İsrail meselesi

Netanyahu’nun teşvik ettiği şey, patlak vermiş bir küresel ortamın ortasında gerçekleşecek büyük bir patlamayla tehdit ediyor Yeni Avrupa, Ortadoğu’da filizlenecekse, İsrail meselesi ile başa çıkmaktan kaçışı yok. Bölgemizdeki yeni kanaat; Orta Çağ’ın sonu, coğrafi ve bilimsel keşiflerin başlaması, akıl ve aydınlanmanın insanlık tarihinde daha önce görülmemiş derecede yayılmasıyla Avrupa kıtasında ortaya çıkana benzer yeni bir … İsrail meselesi Devamı »

Eklenme Tarihi: 29 Ara 2022
5 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 29 Ara 2022
İsrail meselesi

Netanyahu’nun teşvik ettiği şey, patlak vermiş bir küresel ortamın ortasında gerçekleşecek büyük bir patlamayla tehdit ediyor

Yeni Avrupa, Ortadoğu’da filizlenecekse, İsrail meselesi ile başa çıkmaktan kaçışı yok.

Bölgemizdeki yeni kanaat; Orta Çağ’ın sonu, coğrafi ve bilimsel keşiflerin başlaması, akıl ve aydınlanmanın insanlık tarihinde daha önce görülmemiş derecede yayılmasıyla Avrupa kıtasında ortaya çıkana benzer yeni bir Rönesans için bölgemizde tarihi bir fırsatın bulunduğudur.

Ortadoğu’da ve özellikle Arap dünyasında, halkı ve tüm alanları kapsayan, dini ve medeni yenilenmeyi amaçladığı, ekonomik ve sosyal sistemleri içerdiği için benzeri görülmemiş geniş çaplı reform süreçleri gerçekleşiyor.

Bu köşede daha önce bu konu detaylı bir şekilde ele alınmıştı ve şüphesiz bundan sonra da ele alınmaya devam edilecek.

Ancak şu anda bizi ilgilendiren, askeri olarak derinleşmesi muhtemel, aynı zamanda, uluslararası ilişkiler uzmanı Joseph Nye’nin diplomatik kış dediği, yani savaşı durdurmakta siyasi başarısızlık aşamasından geçecek olan Ukrayna savaşının yükleri ve sonuçlarıyla dolu gelecek bir yılın engelleriyle yüzleşmektir.

Ancak yeni yılın tek büyük yükü bu değil, Filistin ve İsrail meseleleri etrafında dönen bölgesel gerçekliğin varlığı bir diğer büyük yük, zira her ikisi de birkaç gün sonra güneşi doğacak yeni yıl boyunca patlamanın tüm unsurlarıyla yüklü keskin bir dönemeçten geçiyorlar.

Tüm psikolojik ve duygusal bedelleri ve yükleriyle Arap-İsrail çatışması, uzun bir süre bölgenin geri kalmışlığının ayrılmaz bir parçasıydı.

Daha uzun bir süre boyunca da “Filistin meselesi”, Arap bağımsızlık meseleleri içinde bir istisna teşkil ediyor gibi göründüğünden Arap gündeminin merkezi sorunuydu.

Filistin diğerlerine göre bir istisnaydı çünkü kardeşlerinin görevi maddi, manevi, diplomatik ve siyasi destek vermek iken, bağımsızlık mücadelesi birinci çıkar sahibi Arap halkının sorumluluğundaydı.

Filistin ve İsrail meseleleri arasındaki yoğun etkileşime ve aralarındaki karşılıklı ilişkiye rağmen, Arapların İsrail meselesine ilgileri seyrekti. Arap meseleleri ile olduğu gibi İsrail meselesiyle ilgilenen Arap araştırma merkezlerinin ortaya çıkması için Arap dünyası uzun yıllara gereksinim duydu.

Arap dünyasında İsrail meselesi, Yahudilere -ve daha önce Müslümanlara- zulmedenlerin günahlarını ve hatalarını üstlendiği ve esasında bir Batı meselesi olduğu, Arapların davasının ise Filistinlileri bunun pençelerinden kurtarmak olduğu şeklinde özetlenmişti.

Artık böyle bir mantık kafi değil ve çatışmaların, savaşların yaşandığı yaklaşık 75 yıl önce bölgenin ortasında İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra bugün bölgede barış da mevcut.

Altı Arap ülkesi İsrail ile tam bir barış sağladı, diğer birkaç ülke ticari ilişkiler kurmak veya hava sahasını açmak başta olmak üzere çeşitli biçimlerde onunla ilişkiler kurdular.

Filistinlilerin kendileri bile 30 yıl önce Oslo’da gerçekleşen ve Filistin halkının tarihte Filistin topraklarında tanık olduğu ilk otorite olan Filistin Ulusal Otoritesi’nin kurulduğu bir siyasi anlaşmaya imza attılar.

Bu sırada İsrail, eşi görülmemiş bir uluslararası tanınırlık kazandı ve bununla birlikte bir ülke olarak ekonomik ve bilimsel olarak gelişti, gelişmiş ve en mutlu ülkeler arasında yer aldı.

Tüm bunlar, nükleer silahların yayılmasını küresel suç sayan bir dünyanın hesap sormasına ve kınamasına maruz kalmadan, nükleer ve konvansiyonel silahlarla tepeden tırnağa silahlanmışken gerçekleşti.

Şaşırtıcı olan, tüm bunların ortasında ve hatta başkalarının topraklarının işgalini uluslararası bir utanç kaynağı haline getiren Ukrayna savaşının ortasında, dünyanın çok az bir bölümünün Filistin topraklarının yanı sıra Suriye’deki Arap topraklarını işgal ettiği için İsrail’i suçlamasıdır.

Dahası İsrail, Filistin Otoritesi ile yaptığı anlaşmalara ve toprağın nihai statüsünü ve diğer meseleleri müzakere etmeye hazır olmasına rağmen, zorla, Kudüs dahil olmak üzere işgal ettiği bölgeleri yerleşim yoluyla değiştirmeye devam ediyor.

Yine şaşırtıcı olan tüm bunlar olurken, İsrail’in kendisinin tüm değişkenlere tepkisinin, İsrail ve hatta ABD’de alarma neden olan tehlikeli ve endişe verici bir tür sağa doğru yönelmek şeklinde olmasıdır.

Kudüs’teki İbrani Üniversitesi’nden İsrailli bir filozof ve tarihçi CNN’e verdiği bir röportajda, meseleyi, Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında yani tarihi Filistin’de yer alan siyasi bir birimde yaşayan üç sınıf insan şeklinde kategorize ediyor.

Bu sınıfların ilki tüm haklara sahip Yahudiler, ikincisi bazı haklara sahip Araplar, üçüncüsü çok az veya hiçbir hakka sahip olmayan Araplar.

Yine The New York Times tarafından yayınlanan en açık sözlü ve “İsrail’de neler oluyor?” başlığını taşıyan bir makalede, konunun siyasi sınıflandırmasının Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e uzanan coğrafi alanda yer aldığını ve yukarıda sunulandan daha karmaşık bir tablo sunduğunu göreceğiz.

Bu tablo şu şekilde; “Yahudiler ve Yahudiler”, “Arap Yahudiler ve İsrailliler”, “Yahudiler ve Filistinliler” ve “Filistinliler ve Filistinliler” arasındaki ilişkiler.

Burada daha fazla ayrıntı için söz konusu makaleden alıntılar yapmak zor değil ama bu noktada bizim için önemli olan, makaleye göre iki devletli çözümün “zayıflayıp donuklaştığını”, hatta diğer makalelerde bu çözümün tamamen sona erdiğinin söylendiğini göreceğimizi not etmektir.

Yahudiler sağın en uçlarına doğru yönelirken, İsrail vatandaşlığına sahip Filistinlilerle olan ilişkileri oldukça etkileşimli.

Bu etkileşim Filistinli Semir Hac Yahya’yı piyasa değeri olarak İsrail’in en büyük bankası olan “Leumi” Bankası’nın başkanı yaptı.

Öte yandan Filistinliler coğrafi olarak -1967’den önceki- İsrail’in nüfusunun yüzde 21’ini oluştururken, doktorlarının yüzde 20’sini, hemşirelerin yüzde 25’ini, eczacıların yüzde 50’sini, İsrail’in en önde gelen bilim kurumu olan Technion çalışanlarının yüzde 20’sini temsil ediyorlar.

Ana ikilem, yukarıda zikredilen makalenin de belirttiği gibi, İsrail içindeki gerçek işgal altındaki topraklara doğru yayılırken, iki devletli çözümün çökeceğinden duyulan büyük korkudur.

Bu gerçeğe göre öncelikle Filistinliler ve İsrailliler, nehir ve deniz arasında yaşayan kitleyi yarı yarıya bölüşmektedirler.

İkincisi, bu alanda ortak bir para birimi kullanılmaktadır.

Üçüncüsü, bir tür tek gümrük bölgesi bulunmaktadır.

Dördüncüsü, İsrail içinde ve dışında istikrarlı bir çalışma sistemi bulunmaktadır.

Beşincisi, tarihte bilinen en büyük tarihsel adaletsizlik süreci yaşanmaktadır.

Altıncısı, İsrail siyasi yapısındaki mevcut gelişmelerin gölgesinde, bu bölgede patlamaya hazırlanan en büyük bomba bulunmaktadır ve bu bomba sadece barışın değil, bölgenin rahminden doğacak yeni bir Avrupa sürecinin de karşısında durmaktadır.

İsrail, siyasi toplarının yukarıda bahsi geçen etkileşim süreçlerinin reddine dayanan bir barutla doldurulmasından korkuyor.

Siyasi topları bu barutla dolduranlar, 1948’dekine benzer bir “başka Nekbe” ile devletin nehirden denize kadarki bölgeyi Filistinlilerden boşaltmasını istiyorlar.

Azgın ırkçılığın etkisi altında olan, Filistinlilerle bir arada yaşamayı reddeden, haklar ve görevlerde eşitliğe dayalı tek bir İsrail-Filistin siyasi alanının -aslında tek bir devletin- varlığını daha çok reddeden yeni koalisyon üyelerinin, yeni bir Nekbe için çalışmaya verdikleri ruhsat açıkça görülüyor.

Filistin tarafına gelince, prestijli Filistin Araştırma ve Çalışmalar Merkezi tarafından yapılan anketler, şu anda Filistinlilerin çoğunluğunun şiddeti ve silahlı çatışmaya dönüşü desteklemeye yöneldiklerini gösteriyor.

Filistin halkını bölen Hamas, bunda kendisi için bir fırsat görüyor. Keza İran’a bağlı İslami Cihat örgütü de.

Tüm bunların genel karışımı, İsrail’de olup bitenlere ekleniyor ve Netanyahu’nun teşvik ettiği şey, patlak vermiş bir küresel ortamın ortasında gerçekleşecek büyük bir patlamayla tehdit ediyor.

Bu haliyle durum, kurtuluşu bekleyen Ortadoğu’daki reform ve barış liderlerinin epeyce düşünmelerini gerektiriyor.