İyi kötü kurallı bir devlet olmaya Tanzimat’la başladık dersek, iki yüzyılı tamamlamaya çok kalmadı. Arada saltanat bitti cumhuriyet kuruldu, onun da yüzüncü yılındayız. Çok partili hayatın 75 senesini geride bıraktık. Tek başına iktidarlar gördük ama en serbest seçimde en uzunu AK Parti oldu; o da şimdilik 20 yılı devirdi.
Bu kadar zaman geçti hala en temel meselelerde, tekerleğin keşfiyle uğraşıp, her defasında her şeye sıfırdan başlayarak zaman ve kaynak israf eden bizden başka memleket kalmadı. Osmanlı’dan beri borçla, enflasyonla boğuşuyoruz. Böyle problemlerle nasıl mücadele edileceği besbellidir ama gelin görün ki hala bir yöntem üzerinde anlaşabilmiş değiliz. Son birkaç seneye bakar mısınız? Birbirinden akıl almaz yanlışlarla kaybettiklerimize… Hayat pahalılığı ülkeyi yangın yerine çevirdi, insanlar boğuluyor ama bugün bile yöntem üzerinde anlaşabilmiş değiliz. Herkesin bildiğini bilebilmek için hep sil baştan… Bakmayın bugünlerdeki sessizliğe üç vakte kalmaz faiz mi sonuç, enflasyon mu meselesi de açılır bir yerden. İki kere ikinin kaç ettiği üzerine yeniden kavgaya tutuşuruz.
En ziyade bilmemiz gereken konu enflasyona ol açmamaktır. Açtıysak da mücadele etmesini bilmektir. Ama bilmiyoruz. Bunu bilmiyoruz da eğitimi biliyor muyuz? Yani şu kadar yüz yıllık tecrübemiz var, bari eğitimi hale yola soktuk diyebilir miyiz? Çocuklar önce 12 senelerini, sonra da üniversitede 4 senelerini dolu dolu geçiriyor, iyi yetişiyor diyebilir miyiz? Dünyayla rekabet eden nesiller yetiştiriyor muyuz? Gençlerimiz okuduğunu anlayabiliyor mu? Soru sormasını, araştırmasını biliyor mu? Neyi nerede arayacağından haberdar mı?
Osmanlı’dan beri başta biraz zayıf ama sonra güçlenmek için sayısız fırsatı olan sanayimiz var ama bırakın beş on sektörü bir branşta dünyada namımızı yürütebildik mi? Yani, bir konuya odaklanıp orada başa güreşmek gibi bir hedefimiz oldu mu? Muteber devlet olabilmek için bir değil, beş-onbeş sektörde adımız olmalıydı ama birinde dahi esamimiz okunuyor mu?
Tıpkı, tıpta, hukukta, felsefede, kültürde okunmadığı gibi. Sivil toplumda, insan haklarında, çevre haklarında hatta inanç hürriyetinde okunmadığı gibi.
Başaramadık ve Başaramadığımıza dair iç sıkıntısı yaşıyor muyuz, şüpheli.
Bırakın hepsini… Dünyanın tartışmasız en yüksek deprem riski taşıyan ülkesi olmamıza rağmen, Maraş depreminin neredeyse günü saati belli olmasına rağmen, önlem alınmazsa o bölgedeki binaların yıkılacağı ve insanların öleceği apaçık bilinmesine rağmen, eli kolu bağlı seyreden ülkeyiz biz. Şimdi de evleri hızlı yapıyoruz diye övünen ülke…
Bu kadar senelik tecrübenin ardından ekonomide, bilimde, eğitimde, şehirleşmede, sanayide, tarımda geride kalmak; hala neyin nasıl yapılacağı tartışmasına mahkum olmak, iç açıtıdır. Seçim ekonomisinin ve siyasal popülizmin her defasında hakikate, ihtiyaçlara, liyakate, ehliyete, hukuka, eğitime ve gelecek vizyonuna galip gelmesi ülke için de toplum için de hazindir.
Başaramadığımız halde başarmışız gibi yapmak, sloganlara inanmayı tercih etmek, çok iyi olabilecekken bugün elimizdekiyle teselli bulmak da öyle…
Ülke gerçekte hedefsiztir ve artık hangi hedeften bahis olsa inandırıcılığı kalmamıştır. Türkiye, devasa, hacimli ve potansiyeli yüksek olan ama “büyük” olamayan bir ülke olmaya mahkum haldedir.
Bir devletin başarması için gerekten tecrübeye ve süreye fazlasıyla sahip olmasına rağmen…
Cumhuriyetin yüzüncü senesinde daha iyi bir yerde olmamak için hiçbir gerekçemiz yoktu. Türlü bahaneler, tükenmez mazeretlerle, birbirimize söylediğimiz yalanlarla seneleri, on seneleri heba ettik; yenilerini de ediyoruz.
Şu kadar senenin sonunda insanlarının önüne hala refah, mutluluk ve gelecek güvencesi yerine bölünmemek dışında hedef koyamayan bir devlet, imkanları ve zamanı heba etmez de ne yapar zaten!