Kayseri’de yaşanan olaylar ve akabinde Suriye’nin Halep kırsalında ve İdlib’te Türkiye’ye karşı saygısızca tepkiler, mülteci meselesinin gördüğümüz en gergin sahneleridir. Bugüne kadar olanların ötesinde bir infial yaşandı ve olaylar sonuçta, Suriyelilerin varlığına karşı kesimlerin reaksiyonunu artırdı. Özellikle sosyal medyada ağırdan daha ağır bir tepki rüzgarı esti, siyaset ve liderler işin içine girdi ve bu mesele bir kez daha gündemin merkezine oturdu.
Buraya nereden ve nasıl geldik?
Türkiye’nin başlangıçta çok iddialı “kırmızı çizgi”lerle tarif edilen Suriye politikası bugün artık politika olmaktan çıkmış ve Esad’la görüşebilme beklentisine kadar gerilemiştir. Halbuki başlangıçta ilan edilen hedeflerin ilki Esad’ın mutlaka gitmesiydi. Esad kaldı, “Sayın Esed” oldu ve şimdi Erdoğan’ın masaya oturma talebine karşılık tok satıcı tavırlarıyla bakacak olacak kadar güçlendi. Yani ilk hedefimiz tutmadı. İkinci hedefimiz Suriye’nin toprak bütünlüğü; yani bir bölgesel Kürt yönetiminin kurulmamasıydı. Bu da tutturulamadı. O kadar tutturulamadı ki PYD/SDG daha fazla ilerlemesin diye çeşitli bölgelerde yıllardır asker bulundurmak zorunda kalıyoruz.
İlk iki hedefin gerçekleşmesine bağlı olarak da üçüncü hedefimiz de mültecilerin bir an önce Suriye’ye geri gönderilmesiydi. Tabiatıyla bu hedef de tutturulamadı. Şimdi bir sosyal gerilim unsuru olarak önümüzde duran mülteci meselesi Suriye politikamızın başarısızlıkla sonuçlanan bu hedeflerinin kaçınılmaz sonucudur.
4 milyona yakın insan Esad rejiminde hayatta kalma şansları olmadığı için bizim davetimizle belirli aralıklarla Türkiye’ye geldi. Sadece bize değil, bir o kadarı da bölge ülkelerine ve Avrupa’ya dağıldı. Yükün en ağır kısmını taşımakla birlikte meselenin tek tarafı Türkiye değildir, unutmayalım. Suriyeli mültecilerin geri dönebilmeleri için gereken şart Esad rejiminin yıkılmasıydı ama bu olmayınca sığındıkları ülkelere mecbur kaldılar. Hayatta kalmak, ölmemek için başka seçenekleri bulunmuyor.
Son olayların ürettiği gerilim ve öfkeden arınıp mülteci meselesine insani boyutuyla bakmak, artık ertelenemez bir mecburiyettir. Onları Türkiye’de istemeyen insanların hassasiyetlerini dışlamadan, problemin bütün boyutlarını konuşmak zorundayız. “Hemen gitsinler” demek belki bir kesimin yüreğini soğutuyor ama uygulanması mümkün olan bir fikir değildir.
Suriyelilerin geri dönebilmesi her durumda, gidecekleri yerde can güvenliklerinin garantisiyle sağlanabilir. Bunun için de ilk adımda Türkiye ile Suriye arasında güvene dayalı bir anlaşma yapılmalıdır. Gayet tabii Esad önce Türkiye ile anlaşabilmek için ülkesindeki askeri varlığımızın geri çekilmesini ve Ankara’nın ÖSO’ya yani Suriye Milli Ordusu’na verdiği desteği kesmesini talep edecektir. Zaten şimdiden sadece Türkiye ile görüşmenin ön şartı olarak bile bunları ileri sürmektedir. Ayrıca, mültecilerin geri dönüşü için sadece Türkiye-Suriye mutabakatı yetmez, uluslararası güvencelerin temin edilmesi gerekecektir.
Bunlara ilaveten, büyük ölçüde yıkılan ve harap olan şehirlerin yeniden iskanı için ciddi bir imar faaliyeti gerekecektir. Yani, herşeyin yolunda gittiği senaryoda bile Suriyelilerin ülkelerine göre dönmeleri uzun zaman ve büyük bir kaynak gerektirmektedir. Başta siyasi mutabakat lazımdır ki sürecin en zor kısmı burasıdır.
Plansız, programsız ve sonrası düşünülmeden uygulanan mülteci politikasının sıkıntılarını yaşıyoruz. Ama mutlak değilse bile tatmin edici çözüm hala mümkündür. İnsani hassasiyeti koruyarak, yol haritası belli bir geri dönüş planıyla problemi iki taraf için de daha fazla büyütmeden yönetilebilir. Zamanı iyi kullanıp, yeni gerilimler doğmasını beklemeden adım atmak şartıyla…