’ın ticari ve enerji nakillerinin güzergâhlarına kadar birçok ticari, siyasi, jeopolitik, askeri ve jeostratejik bölgesel ve küresel okumalar söz konusu.
Perspektif, tüm bu gelişmeler ışığında kadim Filistin davasını, İsrail’in 1948’de kurulmasıyla artan çatışma ve savaşları, Filistinli örgütler ile bölgesel aktörlerin hamlelerini, 7 Ekim’de Filistinli direniş gruplarının saldırılarını, bu saldırılar karşısında İsrail’in istihbari ve güvenlik zafiyeti yaşadığı iddialarını, Filistinlilerin Aksa Tufanı saldırılarının asimetrik yapısını ve askeri kapasitelerini, Netanyahu’nun “Savaştayız” ifadesiyle İsrail Devleti’nin başlattığı “Demir Kılıçlar” hamlesi ve güvenlik doktrinini, son olarak İsrail-Filistin savaşının yakın ve orta vadede doğuracağı etkileri analiz etmek için iki sorudan müteşekkil bir soruşturma dosyası hazırladı.
Soruşturma dosyasına; London School of Economics Avrupa Enstitüsü Türkiye Uzmanı Dr. Selin Nasi, Ortadoğu Uzmanı ve Araştırmacı-Yazar Süleyman Arslantaş, İstanbul Gedik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Dr. Selim Sezer ile Batman Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Dimensions for Strategic Studies’den Dr. Mehmet Rakipoğlu görüşleriyle katkıda bulundular.
“AKSA TUFANI SALDIRISI, İSRAİL’İN İSTİHBARAT GÜCÜNE DAİR İMAJI YIPRATAN SÜRPRİZ BİR GELİŞME”
DR. SELİN NASİ-LONDON SCHOOL OF ECONOMİCS AVRUPA ENSTİTÜSÜ TÜRKİYE UZMANIÖzelde Hamas’ın genelde Filistinli direniş gruplarının İsrail’e karşı başlattıkları Aksa Tufanı saldırılarını, Filistin direniş tarihi sürecinde nereye oturtuyorsunuz? Arap-İsrail savaşları, 1. ve 2. İntifada süreçleri de göz önünde bulundurulduğunda, son saldırıyı öncekilerden ayıran ne tür benzer ve farklı yönler söz konusu? Bu durum Hamas için bir zafere mi hezimeti mi dönüşür? İsrail’in güvenlik doktrini ve istihbarat efsanesi dumura mı uğradı yoksa bu analizler erken ve abartılı mı?
Aksa Tufanı saldırısı, İsrail’in istihbarat gücüne dair pek çoğumuzun zihnindeki imajı yıpratan sürpriz bir gelişme oldu. Ortada yalnızca istihbarat sorunu değil, sınır güvenliği açısından stratejik hesap hataları olduğu ve güvenlik zafiyeti yaşandığı anlaşılıyor. Yaşanan travma İsrail toplumunu birleştirmiş görünüyor, ancak zaman içinde bu konunun yoğun bir şekilde tartışılacağını ve Netanyahu hükümetinden hesap sorulacağını tahmin ediyorum.
AKSA TUFANI ASLINDA NETANYAHU’NUN FİLİSTİN POLİTİKASININ İŞLEMEDİĞİNİ GÖSTERMEKTE
Başbakan Netanyahu’nun uzun yıllardır başbakanlık koltuğunda oturduğundan hareketle, Aksa Tufanı aslında Netanyahu’nun Filistin politikasının işlemediğini göstermekte. Bu politika büyük ölçüde iki devletli çözüm hedefli barış müzakerelerinin bir tarafa bırakılıp, Filistin halkının yaşam şartlarını göreceli şekilde iyileştirecek sosyo-ekonomik düzenlemelerle şiddet olaylarının önüne geçilmesi mantığına dayanıyordu.
Tüm bu süreçte İsrail yasadışı yerleşimlerin genişletilmesi gibi tek taraflı politikalarına devam etmekteydi. Hamas’ın Gazze’den İsrail’i hedef aldığı roket saldırıları Demir Kubbe savunma sistemi sayesinde geri püskürtülüyor, Mısır ve Katar’ın arabuluculuğunda, genellikle Gazze’ye gidecek maddi yardımların miktarının artırılması koşuluyla olaylar yatıştırılıyordu. Aksa Tufanı saldırısı bu politikanın İsrail’in güvenliğini sağlamakta başarısız olduğunu göstermiş oldu.
İsrail’in aşırı sağ koalisyon hükümetinin, El Aksa’nın statüsü de dahil olmak üzere, Yahudi yerleşimcilerin Filistinlileri hedef alan kışkırtıcı eylemlerine göz yuman duruşunun bir noktada infiale yol açmasından endişe ediliyordu. İsrail Maliye Bakanı Smotrich’in Filistin diye bir halk olmadığına ilişkin beyanatları ve Filistin haritadan silinmeli dedikten sonra ertesinde gelen Huwara pogromu gibi pek çok olay sıralanabilir.
Aksa Tufanı saldırısını zamanlama bakımından değerlendirmek gerekirse; İran’ın Ortadoğu’da dengelenmesi hedefinin Körfez ülkeleriyle İsrail’i yakınlaştırdığı, Suudi Arabistan-İsrail arasında normalleşme müzakerelerinin yürütüldüğü ve dolayısıyla Filistin meselesinin önemini giderek yitirdiği bir bölgesel konjonktürde, Filistin halkının giderek artan umutsuzluğu da son saldırıda önemli bir etken. Mahmud Abbas’ın ilerleyen yaşı, bir türlü yenilenemeyen seçimler, Batı Şeria ve Gazze olmak üzere devam eden iki-başlı siyasi yapı, en önemlisi Abbas’ın bugüne dek Filistinlilerin sorunlarının çözümüne dair ortaya somut bir plan sunamamış olması, Fetih hareketinin itibar kaybetmesine yol açıyordu. Hamas, Aksa Tufanı saldırısı ile Filistin davasını Abbas’tan daha fazla sahiplendiği mesajını vermiş oldu. Sonu Gazze’deki Filistinliler için daha fazla yıkım ve ölüm olacak olsa da.
LÜBNAN’DA HİZBULLAH’IN DURUŞU SAVAŞIN SEYRİ AÇISINDAN ÖNEMLİ OLACAK
Aksa Tufanı saldırılarının arkasında ağırlıklı olarak İran’ın, çok az da olsa Rusya’nın olduğunun dillendirilmesini sağlayan ne tür bölgesel ve küresel dinamikler olduğunu düşünüyorsunuz? İsrail-Filistin savaşı, bu son çatışmayla birlikte Ortadoğu, Güney Kafkasya ve küresel jeopolitik düzeni ve güvenlik mimarisini nasıl etkileyecektir sizce?
İran’ın Gazze’de Hamas ve İslami Cihad’a destek verdiği öteden beri biliniyor. Son saldırıda da İran’ın planlama, eğitim ve lojistik destek sağladığına ilişkin çeşitli bilgiler paylaşılıyor. Ancak İran şu an için bu savaşa doğrudan müdahil olmayacağı mesajını verdi. Lübnan’da Hizbullah’ın duruşu savaşın seyri açısından önemli olacak. İsrail ile sınırda karşılıklı roket atışları oldu, ancak bunun kontrollü bir gerginlikten topyekûn savaşa evirilip evirilmeyeceğini bugünden tahmin etmek güç. İsrail, Aksa Tufanı’nın yaratmış olduğu travmanın da etkisiyle Gazze’de çok sert bir operasyon yürütecek. Hâlihazırda bölgeye giden elektrik ve su kaynaklarını kesti. Zaten dar bir coğrafya olan ve 2 milyondan fazla insanın yaşadığı Gazze’de abluka sebebiyle insanların kaçabilecekleri, sığınabilecekleri yer yok. Kayıpların artmasıyla İsrail üzerindeki uluslararası baskı da artacaktır.
Bir noktada esirlerin kurtarılması amacıyla Gazze’ye kara harekâtı da öngörülüyor. Kara harekâtıyla birlikte Batı Şeria’da başlayacak bir isyan, Hizbullah’ın tavır değiştirmesine sebep olabilir. İkinci bir cephe açılması durumunda savaşın uzaması ve bölgesel bir vekâlet savaşına dönüşme riski var.
İsrail’in Gazze’de yol açacağı yıkım ve insani dram Körfez ülkeleriyle yakınlaşma sürecini tümden sonlandırmasa bile akamete uğratacaktır. Demir Kılıçlar Operasyonu’nu Türkiye-İsrail arasındaki normalleşme sürecinin dayanıklılığını ölçmek bakımından da önemli bir stres testi olarak görüyorum.
“AKSA TUFANI, EKİM 1973 YILINDA BAŞLAYAN VE YOM KİPPUR DİYE BİLİNEN ARAP-İSRAİL SAVAŞINA BENZEMEKTE”
SÜLEYMAN ARSLANTAŞ-ORTADOĞU UZMANIÖzelde Hamas’ın genelde Filistinli direniş gruplarının İsrail’e karşı başlattıkları Aksa Tufanı saldırılarını, Filistin direniş tarihi sürecinde nereye oturtuyorsunuz? Arap-İsrail savaşları, 1. ve 2. İntifada süreçleri de göz önünde bulundurulduğunda son saldırıyı öncekilerden ayıran ne tür benzer ve farklı yönler söz konusu? Bu durum, Hamas için bir zafere mi hezimeti mi dönüşür? İsrail’in güvenlik doktrini ve istihbarat efsanesi dumura mı uğradı yoksa bu analizler erken ve abartılı mı?
Şehit Seyyid Kutup, FUK’nın (Filistin Ulusal Konseyi) kuruluşunu haber verdiklerinde (1964) zindandan şu sözleri söylemişti: ‘FUK, Filistin tabutuna çakılan son çividir. FUK’nın ete kemiğe bürünmüş yansıması olan Fetih hareketi bugüne kadar çeşitli siyasi, fikri, askeri eylemler ortaya koymasına rağmen hiçbir zaman Filistin halkı ve Filistin’in geleceği için kalıcı bir çözüm üretememiştir. Bu bağlamda 13 Eylül 1993’te Washington’da imzalanan Oslo Mutabakat Anlaşması da tam bir zillet vesikasıdır. Gerek Leyla Halid’in Şam Havaalanı’nda İsrail’in Los Angeles-Tel Aviv seferini yapan uçağını havaya uçurması ve gerekse Münih Olimpiyatları’nda (1972) İsrailli sporculara yapılan saldırılar Fetih grubuna ait değildir. Leyla Halid eylemini FHKC adına gerçekleştirdi (29 Ağustos 1969), Münih Olimpiyat baskınını da Filistin adına ‘Kara Eylül’ örgütü gerçekleştirdi.
Aksa Tufanı, Altı Gün Savaşları diye de bilinen (5 Haziran 1967) savaşa benzemez. Lakin yine bir Yom Kippur günü başlayan Ramazan Savaşı, Ekim Savaşı diye de bilinen (Ekim 1973) savaşına oldukça benzemektedir. Belki sonuç olarak da 1973 savaşı sonrası Enver Sedat’ın, 1967’de İsrail’in işgal ettiği Sina Yarımadası ve diğer Mısır topraklarını İsrail’den aldığı gibi, Aksa Tufanı sonrasında da Hamas birçok fayda elde edebilir. Taktiksel olarak 1973 Savaşı ile 7 Ekim Aksa Tufanı harekâtı birbirlerine oldukça benzemektedirler. Zira 1967 savaşında Cemal Abdunnasır’ın yaptığı stratejik hata ve savaş çığırtkanlığını Enver Sedat yapmadı. Her ne kadar ünlü el-Ahram başyazarı Muhammed Heykel aksini düşünse de. Heykel, Mısır kuvvetlerinin kanalı geçemeyeceğini iddia ediyordu. Enver Sedat fevkalade gizlilik içerisinde geliştirdiği 1973 Savaş projesini hayata geçirdi ve devamında kanalı da geçti, Bar Lev hattını da yerle bir etti.
NETANYAHU, AKSA TUFANI HAREKÂTINI BİR SAVAŞ OLARAK NİTELENDİRDİ. BU İSRAİL’İN, HAMAS’I BİR GÜÇ VE MUHATAP OLARAK KABUL ETTİĞİNİN İTİRAFI
Arap-İsrail savaşlarında Mısır, Suriye, Ürdün İsrail ile savaştı. Lâkin o savaşların dışında olan çatışmalar savaş niteliğinde değildi. Nitekim İsrail makamları da gerek el-Fetih, gerek İslami Cihad ve gerekse Hizbullah ile olan çatışmaları savaş olarak nitelendirmedi. Kendilerince terörist saydıkları gruplarla mücadele olarak nitelendirdi. Oysa Netanyahu, Aksa Tufanı harekâtını bir savaş olarak nitelendirdi. Bu ifade İsrail’in Hamas’ı bir güç, otorite ve muhatap olarak kabul ettiğinin itirafıdır. Dilerseniz Hudeybiye Musalahası’nın siyasi sonuçları ile de bu durumu analiz edebilirsiniz. Zira Hudeybiye, Müslümanlar açısından her ne kadar edilgen maddeler içerse de sonuç itibarıyla müşrikler Resulullah’ın (as) Medine’de oluşturduğu site devletini bir güç, bir otorite, bir muhatap olarak kabullenmiş oluyorlardı. Savaş kavramı bilindiği gibi aralarında musalaha ile sona eren iki ayrı gücün silahlı çatışması olarak tarif edilir.
Hamas, bu saldırı ile tüzel kişiliğini İsrail’e kabul ettirmiş oldu. Sonuçta önemli zayiat da verilmiş olsa ki bu kaçınılmaz, onları erişilmez-yenilmez görenler için tam bir hezimet olmuştur. Ancak bu ifademizden sonuç olarak Hamas zafer kazanmıştır demek erken bir yaklaşım olur. Zaten bu savaşın sonucu nasıl tecelli ederse etsin, İsrail eski İsrail olmayacak. Belki Hamas bu son hareketi ile zafere giden yolu açmıştır, İsrail’in prestijini sarsmıştır demek daha doğru olur.
Aslında İsrail bizatihi bir devlet de değil, izafi bir devlettir. Ağa babalarının desteği ile ayakta durmakta ve kurulduğundan bu yana da vekâlet savaşları yapmaktadır. O nedenledir ki ağa babaları İsrail’in üzerinden birazcık ellerini çekerlerse İsrail’in güvenlik doktrinin de, silahlı gücünün de, istihbarat gücünün de abartıldığı kadar olmadığı görülür.
ÇİN VE RUSYA’NIN, HAMAS’IN YANINDA YER ALMALARI VE AKSA TUFANI’NI DESTEKLEMELERİ KAYDA DEĞER GELİŞMELER
Aksa Tufanı saldırılarının arkasında ağırlıklı olarak İran’ın, çok az da olsa Rusya’nın olduğunun dillendirilmesini sağlayan ne tür bölgesel ve küresel dinamikler olduğunu düşünüyorsunuz? İsrail-Filistin savaşı, bu son çatışmayla birlikte Ortadoğu, Güney Kafkasya ve küresel jeopolitik düzeni ve güvenlik mimarisini nasıl etkileyecektir sizce?
Elbette Aksa Tufanı harekâtının sadece Hamas’ın eseri olmadığı da muhakkak. Kanaatim ve edindiğim bilgilere göre el-Fetih’in dışında İslami Cihad başta olmak üzere 14 Filistinli örgüt ittifak içerisinde hareket etmektedirler. Ayrıca İslami Cihad ve Hamas’ın fıkhen Sünni olmalarına rağmen siyasi ve stratejik olarak İran’a yakın oldukları da bilinmektedir. Son yıllardaki İran-Hamas, İran-İslami Cihad yakınlaşmaları da bunun ifadesidir. Hamas’ın elindeki roket ve benzeri harp araç ve gereçleri Hizbullah eliyle İran tarafından tedarik edilmiştir denilebilir. Hizbullah belki Temmuz 2006 İsrail-Hizbullah çatışmasında olduğu gibi direkt sahada, cephede yer almayabilir. Bu, Hamas’la işbirliği yapmadığı anlamına gelmez.
Bu arada Çin’in ve Rusya’nın Hamas’ın yanında yer almaları ve Aksa Tufanı’nı desteklemeleri kayda değer gelişmelerdir. Harekâtın sona ermesinden sonra Türkiye ve Mısır’ın arabuluculuğu ve diplomatik temasları sonucu ateşkes sağlanabilir. Esas sorun da İsrail için bundan sonra başlayacaktır. Zira şu an da Hamas’ın elinde aralarında bir tümgeneralin de bulunduğu onlarca, yüzlerce esir bulunmaktadır. Bu nedenledir ki Hamas Rusya, Çin, Türkiye, Pakistan, İran gibi ülkelerin de yanında olmasından dolayı ateşkes sonrası masaya güçlü oturacak ve masadan kârlı kalkacaktır. Harekâtın seyrine baktığımızda, harekât öncesi, anı ve sonrasının ciddi bir şekilde hesaplandığını görmekteyiz. Alınan esirlerin tam anlamıyla taktiksel olarak kullanıldığını görüyoruz. İsrail, esirler nedeniyle kara harekâtını zor başlatır ya da başlatmaz.
Bu savaşın sonrasında etkin bir Mısır, İbrahim Anlaşmaları’na önem vermeyen Körfez ülkeleri, Ortadoğu’da daha anlaşılabilir siyaset ortaya koymaya çalışan İran, Suriye, Irak ve Lübnan gibi ülkeleri de görebiliriz. Hizbullah ve İslami Cihad’ın da bu savaşın sonucunda daha da güçleneceğini söylemek mümkündür. Diğer yandan savaşa ara verildiğinde ya da ateşkes sağlandığında İsrail siyaseti de karışabilir. İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un kredisi artarken, Netanyahu’nun ve aşırı sağcı ultra Ortodoks Yahudilerin gerek siyaseten ve gerekse halk nezdinde itibarlarının düşebileceğini tahmin etmek de güç olmasa gerek.
Güney Kafkasya konusuna gelirsek; Aksa Tufanı’ndan Azerbaycan-İsrail yakınlığı ya da ilişkileri olumsuz etkilenebilir. Bir başka önemli gelişmede İsrail’e ciddi destek veren bilhassa Amerika’daki Yahudi diasporası İsrail’e desteğini azaltabilir ve güvensizlik izharında bulunabilir. Ve tabi olarak İsrail’e yakınlığı, dostluğu ile bilinen Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski de gelişmelerden nasibini alacaktır.
“FİLİSTİNLİLER, 1960’LARDA BAŞLAYAN GAYRİNİZAMİ HARP YÖNTEMLERİNDEN FARKLI OLARAK, ŞEHİRLERİ ELE GEÇİRMEYE YÖNELDİ”
DR. SELİM SEZER-İSTANBUL GEDİK ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİÖzelde Hamas’ın genelde Filistinli direniş gruplarının İsrail’e karşı başlattıkları Aksa Tufanı saldırılarını, Filistin direniş tarihi sürecinde nereye oturtuyorsunuz? Arap-İsrail savaşları, 1. ve 2. İntifada süreçleri de göz önünde bulundurulduğunda son saldırıyı öncekilerden ayıran ne tür benzer ve farklı yönler söz konusu? Bu durum, Hamas için bir zafere mi hezimeti mi dönüşür? İsrail’in güvenlik doktrini ve istihbarat efsanesi dumura mı uğradı yoksa bu analizler erken ve abartılı mı?
Birinci ve ikinci Filistin intifadaları, birer katalizör olayın etkisiyle, siyasi hareketlerden bağımsız olarak, kendiliğinden ve tabandan gelişmiş toplumsal altüst oluşlardı ve en azından başlangıçları itibarıyla sivil nitelikliydi. Bu açıdan Aksa Tufanı’nı bir intifada olarak görmek veya intifadalarla paralellik kurmak doğru olmayacaktır. Bu operasyonun bir benzeri, Mısır ve Suriye’nin 1967’de kaybettikleri toprakları geri almak için 6 Ekim 1973’te İsrail’e sürpriz saldırılar düzenlemesiyle başlayan Yom Kippur Savaşı’dır ve Aksa Tufanı operasyonu da Yom Kippur Savaşı’nın başlangıcının 50’nci yıldönümüne denk getirilmiştir.
Ancak buradaki fark da bu kez Arap devletlerinin herhangi bir şekilde sürecin içinde olmamasıdır. Filistinliler bu kez kendi başlarına, askeri yöntemlerle saldırıya geçti ve 1960’larda başlayan gayrinizami harp yöntemlerinin kullanılmasından tamamen farklı olarak, şehirlerin, kasabaların kontrolünü ele geçirmeye yöneldi. Bu açılardan bakınca 1948’den bu yana bir benzeri ve muadili olmayan bir süreç başlamış oldu.
İsrail’in kısa süre içinde Sderot’un ve bazı başka bölgelerin kontrolünü kaybetmekle sonuçlanan “zafiyeti” ve genel olarak bu operasyondan -eğer dayanaksız spekülasyonları bir tarafa bırakacak olursak- habersiz gibi görünmesi, bu sürecin en çarpıcı veçhelerinden biridir ve İsrail’in yenilmezlik mitinin 2006 Temmuz Savaşı’ndan bu yana en ciddi şekilde sarsılmasına yol açmıştır. Şu andaki muharebelerin varacağı sonuçtan bağımsız olarak önümüzdeki yıllarda bu durum bir veri olarak elde kalacaktır. Ayrıca direniş örgütlerinin, abluka altında son derece sınırlı imkânlar altında çok büyük bir askeri kapasite geliştirdiği anlaşılmıştır. Bu kapasite, 20’nci yüzyıldaki savaşlarda tarumar olan Arap devletlerinin resmî ordularının becerilerinin epey ötesine geçmiş görünmektedir.
BÖLGEDE DENKLEM VE STATÜKO KESİNLİKLE DEĞİŞECEKTİR
Sürecin ne şekilde sonuçlanacağını öngörmek kolay değil. Başta Yoav Gallant olmak üzere İsrail askeri ve siyasi liderleri, ucu soykırım tehdidine varan açıklamalar yapıyor. Ancak 2008-9 ve 2014 savaşlarında zaten yaptıklarından farklı olarak daha fazla ne yapabilirler bilmiyorum. Ayrıca direnişin, Gazze’ye yönelik kapsamlı bir saldırıyı öngörmemiş ve buna uygun planlamalar yapmamış olması mümkün değil. Her durumda bu savaşın öncekilerden farklı olduğunu ve öncekilerde olduğu gibi Mısır’da varılan bir ateşkesle savaş öncesi koşullara dönme gibi bir durumun söz konusu olmayacağını düşünüyorum. Denklem ve statüko kesinlikle değişecektir. Ancak bunun hangi şekilde ve kimin lehine olacağını şu an için söylemek zor.
En önemlisi, bu savaşı doğuran yakın ve uzak sebepler ortadan kalkmadığı sürece, işgal, abluka, mülksüzleştirme, yerleşimci saldırıları, ilhak planları, keyfi ve kitlesel tutuklamalar, Müslümanların ve Hıristiyanların dini mabetlerinin kutsallığının çiğnenmesi, Arap devletlerinin ve dünyanın Filistinlilere sırtını dönmesi ve “çözüm” tasarılarında fikirlerinin bile sorulmaması gibi olgular devam ettiği müddetçe, yeni çatışmalar da kaçınılmaz olacaktır.
UKRAYNA’DAN KAFKASLAR’A, ORTADOĞU’DAN AFRİKA’YA UZANAN GENİŞ BİR HAT ÜZERİNDE JEOPOLİTİK İTTİFAKLARIN KRİSTALİZE OLDUĞU BİR SÜRECE TANIKLIK EDİYORUZ
Aksa Tufanı saldırılarının arkasında ağırlıklı olarak İran’ın, çok az da olsa Rusya’nın olduğunun dillendirilmesini sağlayan ne tür bölgesel ve küresel dinamikler olduğunu düşünüyorsunuz? İsrail-Filistin savaşı, bu son çatışmayla birlikte Ortadoğu, Güney Kafkasya ve küresel jeopolitik düzeni ve güvenlik mimarisini nasıl etkileyecektir sizce?
Rusya, SSCB döneminden beri “Arap-İsrail çatışmasında” orta yolcu bir çizgi izlemiştir. Bugün de İsrail’le güçlü bağları vardır ve İsrail karşıtı tutumu belli sınırların ötesine geçmeyecektir. Ayrıca Rusya’nın resmî pozisyonu 1967 sınırlarında iki devletli çözümdür. İran ise Filistinli örgütlere tam destek verir ve resmî politikası İsrail’in yıkılması, 1948 öncesinde Filistin olarak adlandırılan toprak parçası üzerinde tek bir devletin kurulması ve bu devletin niteliğine bir referandumla karar verilmesidir. Bu sebeple İran ve Rusya’nın bu husustaki ortaklıkları kısa vadeli ve taktik olacaktır.
Bununla birlikte Ukrayna’dan Kafkaslar’a, Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar uzanan çok geniş bir hat üzerinde jeopolitik ittifakların ve “cephelerin” kristalize olduğu bir sürece de tanıklık ediyoruz. Bu sebeple Rusya, savaşın devam etmesi ve büyümesi halinde en azından siyaset ve diplomasi alanında Filistinlilerden yana bir pozisyon alabilir.
“İSRAİL’İN YENİLMEZLİK MİTİ RESMEN YERLE BİR EDİLDİ”
DR. MEHMET RAKİPOĞLU-BATMAN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ VE DİMENSİONS FOR STRATEGİC STUDİES UZMANIÖzelde Hamas’ın genelde Filistinli direniş gruplarının İsrail’e karşı başlattıkları Aksa Tufanı saldırılarını, Filistin direniş tarihi sürecinde nereye oturtuyorsunuz? Arap-İsrail savaşları, 1. ve 2. İntifada süreçleri de göz önünde bulundurulduğunda son saldırıyı öncekilerden ayıran ne tür benzer ve farklı yönler söz konusu? Bu durum, Hamas için bir zafere mi hezimeti mi dönüşür? İsrail’in güvenlik doktrini ve istihbarat efsanesi dumura mı uğradı yoksa bu analizler erken ve abartılı mı?
Bir devlet dışı aktör ve direniş hareketi olarak faaliyet gösteren Hamas’ın, İsrail gibi teknolojik ve askeri donanımlara sahip bir bölgesel aktöre karşı başlattığı bu operasyonlar birçok açıdan ele alınmalı. İlk olarak İsrail’in yenilmezlik miti resmen yerle bir edildi. 1948’den beri yaptığı her savaşta Arapları bir şekilde mağlup eden ve nükleer silaha sahip olan İsrail, açık bir hapishaneye çevrilmiş ve Gazze’ye sıkıştırılmış Hamas karşısında ciddi kayıplar verdi. Filistinli bir direniş grubunun böylesi bir mukavemet ve saldırı tatbik etmesi direniş tarihi açısından da çok önemli. Dolayısıyla Aksa Tufanı 1948’den beri İsrail’in işgal politikalarına, hak ihlallerine ve yerleşimci terörüne karşı direnen örgütlerin elde ettiği en büyük zafer.
DİRENİŞ TARİHİNDE İLK DEFA HAMAS, BİRÇOK İŞGAL BÖLGESİNİ ELE GEÇİRDİ VE İSRAİL’E CİDDİ ZARAR VERDİ
Nitekim direniş tarihinde ilk defa Hamas birçok işgal bölgesini ele geçirdi, İsrail’e ciddi maddi zarar verdi. Dahası Hamas, İsrail işgal kuvvetlerine ait karakolları, uçak ve ordu mensuplarını elde etti. Direniş tarihi açısından bir diğer önemli görülen nokta, İsrail güvenlik bürokrasisinin tam anlamıyla çökmüş olmasıdır. İstihbarat birimleri saldırıları tahmin edemedi. Benzer şekilde Demir Kubbe ve ordu Hamas’ın saldırılarını engelleyemedi ve hatta yeterince tepki bile veremedi. Hamas’ın operasyonlarını direniş tarihindeki diğer savaşlardan ayıran temel özellik, sürece herhangi bir Arap devletinin doğrudan dahil olmamasıdır.
Operasyonlar başladıktan sonra Katar, Kuveyt gibi ülkeler destek açıklamasında bulunmuş olsa da 7 Ekim operasyonlarının Filistin merkezli Hamas’ın organizasyonunda icra edildiği görülüyor. Her ne kadar İran’ın da bu süreçte parmağı olduğu neredeyse kesin olsa da herhangi bir Arap devletinin İsrail’e karşı savaş açmamış veya Hamas’ın operasyonlarına müdahil olmamış olması artık Arap-İsrail savaşı yerine Filistin direniş grupları ile İsrail arasında bir savaşın cereyan edeceğini gösteriyor. Bununla birlikte özellikle İran’ın bu sürece dahil olduğunu dile getiren İsrail, savaşın İran destekli milisler ile İsrail arasında olması yönünde açıklamalar yapıyor. ABD’nin İsrail’e yardım amacıyla gönderdiği uçak gemisi de bu ihtimalin Washington’da ciddiye alındığını gösteriyor.
1973’teki savaşa benzer şekilde saldırılar ilk olarak İsrail’den gelmedi. Diğer savaşlarla kıyaslandığında İsrail’in tepkisi oldukça başarısız olarak değerlendirilebilir. Nitekim saldırılardan 5 saat sonra açıklama yapabilen Netanyahu her ne kadar savaş durumu ilan etmiş ve Gazze’ye yoğun saldırılarda bulunmuş olsa da Hamas’ı bitirme yönündeki operasyonlardan henüz sonuç alamadı. İsrail’in bir hafta belki de daha fazla sürecek olan hava saldırıları sonrası kara harekâtı icra etmesi de masada duran planlar arasında. Fakat 2006 Lübnan tecrübesini hatırlayan İsrail güvenlik bürokrasisi bu ihtimal üzerinde bir uzlaşıya varamıyor.
Hâlihazırda Hamas’a karşı verilen kayıpların istihbarat ve ordu açısından başarısızlık olduğu değerlendirmesi de yapılıyor. Fakat İsrail’in Gazze’ye kara harekâtı düzenleme durumu Hamas’ın 7 Ekim saldırılarına ciddi bir cevap olabilir. Yıllardır kapsamlı operasyonlara odaklanan İsrail’in böylesi bir operasyonuna Hamas’ın nasıl tepki vereceği merak konusu.
İSRAİL’İN GAZZE’YE KARADAN OPERASYON DÜZENLEMESİ; LÜBNAN, IRAK, YEMEN VE SURİYE’DEKİ Şİİ MİLİSLERİN HAREKETLENMESİNE YOL AÇABİLİR
Aksa Tufanı saldırılarının arkasında ağırlıklı olarak İran’ın, çok az da olsa Rusya’nın olduğunun dillendirilmesini sağlayan ne tür bölgesel ve küresel dinamikler olduğunu düşünüyorsunuz? İsrail-Filistin savaşı, bu son çatışmayla birlikte Ortadoğu, Güney Kafkasya ve küresel jeopolitik düzeni ve güvenlik mimarisini nasıl etkileyecektir sizce?
7 Ekim saldırılarına karşı İsrail’in Gazze’ye yönelik kara harekâtı düzenlemesi halinde bölgesel dinamiklerin radikal biçimde etkileneceği söylenebilir. Nitekim saldırıları doğrudan destekleyen İran ve İran’a yakın Hizbullah, Husiler ve Haşdi Şabi gibi milisler olası Gazze operasyonuna karşı tehditler savuruyor. İsrail’in Gazze’ye karadan operasyon düzenlemesi halinde Lübnan, Irak, Yemen, Suriye gibi bölgelerde Şii milislerin hareketlenmesi beklenebilir. Dahası ABD’nin İsrail’i desteklemesinden ötürü Şii milislerin operasyonlara karşı ABD noktalarına saldırılar gerçekleştirileceğini ifade ediyor. Söz konusu durum ABD’nin bölge politikasını etkileyip güç dengelerini oynatabilir. İsrail’in Gazze’ye kara harekâtı düzenlediği, İran destekli milislerin Lübnan-Irak-Suriye hattından İsrail’e ve bölgedeki ABD elçiliklerine ve askeri üslerine saldırması senaryosu, bölgesel ve hatta küresel bir çatışma iklimini doğurabilir. Gerçekleşme ihtimali uzak olsa da bu senaryo hayal değil.
İRAN, RUSYA VE ÇİN FİLİSTİN DİRENİŞİNE DESTERLERİNİ ARTIRIRSA, İSRAİL-ABD KARŞISINDA YENİ BİR BÖLGESEL DÜZEN DENGESİ GÖREBİLİRİZ
Nitekim İsrail bu senaryonun başlama ihtimalini tetikleyecek olan Gazze harekâtını hava saldırıları sonrası başlatmayı planlıyor. Bu anlamda ABD karşısındaki bölgesel ve küresel güçlerin tepkileri ve pozisyonları süreci doğrudan etkiler. İran, Rusya ve Çin başta olmak üzere Batı hegemonyasına meydan okuyan aktörler, İsrail ve ABD karşısında Filistin direnişine desteklerini artırırsa Ortadoğu’da yeni bir bölgesel düzen ve güç dengesi iklimi görebiliriz. Öte yandan Filistin’de süren çatışmaların dünyanın başka coğrafyalarındaki denklemleri nasıl etkileyeceği sorusu da gündemde. Bu sorunun cevabı da büyük oranda çatışmanın ne yöne evirileceği ile alakalı.
Eğer çatışmalar ABD ve İran’ın dahil olduğu bir sürece evirilirse, Suriye başta olmak üzere birçok noktada jeopolitik düzenler yeniden çizilir. Nitekim ABD’nin askeri önceliği olmayan Ortadoğu’da yeniden aktifleşmesi Asya Pasifik’te Çin’in önünü açar. Benzer şekilde ABD’nin askeri tepkisine Rusya sessiz kalamazsa, Karadeniz ve Ukrayna’daki denklem Moskova’nın aleyhine olur. İran’ın milisleri İsrail’e karşı yönlendirmesi de Suriye, Irak, Yemen, Lübnan’daki dengeleri değiştirir. Bu süreçte Türkiye ise oldukça dengeli ve hassas bir politika izlemeye çalışıyor. Sürecin oldukça kırılgan olmasından dolayı Türkiye gerek İsrail gerekse Filistinli taraflarla görüşüp savaşın son bulması yönünde adımlar atıyor.