Kırım'daki 1,400 cami Rus işgalciler tarafından yok edildi

Rusya’nın ilhakı sırasında 1784’te Kırım’da 1474 cami bulunduğunu hatırlatan sanat tarihçisi Nicole Nur Kançal, 2012 yılında ise bu sayının 80’e kadar düştüğünü ifade etti.

Eklenme Tarihi: 05 Eyl 2021
17 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 26 Eyl 2024
Kırım'daki 1,400 cami Rus işgalciler tarafından yok edildi

Derin bir geçmişe sahip olan Kırım’ın tarihi yapılarını ve mimari eserlerini, ihtisasını Kırım mimarisi üzerine yapan, sanat tarihçisi Nicole Nur Kançal’la konuştuk. 2012 yılında Kırım’daki tarihi mirası kayıt altına almayı amaçlayan bir çalışmaya da katılan Kançal, 1787’te Rusya’nın ilhakı sırasında ülkede 1474 cami bulunduğunu, 2012 yılında ise bu sayının 80’e kadar düştüğünü söyledi.

Kırım Hanlığı 1400’lerde kuruluyor. Bu insanlar nereden geliyor, nasıl bir kültürel miras taşıyorlar Kırım’a? Bunu eserlerinde nasıl görebiliyoruz? Ve taşıdıkları ve Kırım’da kurdukları kültürün Arap-Osmanlı kültürü ile nasıl bir yakınlığı vardır?

Kırım jeopolitik açıdan çok önemli bir yer. Hem İpek Yolu’nun üstünde olması hem güneyinde çok önemli liman şehirlerine sahip olması bakımından onu Antik Çağ’dan itibaren çok önemli bir yer haline getiriyor. Türk etkisi orada ne zaman başlar? Aslında 4. 5.y.y.dan itibaren başlıyor orada, yani kavimler göçü ile beraber. Daha sonra Kıpçakların hâkimiyeti altına giriyor bölge. Daha sonra da Kırım'ın kuzey tarafında yani bozkır tarafı Deşt-i Kıpçak olarak bilinmektedir.

Hala da o tarihi coğrafya Deşt-i Kıpçak olarak bilinir. Yine Türk bir halk olan Kıpçaklar tarafından yönetilmiştir. Daha sonra Altın Orda Devleti’nin idaresine girdi bölge, 13. yy’dan itibaren. Altın Orda Devleti alsında biliyorsunuz Türk-Moğol devletidir. Ve 13. yy. ortasından itibaren İslamiyeti kabul etmiştir. Ve Altın Orda’nın İslamiyeti kabul etmesiyle Kırım aynı zamanda bu İslam coğrafyasının havzasına girdi ve orda bir Türk İslam kültürü gelişti. Yani bir sentez haline geldi.

Bugün Altın Orda döneminden kalan çok az yapı mevcuttur. Yani bütün Altın Orda’nın kapsadığı coğrafyada. Hemen hemen hiçbir şey günümüze gelmemiştir. Ama bunların ayakta kalan en güzel örnekleri Kırım’dadır. Bu eski Kırım, Kırım yarımadasının doğusunda bulunan bir şehir. Burası Altın Orda’nın idare merkeziydi ve Altın Orda’nın valisi orada oturuyordu. Ve orada bugün hala ayakta olan bir cami var. Onu biz bugün Özbek Han Camii olarak bilmekteyiz. Onun arkasında hemen bir İnci Bey Hanı medresesi var.

Bunların ikisi 13. yüzyıla aittir. Ve aslında altın ordudan kalan en önemli yapılardan biridir. Aynı zamanda tabi medrese, banisi bir hanım olması açısından da çok önemlidir. Kırım’ın o dönemdeki şehirleri ve kültürünü biz aynı zamanda İbn Battuta'dan öğrenebiliyoruz. Bugün bizim Kırkyer yahut Eski Yurt olarak bilinen coğrafyada türbeler günümüze gelmiştir. Bir de bugün Çufut Kalesi olarak bilinen aslında bir dağda olan ve bir kale şeklinde olan Kırkyerde bir cami kalıntısı ve yine Altın Orda'dan kalma önemli bir türbe günümüze gelmiştir. Kırım, Altın Orda’nın maddi mirası için son derece önemlidir.

Ve aynı zamanda da mezar taşları herhalde Altın Orda’nın hakim olduğu diğer hiçbir yerde mezar taşları günümüze gelmemiştir. Ama Kırım’da bir çok mezar taşı var. Hatta doğuda Özbek Han Camii’nin etrafında birçok mezar taşı var. Ayrıca batıdakiler Kırkyer ve Eski Yurt'dan Hansaray’ın içindeki hazireye taşındı bu mezar taşları. Bugün Hansaray'ın haziresinde bu mezar taşları.

Şimdi Altın Orda’nın varisi olan Kırım Hanlığı sizin de dediğiniz gibi 15. yüzyılın ortasına doğru kuruluyor. Kırım Hanlığı’nın kurucusu Hacı Giray Han’dır. Ondan 1441-42 senesine tarihlenen sikkeler mevcuttur. Yani kendisi Kırım'ı idare merkezi olarak aldı ve orada ilk defa sikke bastırdı. Ama bugün biz Kırım Hanlığı’nın kurucusu olarak genelde Mengli Giray Han’ı biliyoruz. Menli Giray Han bir dönemde İstanbul'da kalmıştı.

Daha sonra 1475'de Fatih Sultan Mehmet ile beraber Kefe’yi fethettiler. Osmanlı ondan sonra 1475’de Kefe de sancağı kuruyor. Aynı zamanda o dönemden itibaren Kırım Hanlığı Osmanlı himayesi altına girmekte. 1. Mengli Giray çok önemli bir şahıstır. Aynı zamanda Yavuz Sultan Selim'in kayınpederidir. Mengli Giray Han'ın kızı Ayşe Hafsa Sultan, Yavuz Sultan Selim'in eşi oluyor. Hatta bazı kaynaklara göre Kanuni Sultan Süleyman'ın annesidir. Ama o tam kesin olarak bilinemiyor, biraz tartışılan bir konudur.

Mengli Giray esas kurucu dedik. Mengli Giray Han'dan günümüze maddi olarak ne kalmıştır?

Mengli Giray Han'ın türbesi yine Bahçesaray'ın batısında Salacık mevkiinde, bazılarına göre de bu türbe onun değil babasının türbesidir yani Hacı Giray Han'ın türbesi. Bahçesaray'dan önceki sarayın bulunduğu Salacık bölgesinde mevcuttur.

Tamam Kırım Hanlığı kuruldu, Osmanlı ile akrabalık ilişkileri var. Bu ilişki daha sonra nasıl devam ediyor?

Bu ilk dönemde Osmanlı da bunu yapıyor. Asilzadeler aslında aralarında evlendiriyorlar. Ondan sonra beylikler arasında aynı şey söz konusudur. Kırım Hanlığı bunu devam ettiriyor. Mesela orada Karaçibeyler diye eski Altın Orda'dan devam eden bir kabile aristokrasisi var. Onların en önemli olanları Şirinbeyler. Onlar da Karasubazarı’nda. Onların kızlarıyla evlendiriyorlar veya kızlarını onların erkekleriyle evlendiriyorlar yani başkalarına vermiyorlar. Yani Kırım'da aristokrasi içinde bu evlendirme sürekli devam eden bir şey. Mesela İstanbul da bitiyor, Sultan Mehmet’ten sonra haremde o bitiyor.

Altın Orda Devleti’nden sonra Kırım Hanlığı kuruldu, Osmanlı ile çok yakın ilişkileri var. Yaklaşık 300 sene Kırım ile Osmanlı'nın çok yakın ilişkisi var. Orada Kırım Hanlığı’nın hem kendisine has özellikleri devam ediyor ama aynı zamanda Osmanlı ile yakın ilişkisi önemli bir etkileşime neden oluyor? Kırım- Osmanlı ilişkisinin izlerini sanat eserlerinde nasıl okuyabiliriz?

Mengli Giray Han döneminde Osmanlı Kırım’da şöyle bir politika uyguluyor; genelde hanedan veliahtları bir tanesi ya da birkaç tanesini rehin olarak İstanbul’da tutuyor Osmanlı ve onlara da istediği zaman diyelim bir handan hoşnut kalmadı, onu değiştirmek istiyor, o zaman Osmanlı burada rehin tuttuğu veliahtlarından bir tanesine hanlık belgesini verir ve onunla beraber sorguçla, kılıçla, samur kürkü de hediye ederek yine gönderir. Osmanlı aslında burada doğrudan çok aktif o politikanın içine girmektedir.

Aynı zamanda 1532’de Sahip Giray Han çok önemli bir han, Mengli Giray Han'ın oğlu Kırım'a gittiğinde yanında kalabalık bir kapıkulu grubu var. O kapıkulu grubunun maaşı doğrudan Osmanlı tarafından ödeniyor. Bir şekilde böyle Osmanlı’nın etkisi tamamen Kırım’da kendisini hissettirmeye başladı. Aslında 16.yüzyılın ortasından itibaren Kırım’daki kültürün Osmanlı ile aynı olduğunu söyleyebiliriz. Hiç bir farkı yok. Bunu hem edebiyatta görebiliyoruz müzikte hem de beni ilgilendiren kısmı tabii ki mimaride. Şimdi edebiyattan belki örnek verebiliriz; gazi Bora Giray Han biliniyor burada.

Gözleve’deki Han Camii’nin, 1. Devlet Giray tarafından 1550’li yılların civarında yapıldığı kabul ediliyor. Bu Devlet Giray da son derece önemli bir handır. O, 1571 de Moskova’ya akın yapar ve orayı yakıp yıkıp geri döner. Bu seferden dolayı kendisine "Taht Algan" unvanı verilir. 1 Devlet Giray Han Gözleve’de bir cami inşa ettirir. Bu camı son derece önemlidir. Bizim Kırım’da bildiğimiz üç tane kubbeli cami vardır. Hanlık döneminden. Kesin olarak hanlık döneminden bildiğimiz üç tane cami var. Bir tanesi Gözleve’deki Han Camii’dir. Bu bir Mimar Sinan yapısıdır. Ve cami Mimar Sinan’ın tezkeresinde yer almaktadır. Yani Mimar Sinan biliyorsunuz sahip çıktığı ve ben yaptım dediği bütün eserlere kendi tezkeresine yazdırmıştır ve bu cami de o tezkerede yer almaktadır.

Bu cami birçok açıdan çok önemlidir. Öncelikle, kubbeli bir cami. Osmanlı’da herkes kubbeli bir cami inşa ettiremez o dönemde. Plan olarak eski Fatih Camii’nin planının bir kopyasıdır. Önünde bir yarım kubbe, bir ana mekânın üstünde bir merkezi kubbe, yanlardan üçer tane kubbe ve beş kubbeli bir son cemaat yeri mevcuttur. Önemli olan biz bu camide iki minare görebiliyoruz. Bunlar aslında hana verilen çok büyük bir ayrıcalık yani bu iki minareli cami inşa edebilme hakkı edinmesi. Çünkü normalde sadece Osmanlı iki minare inşa etme hakkına sahiptir. Aynı zamanda Mimar Sinan'ın tezkeresinde bir türbeden bahsedilir ama bugün Gözleve’de bir türbe mevcut değildir.

Yine Eski Yurt denilen ve Bahçesaray'ın batısında bulunan bir bölgede 2. Mehmet Giray Han'a yani 1584 senesine ait, tamamen Osmanlı etkisini gösteren bir türbe mevcuttur; 8 köşeli, çift kasnaklı bir türbe mevcuttur. Bunlar 15. yüzyıldan kalma en önemli eserlerdir. Yine tabi ki Kefe Osmanlı sancağı olduğu için orada Osmanlı doğrudan inşa faaliyetinde bulunmaktaydı. Orada bir sürü yapı vardı. 17. yüzyıldan bugüne kadar bir tane Müftü Camii olarak bilinen bir cami gelmiştir. Şu anda orada Kubbeli Cami olarak bir tek o cami var. Aynı zamanda Sultan Süleyman döneminde orada yapılmış bir kubbeli cami 20. yüzyılda yıktırılmıştır. Kefe'de de aynı zamanda büyük bir hamam vardır ve başka birçok Osmanlı yapısı vardı.

Yani burada önemli olan, yapı itibariyle yani mimari açıdan da aslında diğer Osmanlı topraklarından farksızdır hatta belki daha da fazla Osmanlı veya başkent üslubuna benzemektedir. Bunlara en iyi örnek Hansaray’dır. Hansaray’da biz şöyle bir şey görüyoruz, Hansaray aslında temeli 1. Mengli Giray Han döneminde 16. yüzyılın başında atıldığını düşünüyoruz. Ama orada esas mekân düzeni ve yerleşim planını düzenleyin 1. Saib Giray’dır. Yani 1532 civarından sonra başlar.

Orada Topkapı Sarayı ve Edirne’deki sarayın bir sentezi olarak görebiliyoruz. Yanı tamamen Osmanlı Sarayı’nın mekan düzeni ve bir kopyasını görebiliyoruz orda. Bu çok önemlidir 16. yy. ortasında ve veyahutta birinci yarısında temeli atılan bu saray düzeni daha sonra değişmedi. Hansaray 18. yy.’ın ilk yarısında tahrip edildi yanı büyük bir kısmı tahrip edildi bir kısmı yakıldı bu mekân düzeni değişmedi. Yani orada bir Han Camii var, avlunun diğer tarafında Hansaray’ın kendisi var. O tamamen özellikle Edirne Sarayını takip etmektedir. Bu mimarinin yerleşim düzeni olarak veyahutta mekân anlayışı.

Diğer tarafta da Hansaray’ın başka açısından çok büyük bir önem taşımaktadır. Osmanlı’nın en kuzey bölgesinde yer alan ve Osmanlı’nın etkisi altında veyahutta doğrudan Osmanlı’nın himayesinde olan sivil mimarı örneğidir. Aynı zamanda yata kalabilmiş çok az sayıda Türk İslam saraylarının çok güzel bir örneğidir. 18. yy’da Ruslar tarafından yıkıldığında han İstanbul’dan yardım ister bu Hansaray’ı yeniden inşa etmek için hem mimar hem de inşaat malzemesi gönderilir.

Ve biz bu hem mimari ile ilgili hem de gönderilen malzeme ilgili başbakanlık Osmanlı arşivinde belgeler mevcuttur. Biz bunu görebiliyoruz. Hatta hangi malzemelerin gittiğini hangi mimar ve hangi malzemenin gittiğini orada görebiliyoruz. Oradan aslında çok güzel bir bilgi kaynağıdır bu belgeler. Şeyi görebiliyoruz orada, mermer parçalar bile İstanbul’dan gittiğini görebiliyoruz. Kereste Sinop’tan gitti ve İstanbul’da ve genel olarak Osmanlı coğrafyasında 18. yüzyıla ait sivil mimarisinden son derece az örnek günümüze gelmiştir, o açıdan da Hansaray son derece önemlidir. Osmanlı kültür havzasının sivil mimarisi açısından.

Orada aslında Hansaray’ın en eski yapısı bir harem binasıdır. Eskiden çok fazla harem binası vardı ama günümüze bir tane gelebilmiştir. Bu harem binası 17. yüzyılın sonu 18. yüzyılın başında inşa edildiği düşünülmektedir. Ve İstanbul’da biz o döneme ait hemen hemen hiç bir mekân günümüze gelmemiştir. Bir örnek vermek gerekirse, yeni caminin hünkâr mahfili verilebilir. Bu hünkâr mahfili ve Hansaray’daki bu eski harem binası birçok paralellik göstermektedir.

Diğer tarafta Hansaray’daki han camii de birkaç defa tekrar inşa edildi ama hünkar mahfilinde yer alan çiniler onlar da doğrudan Osmanlıdan gönderildi ve oradaki Osmanlı varlığını da hissettirmektedir. Diğer tarafta 18. yüzyılın ikinci yarısında yani 1750 civarında ve sonrasında Hansaray’ın bazı mekânları tamamen yeniden inşa edilmiştir. Yeni bunlar tamamen Osmanlı üslubuyla inşa edilmiştir ve o açıdan da çok önemlidir. O dönemden de Osmanlının diğer coğrafyasında hemen hemen hiçbir şey kalmamıştır.

Yani hem saray yapısı o sarayın mantıksal olarak biz orada anlayabiliyoruz bu paralellikleri hem de doğrudan sivil mimarinin önemli birer örneği olarak görebiliyoruz onları. Şimdi 18. yüzyılın 2. yarısında bunlar inşa edildi dedim ama tabi ki sonradan 1771’de başlayan savaşlar ve 1784’de en sonunda Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı sonucunda her şey değişmektedir.

1771’den itibaren büyük göçler başlar.1784’e kadar devam eder. Kırım Tatar nüfusunun yarısından fazla Türkiye topraklarına göç ettiğini görmekteyiz. Bu çok önemli aslında orda Kırım tamamen boşaltılmaktadır. Ve boşaltılan yerlere de Kırım başka kolonistler yerleştiriyor ve bu şekilde Kırım tamamen başka bir kültür altına girmektedir. Kırım’da kalabilen Kırım Tatarları için de durum gittikçe zorlaştırılmaktadır yanı Rusya orada onların rahat edememeleri için elinde geleni yapıyor.

Zaten daha sonra Kırım harbinde tekrar büyük bir göç başlıyor 1853’den 1861’e. Bu göçler tabi ki iki sebeple önemlidir. Kırım Tatar nüfusu ve Müslüman nüfusu boşalmaktadır. Orda artık başka bir nüfus yerleşir. Bu mimarı yapılar için nasıl bir sonuç doğuruyor başta camiler boşalır o dönemde ve bazıları başka amaçlarla kullanılır, bazıları da terk edilir ve o zaman terk edilince kendiliğinden yok oluyor. Ama yine bir şekilde Kırım Tatarları kendi varlığını 20. yüzyıla kadar devam ettirebilmiş.

Ama en kötüsü tabi ki 1917 ‘de Rusya’daki devrim ve daha sonrasında II. Dünya Savaşı öncesi ve II, Dünya Savaşı’nda artık Kırım, Kırım Tatar nüfusundan arındırılmıştır. 1944’de biliyorsunuz Stalin bütün bu büyük sürgünü gerçekleştirir ve bir gecede Kırım Tatarları kendi vatanlarını terk etmek zorunda kalırlar. Ve ancak 1980’lerin sonu veyahutta 90’ların başında tekrar geri dönme şanları oluyor ve binbir zahmetlerle geri dönüyorlar ve başta derme çatma çadırlarda varlığını sürdürmeye çalışıyorlar.

1993’de ilk defa Kırım’a gittiğimizde ben çok etkilenmiştim. Hem insanların bu fakirlik ve zor şartlar altında yaşamaları ve yaşama çabalarını sürdürmeleri, sırf vatan toprağında tekrar yaşamak için. Ve insanlar da yaşlılar ile beraber geldiler ve bu yaşlılar için bu son derece önemliydi. Hatta bizim orada birkaç röportaj yapmıştık onların çoğu kişi bugün yaşamıyor. Ama gittikçe tabi ki sevindik buna. Hem Kırım’daki Tatar nüfusu artmıştı hem de ayakta kalan az sayıdaki mirasına yavaş yavaş sahip çıkmaya başladılar diye düşündük.

Stalin döneminde onlar boşaltılıyor. O dönemde başkaları yerleştiriliyor. O dönemde aynı zamanda sistematik bir oradaki binaların yıkımı gibi bir şey oluyor mu yoksa zaman içinde kendiliğinden mi işlevsiz kalıyorlar.

Şimdi birkaç dönemde sistematik bir yıkım oluyor zaten. 1784’den itibaren bu Ruslaştırma politikaları ile sistematik bir yıkım oluyor, ilk büyük yıkım o zaman oluyor. O devam ediyor. Ama tabi ki 1944’den sonra yıkımdan çok mekânlar farklı amaçlar için kullanılıyor. Camiler müze oluyor veya kültür evi oluyor, sonradan komünist propagandası yapılan kültür evine dönüştürülüyor. Hatta çok ilginçtir, birçok caminin arkasında bir ön mekân ilave edildi ve o ön mekânın içine kameralar için bir yer konuldu.

Çünkü bazıları kültür evi bazıları sinema olarak kullanılıyordu veya ikisi olarak kullanılıyordu. Hatta bazılarında eski kameralar mevcut hatta. Orada çok ilginç şeyler yaşanmış. Mesela biz 93’te biz kurban bayramına gitmiştik ilk defa Kırım’a gittiğimizde. O zamanda da işte zaten dediğim gibi Kırım Tatarları döndü ama çok fakirlerdi ve genelde döndüklerinde Kırım’da gerçekten hemen hemen ellerinde hiçbir şey yokken varlıklarını sürdürmeye çalıştılar. Ve mesela diyelim sahilden bir yerden bir köyden sürgün edildiler ama tabi o köye geri dönemediler.

Bugünkü Ak Mescit etrafında bir yerde bir toprak işgal edip orada çadırlarını kurdular. Bizim gittiğimiz kurban bayramında biz öyle bir yerleşim yerine gittik ve onlar da kurban bayramı yüzünden ilk defa bir otobüs tutular ve sürgün edildikleri köye gitmek istediler onu görmek istediler ve bizi de davet ettiler biz onlarla beraber gittik. Bu gerçekten çok etkileyici oldu benim için. Orada iki şey vardı onlar o gece çünkü onlara birkaç dakika, en fazla bir saat vakit verildi evlerini boşaltıp sürgüne gönderildiklerinde.

Onlar orada kendi köylerinde bir çeşmede gitmişler kendi isimlerini kazımışlar çeşmenin duvarına. Gittiğimizde ilk oraya gitmişler onu aramışlar. Tabi gittiklerinde isimleri kalmamış. Bu beni çok etkilemişti. Diğer beni etkileyen de, aslında orada zengin köylerdi sahil tarafında çok büyük ahşap konakları vardı ve o konaklar tatarlardan boşaltılınca Ruslara verildi. Ve o insanlar kendi evlerinin önünde durdular ve evlerini gördüler ve girmediler içeriye. Bu çok anlatılmaz bir durumdu gerçekten.

Sovyetlerin dağılması ile mi bir rahatlama oldu orada?

Tabi ki ama onlara bir ikamet verilmedi. Kimlikleri verilmedi. Kimlik olmayınca iş de bulamadılar. Daha yeni, herhalde 10 sene önce, aslında orada tapular duruyordu, tapular yakıldı. İnsanlar da o zaman hak iddia etme şansları ortadan kaldırıldı.

Belki bu gün olan olayları biraz geçmişi ile alabiliriz. Ukrayna kuruluyor 20 sene kadar önce, oraya gelen insanlar nasıl bir durumdaydı bundan bahsettiniz. Ondan sonrasında bu insanlar orada nasıl bir hayat kurdular ve bugün olan olayların geçmişle muhtemelen çok yakın bir bağı var. Sizin anlattıklarınız da bugün olanları aydınlatıyor. Bu bağlantıyı biraz anlatırsanız.

Aslında Tatarlar son senelerde biraz rahatlamaya başlamışlardı. Büyük şehirlerin mahallerinde büyük inşaatlara başlamışlardı. Hatta birçok yerde onlara tekrar toprak dağıtılmaya başlamışlardı. Tekrar toprak sahibi olmayı başardılar ama tabii ki nüfusları hala çok az. Yüzde 12 ancak şu anda. Ama sizin dediğiniz gibi o da tabi ki olabilir. Türkiye’den destek olsun, şey olsun, tekrar cami inşa etme çabaları vesaire Rusya’yı rahatsız etmiş olabilir.

Son dönemde bir projeye başladınız. Şu an bize orada var olan envanter nedir ne değildir, oradaki karışıklık ile ilgili son dönemde yine yoğun bir çalışma yaptınız. Bu hissiyatınız belki, oraya dair değişen gündem bu kadar tazeyken nasıl bir etki bıraktı sizde.

Yaptığımız bu envanter çalışmasında biz 50’den fazla yerleşim yeri gezdik. 150’den fazla yapıyı biz envantere aldık. Bu bizim araştırmamız bizi şu rakamları gösterdi. Rusya’nın Kırım’ı ilhakında 1784’de orada bir sayım yapılıyor ve 1474 cami tespit ediliyor. 1912’de başka bir sayımda bu sayı 729’a düşüyor yani yarıya kadar düşüyor bu 130 sene içinde. Ve biz 2012 de gittiğimizde bütün tarihi camileri tespit etmeye çalıştık, şu anda çoğu harap ve faal durumda olmayan camiler yani hepsi beraber 80 cami.

Bu nasıl bir araştırma onu biraz anlatabilir misiniz?

Türkiye çok güzel bir çalışma başlattı orada. Biz ekip olarak ve bizim ekip başımız Doç. Dr Hakan Kırımlı Bilkent Üniversitesi’nden. Bu araştırma grubu olarak Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluğu Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ortak bir çalışması olarak biz Kırım’ın tarihi miras envanterini çıkartmaya başladık. Biz 2012 den itibaren birkaç defa Kırım’a gidip geldik. Ekibimizde mimar vardır, restoratör vardı, tarihçi vardı, sanat tarihçisi vardı. Bizim buradan 4 kişi vardı. 3 kişi de Kırım’dan katıldı.

Bütün Kırım’ı gezdik. Bütün Kırım’daki ulaşabildiğimiz ve mümkün oldukça tamamen oradaki günümüze gelebilen maddi mirası kayıt altına almaya çalıştık. Ve bu envanter çalışması bitmek üzere ve inşallah bu sene kitap olarak yayınlanacaktır. Bizim başka bir projemiz yine benim başka bir akademisyenle ortak yürüttüğümüz başka bir proje. Kırımdaki bütün Türk-İslam dönemine ait kitabelerin toplanması ve yayınlanmasıdır.

Onu da başlattık. Orada hem mezar taşlarının kitabeleri var, hem camilerin kitabeleri yani bizim ulaşabildiğimiz bütün kitabeleri biz bu envanterin içine almayı hedeflemekteyiz. Yani bu bizim için çok önemli. Şimdi bugünkü duruma baktığımızda daha da aslında önem kazanmıştır. Biz tabi o zaman öyle düşünmemiştik. Biz restorasyona yönelik bu tespitleri yapmayı düşündük. Bazı binalar burada, hala Kırım Tatarları geri alamadı.

Mesela bazı camiler, bunlara da bu envanter sayesinde belki alabilirler veya bazı restorasyon çalışmaları da başlayabilir diye düşünmüştük. Biz o Kırım’daki müftülükle de ortak çalıştık. Ayrıca da oradan bir arkadaş, oradaki arşivlere girdi. O arşivler de ancak yani bazıları 2-3 senedir ancak açık. Kırım’daki arşiv çalışması da yapıldı orada. Biz mümkün oldukça gerçekten bu bilgileri eksiksiz olarak ortaya koymaya çalıştık.

Ve genelde bizim tespit ettiğimiz camiler 19. yüzyıla ait. Ama genelde onların Kırım Hanlığı’ndan kalma camilerin temelleri üzerine inşa edilmiş oldukları bilinmektedir. Yani şunu da eklemek istiyorum, benim için aslında şu da önemli bu Kırım ve Osmanlı ve daha sonra Türkiye arasındaki bağlantı benim için çok önemli. Dediğim gibi Osmanlı’yla sürekli bir bağlantısı vardı. Hanlar, azledilen hanlar veyahutta hanedanı Osmanlı tarafından Rumeli’ye yerleştiriliyordu ve orada çiftlik sahibi oluyordu.

Oradan bazen öyle oluyordu ki Rumeli’den tekrar han olarak Kırım’a gönderilebiliyordu bazı hanlar. Yani bazı öyle örnekler var. Toplam 47 tane Kırım Hanı var, bu 47 tane Kırım Hanı’ndan 24’ü Osmanlı topraklarında defnedildi. Yani onların yarısından fazlasının mezarları Osmanlı toprağındadır. Bize de çok yakın, mesela Trakya’da var, Sarayvize de bir yerleşim var. Orada zaten Kırım hanlarının bir vakıfları vardı, bize daha yakın olan Çatalca’da da var.

Aynı şekilde tabi 19. yüzyılda gerçekleşen büyük göç, yani normal halkının büyük göçü, ilk önce Romanya, Bulgaristan, ondan sonra oradan Türkiye’ye bu göç hem burada yani Türkiye’de şu anda çok önemli bir Kırım Tatar nüfusunun mevcudiyetini göstermektedir hem de bir tarafta da bu Kırım Tatar nüfusu bağlantısını hiçbir zaman tamamen kopartmadı Kırım’la, hala o bağlantıları canlı tutmaktadır. Hem kültürel olarak hem de biraz orada rahatladığında birçok kişi oraya gitti, yani toprak almaya veya ev almaya çalıştılar, akrabalarını bulmaya çalıştılar.

O bağlantı sürekli devam etmektedir. Ve böylece de aslında Osmanlı’da başlayan veyahutta daha erken aslında Selçuklu döneminde veya altın orda döneminde Selçuklular’dan devam eden bir etkileşim ve iletişim ilişkisi hiçbir zaman koparılmamış ve Kırım Osmanlı ve daha sonra Türkiye için son derece önemliydi ve önemli olmaya devam etmektedir.

Ukrayna’daki Kırım’daki bu olaylar, Kırım’da azınlık durumuna düşen Kırım Tatarları için bu yaşanan olaylar onlar için nereye aidiyet onların en çok memnun olacağı şey olur. Bu çözüm sürecinde kendilerini en çok nerede görmek isterler. O duyguyla baktığımız zaman, onlar açısından baktığımız zaman.

Şimdi tabi ki Kırım Tatarları hala azınlık olarak Kırım’dalar. Ama Kırım Tatarları tabi ki Ukrayna’ya ait olmak isterler, hiçbir zaman Rusya’ya bağlı olmak istemezler. Hatta Rusya’dan o kadar çektiler.

Ukrayna’ya bağlı olarak kalmak daha iyi mi diyorsunuz?

Daha önce de onların yüzü her zaman Avrupa’ya dönüktü, Avrupa ve Ukrayna’ya dönüktü. Yani Rusya’ya hiçbir zaman girmek istemezler.

Şu anda zaten orada esas nüfus Rus nüfusu. Zaten Ruslar, Rusya’ya bağlanmak istiyorlar, Rusya da onu istiyor. Çünkü başta da dediğim gibi jeopolitik olarak çok önemli bir yer Rusya bu bölgeyi bırakmak istemez. Ama tabi ki bu Kırım Tatarları için tekrar çok büyük bir travma olacak. Bu onlar için tekrar bir yıkım gibi bir şey olacak. Biz şu anda üzüntülüyüz. Ve orada büyük bir korku hâkim.

Bize telefonlar geliyor, herkes ailesini Kırım’dan çıkartmaya çalışıyor. Özellikle mesela başörtülü hanımlar veya gençler çok zor durumdalar. Bize böyle direk müracaat oldu, bize yardım edin, bizi çıkartın. Çünkü orada öyle olaylar oldu ki, evler bile işaretlendi. Yani tam Nazi Almanyası gibi. İşte Müslümanların evleri işaretlendi. Biz işte pazar günü mitingdeydim. Orada da biz kırımdan gelen arkadaşlarla konuştuk. Evlerde nöbet tutuyorlar, sırayla uyuyorlar. Korku o kadar büyük.

Kaynak: Kuzey Haber Ajansı