İtaatle Yükseliş

Eklenme Tarihi: 24 Kas 2016
6 dk okuma süresi

Dinimizde; yaratması ve Rab olması nedeniyle Allah’a itaat, O’nun görevlendirmesi ve yetkilendirmesi sebebiyle de Allah Rasülü’ne itaat istenmiş ve şart kılınmıştır. Allah ve Rasülü’nden sonra itaat edilmesi gereken bir yetkili daha vardır ki o da Ul’ul Emr’dir. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz “Ey iman edenler! Allah’a, Rasülüne ve sizden olan Emir sahiplerine itaat edin”1 buyurarak bu üç yetkiye dikkat çekmiştir. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem de birden fazla Müslüman bir araya gelip bir iş yapacaklarsa içlerinden birini imam seçmelerini ve ona itaat etmelerini emretmiştir. Hadiste “Üç kişilik bir grup halinde yolculukta olduğunuzda aranızdan birini emir yapın”2 buyrulur. Bu şekilde yolculuktan cemaate bütün toplu yapılan işlerde Emir seçmek ve ona itaat önemle bildirilmiştir. Allah Rasulü kendisi hayatta iken de gönderdiği her seriyye ve yaptıracağı her önemli işte bir Emir muhakkak tayin etmiş ve onun yetkili olduğunu ashabına iyice öğretmiştir. Bu konuyla ilgili birçok hadis ve ashabın hayatında da birçok örnek bulunmaktadır.

Allah ve Rasülü’nün hâiz oldukları kutsiyet sebebiyle yetkilerini anlayan pek çok Müslüman, iş İmam’a itaate gelince orada takılmakta ve itaat etmekte zorlanmaktadır. Hakikatte kendisi gibi birine itaat etmek insana zor gelmekte ve bazen itaat etmek için karşıdakinde kendisinde olmayan olağanüstü haller görmek istemektedir. Oysa itaat için gereken tek şart; Emir sahibinin Allah ve Rasulü tarafından yetkilendirilmiş olması ve itaat edilmesini istemesidir. Bundan başka sebep arayarak itaat etmeyenler Allah ve Rasülü’ne itaat etmemiş olacaklardır. Bunun tersi olarak, dinde iş sahiplerine itaat edenlerin itaatleri Allah’adır. Çünkü itaat etmelerinin sebebi Rabbimizin itaat edilmesini istemesidir. Allah Rasulü hadiste; “Bana itaat Allah’a itaattir. Bana isyan Allah’a isyandır. Başındaki Emire itaat bana itaattir, ona isyan ise bana isyandır”3 buyurmuştur. Bazen yetki sahibinin şahsı, kişinin hoşuna gitmeyebilir yine de itaat etmelidir. Çünkü Allah Rasulü “Başınıza başı kuru üzüm tanesi gibi olan bir köle tayin edilse bile itaat edin”4 buyurmuştur. Ya da bazen ahlakı yahut emirleri güzel olmayabilir. Yine de dedikleri yapılmalıdır. Allah Rasulü’ne “Hakkımızı vermese de hoşumuza gitmese de mi itaat edeceğiz” denildiğinde; “Evet, dinleyin ve itaat edin”5 buyurmuştur. Dinde Emir sahiplerine bu kadar önemli bir yetkinin tanınması, bu meselenin Müslümanlar açısından birçok fayda sağlaması ve birçok zarardan koruması sebebi iledir.

Öncelikle dinin, yeryüzünde gerçekleştirmek istediği hedefler sebebi ile Müslümanlara cemaat olmayı emretmesi ve cemaatin başsız ve lidersiz mümkün olmaması Emir’e itaati şart kılmaktadır. Hz.Ömer’in ifadesiyle: “İslam İslam olmaz cemaat olmadıkça, cemaat cemaat olmaz Emir olmadıkça, Emir Emir olmaz itaat olmadıkça…” Dolayısıyla dinin ve ümmetin menfaati için cemaatin liderine itaat gerekir. Aksi takdirde Müslüman cemaatin dağılmasının zararı bütün ümmete dokunur. Çünkü itaatsiz bir birliğin hiçbir gücü ve tesiri olmayacağından, düşman karşısında daima zayıf duruma düşer.

İtaat; Müslümanların güçlenmesinin ve yükselmesinin yoludur. İtaat ile Müslümanlar disipline edilmekte, bütünleşme ve birliktelik oluşturulmakta ve yetkilinin idaresi ile işlerin bir çatı altında derli toplu yapılması sağlanmaktadır.

Bir ordu düşünelim; yeterli teçhizata, tam bir disipline, çok sayıda askere ve son model silahlara sahip… Bu orduyu ancak en az onun kadar güçlü bir ordu mağlup edebilir. Eğer bu ordu, karşısında dağınık, disiplinsiz, başsız ve komutansız bir alay görse onları ezip geçer. Bir kişinin çıkıp bir yerden ok atması, diğerinin başka taraftan mızrak sallaması, ötekinin hamleleri düşman ordusunu güldürmekten öteye gitmeyecektir. İşte Müslümanların bugünkü hali buna benzer. Düşman, büyümenin ve birleşmenin yollarını denemekte, bunun için büyük birlikler oluşturmakta ve her kademede disiplin ve itaati yerleştirmektedir. Buna karşın Müslümanların birçoğu İslam davası ve ümmet için kılını dahi kıpırdatmamakta, bir şeyler yapmaya çalışanlar ise dağınık ve disiplinsiz çalışmakta ve hâlâ nefislerini dinleri için itaatten müstağni görmektedirler. Bu şekilde mağlubiyet kaçınılmaz, zafer ise çok uzaktır.

Müslümanlar ümmetin kurtuluşu için nefislerinin hoşuna gitmese de itaat etmeyi öğrenmelidirler. Bir cemaat içerisinde lidere itaati anlamayanlar, sosyal hayatın içerisinde insanın insana itaatinin doğal bir ihtiyaç olarak gerçekleştiğini görmüyorlar mı? Asker komutanına, işçi patronuna, öğrenci öğretmenine, toplum devlete ve hatta hasta doktoruna yeri gelir itaat eder. Cemaat liderine itaatte anormal olan nedir? Liderin, nefsin hoşuna gitmeyen şeyler emretmesi mi? Elbette ki İmam herkesin gönlünü güdemez. Yapacağı her işte, alacağı her kararda herkesin nefsinin hoşuna gidip gitmemesini hesap edemez. Ve her zaman öncelikli olarak şahısların menfaatini değil, davanın menfaatini düşünmek zorundadır. Kimsenin hatırına davanın maslahatını feda edemez. Ederse kendisine yüklenen sorumluluğu yerine getirmemiş olur. Ve zaten o, davası için en başta kendisinin ve ailesinin hatırını feda etmiştir. İmam da her daim itaat konumundadır. Nefsin çıkarını düşünmeyi herkesten evvel o bırakmıştır. Alacağı her kararda Allah’a, Rasulü’ne ve davanın menfaatine danışmak zorundadır. Başkalarına emrettiklerini evvela kendisi uygulamak ve her zaman en iyisini yaparak örnek olmak zorundadır. Dünyevî menfaati ve nefsî çıkarı kalmamıştır. Emrettikleri nefsinden değil, dava ile ilgili bir işten dolayı olacaktır. Böyle bir İmam’ın her emri, bilen için başüstünedir. İmam’ın sana davadaki bir işten dolayı kızdıysa, nefsî hesaplarla, şeytanı konuşturarak itiraz etmek, karşı çıkmak ne kadar da kötü bir davranıştır. Nefsini ezmiş, tek hesabı dava ve ümmet olmuş bir İmam’ı bulmuşsan, onu kalbî hastalıkları tedavi eden doktor, yaramaz talebesine kızan hoca, evladının iyiliğini isteyen anne baba gibi görmelisin. Bunlardan hiçbiri olarak görmüyorsan; patronun işinde gevşek işçisine kızması gibi gör! Görmüyor musun patron işçisine hakaret bile etse işçi ertesi gün yine işine gider ve patronuna yine saygı gösterir. Dünyevî meselelerde en âdi insana bile yeri gelip itaat edenler, dinî meselelerde davalarına kendilerini feda etmekle üstün fazilete ulaşmış âlimlere ve dava adamlarına neden itaat etmek istemezler acaba? Dinî işlerine dünyevî işleri kadar değer vermediklerinden mi yoksa bilgisizliklerinden mi ya da itaat etme küçüklüğüne (!) düşmeyi asaletlerine yakıştıramadıklarından mı? Hâlbuki nefsi hesaplarla itaat etmeyenler; ümmetin maslahatını tercih etmediklerinden, sadece kendilerini düşünerek küçülmüş olurlar. Asıl asalet; kendinden geçip ümmeti düşünecek kadar büyümektir.

Elbette ki itaat etmek zordur. Nefsin bir şeyi arzulamaktadır mesela, fakat davan o arzudan vazgeçmeyi gerektirir. Ya da ailenin sana çok ihtiyacı olduğu bir anda yapılması gereken işler seni bekler. Bazen hasta anneni Allah’a emanet etmeni, bazen çocuklarına yeterince imkân sağlayamamanı gerektirir davanın maslahatı. Böyle anlarda acı bir kâseyi yudumlamak gibidir itaat… İşte yükseliş burada başlar. Yüce idealler ve kutsî hedefler uğruna nefsini ezip, itaat etmesini bilenler yükseldikçe yükselirler. Bütün bunlar için davamızı şahsi menfaatlerimizden, ailemizden ve tüm sevdiklerimizden üstün tutmadıkça, nefsimizin hoşuna giden ve gitmeyen tüm meselelerde davamız için itaat etmeyi öğrenmedikçe yükselemeyeceğimizi bilmeliyiz. Bizden öncekilerin itaat imtihanından geçtiği gibi, her birimizin itaat imtihanından geçeceğimizi unutmamalıyız. Gururlu nefislerimizi itaatle terbiye etmeli, nefsimizin bencilliğinden ümmet için itaat ederek kurtulmalıyız. Nefsimize ayırdığımız hiçbir pay kalmayıp, hiçliğe ulaşmadan olgunlaşamayacağımızı ve bunun yolunun da itaatten geçtiğini artık öğrenmeliyiz.

Ne mutlu itaat ederek yükselenlere!

1. Nisa, 59 2. Ebu Davud, K. Cihad, 2242 3. Buhari 4. Buhari 5. Buhari