Lise 2’deyken bir akrabamızın evinde Beyaz Dizi romanları ile tanıştım. Hemen oracıkta bir tane okudum. Kalanları da emânet alıp bir solukta bitirdim. Bir daha mı? Asla! Bu bir şans; inanın şans. O aptal romantik dünyanın içinde kalmış da olabilirdim. Seriyi bitirince, konuların ve kahramanların birbirinin aynısı olduğunu fark ettim. İtiraz noktam buydu. Bu, okuyucuyu aptal yerine koymaktı. Bir şansım da matematik ile aramın iyi olmasıydı. Ne alâka mı? “Hayatın ritmi, matematik üzere atar. Matematik, sâdece bilimin değil, sanatın da kalbidir. Ne var ki ülkemizde matematiğe olan ilgi her geçen gün düşüyor; dolayısıyla matematiksel başarı da düşüyor. Matematiği öğretemeyen, matematikten özellikle kız çocuklarını uzak tutmaya çalışan bir anlayış hâkim.” Bu satırlar, Fatma Barbarosoğlu’nun, “Rakamlarla değil, matematik ile aramız iyi olsun.” başlıklı yazısından. Lütfen bu yazıyı tekrar tekrar okuyun. Matematiğin Nobeli Fields ödülünü kazanan ilk kadın Meryem Mirzakhani’yi anlatıyor. Mirzakhani, küçükken, ünlü kadınların biyografilerini okumuş. Madam Curie ve Helen Keller’in hayâtını okuyup filmlerini seyretmiş. Yazar olmayı hayâl etmiş. Matematikle ilişkisi kötü başlamış ama sonra, yıldızı parlamış. Matematik profesörü olan Mirzakhani, matematik ve yazmaarasındaki ilişkiye de inanıyor. Beyaz diziden matematiğe geçmemin sebebini anlatayım. Bir okuyucunun isteği üzerine yaz dizilerine şöyle bir baktım. Sonuç? Kızlarınızı bu dizilerden uzak tutun. Oğullarınızı da tutun da kızlarınızı daha çok tutun. Yoksa aptal olurlar. Tıpkı, bahsettiğim beyaz dizi romanlarındaki gibi kahramanlar ve konular aynı. Hattâ, ikisinde esas kızların isimleri aynı. Defne. Sanki isim kıtlığı var. Hepsinde komik kızlar, pazarcılar gibi yaka bağır açık playboylar, bir karış etek giymiş telekız kılıklı şirket personeli, kuzenler, tâciz ile başlayan tanışmalar… Bunun adı da aşk. Bu, düpedüz seyirciyi aptal yerine koymaktır. İnadına Aşk, Kirâlık Aşk, Aşk Zamanı, Çilek Kokusu… Yaz ekranı, silme bu konularla dolu. Vallahi billahi bu dizileri seyreden kızlar aptal olur. Hele biraz da aklı havadaysa. Yolda, otobüste, AVM’de uğradığı tâcizi aşk filan sanır. Yarın bir gün, kendisine asılan patronunun evlenme teklif ettiğini falan sanır. Peki ne yapmalı? Matematik meselesini boşuna açmadım. Artık kızlar elişi yapmıyor. Aslında elişi hem sabrı öğretir hem matematiktir. Geometrik zekâyı, analitik zekâyı geliştirir. Karışmış ipleri açan gelinlerin kaynanası ile iyi geçinmesi şehir efsânesi değil. Ne yapalım, artık elişi yok. Yok diye kızlarımız dizi mi seyretsinler? Amman uzak tutun. Bir yandan Yeşilçam filmleri, bir yandan abuk subuk romanlar, kimbilir kaç genç kızı harcadı. Harcamaktan kastım, aklâkî mânâda değil. Bu romantik dünyaya dalan genç kızların, zekâ ve kabiliyetlerini ortaya çıkaracak işlerle uğraşması mümkün değil. Bence, asıl harcanma bu. Şimdi bunu diziler yapıyor. İnadına seyretmeyin; çocuklarınıza da seyrettirmeyin. Not: “Sen ne yapıyorsun?” derseniz aynen böyle yapıyorum. Kızımı, dizilerden uzaklaştırıp matematiğe yaklaştırdım. Satranç oynuyor. Evimde televizyon yok. Bahsettiğim dizilere şâhit olunca “Ne kadar saçma!” deyip gülüyor.