Bizleri yoktan var eden ve bizleri kardeş kılarak büyük bir aile olmamızı isteyen Yüce Rabbimize hamd olsun. O’nun kıymetli Rasulü; her konuda örneğimiz ve önderimiz olan Hz. Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salât ve selam olsun. Yine Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi kardeşlik şuuruyla İslam ümmetinin dertleriyle dertlenen tüm kardeşlerimizin üzerine olsun.
Kıymetli kardeşlerim; Allah’ın kendisine hidayet nasip ettiği, ilimle süslediği, cemaatle şereflendirdiği ve Müslüman kardeşleriyle güçlendirdiği her kardeşimiz öncelikle şunu bilmelidir ki; bunların her biri büyük birer nimettir ve her nimetin bir şükrü, bir bedeli vardır. Bunun bir manası da şudur ki; bu nimetlere sahip olan kardeşlerimiz için artık yan gelip yatma dönemi bitmiştir. Çünkü bu nimetlere sahip olmak bizlere bir mes’uliyet yüklemekte ve Peygamber mesleği olan davetçilikle bizleri vazifelendirmektedir. Allah’a ve ahiret gününe inanan bir müslümanın, toplumunun ve yakınlarının yanlış gidişatına duyarsız kalması imanıyla taban tabana zıttır. Dolayısıyla her Müslüman Rabbinin kendisine yüklediği mes’uliyet duygusu ve içinde bulunduğu bu paha biçilmez nimetlere şükür için harekete geçmekle mükelleftir.
O halde çevresine karşı duyarlı ve ilgili olmak her müslümanın vazifesidir. Efendimizin; “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” hadisi, olması gerekli duyarlılığın açık bir ifadesidir. Müslüman sorumluluk sahibi olmalıdır. Fakat muhataplarımız çoğu zaman, içinde bulundukları tehlikenin farkında olmayabilirler. Farkında bile olmadıkları tehlikelere karşı uyarı ve davet, çoğu zaman çabuk sonuç vermez. Bu sebeple önce muhataplarımızın dikkatini çekmeli, onlarla yakınlaşmalı, küçük bir takım gayretlerle onlarla ilgilenmeli ve dikkatlerini kendimize ve davamıza çekmeyi başarmalıyız. Bunun için küçük bir takım çabalar yeterlidir.
Şöyle bir düşündüğümüzde insanlardan esirgediğimiz çok küçük şeylerdir aslında. Bazen sıcak bir bakış, bazen bir tebessüm, bazen onu unutmadığını ifade eden bir selam gönderme… Bunun gibi bir takım küçük detaylar Efendimizin hayatında daima var olan hallerdi. Bir rivayette Cerir b. Abdullah şöyle demiştir: “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, müslüman olduğum günden beri beni yanına girmekten men etmedi. Beni görüp yüzüme karşı tebessüm etmediği de olmadı”. Yine bu bağlamda Allah Rasulü şöyle buyurmuştur. “Ashabım! Hastaları ziyaret ediniz, açları doyurunuz, esaretinizdeki köleleri salıveriniz.”1
İnsanlarla diyalog ve ilginin ilk adımı, onlarla tanışma arzusudur. Muhatap ayırt etmeden vasıflı vasıfsız, küçük büyük, genç yaşlı demeden çevresinden ilgisini esirgemeyenler insanların güvenini kazanmakta ve sevgilerine mazhar olmaktadırlar. Bir İslam davetçisi için bu ciddi bir kazanımdır. Bunu kazanabilmek daima çevresine karşı ilgili olmakla mümkündür. Çevresine karşı ilgili olmayanlar, onlarla nasıl ilgilenebilirler. İnsanların kalbinin ve duygularının açık olduğu zamanı kollamak, bunun için zemin hazırlamak, sık sık kendisini ve davasını hatırlatmak bu ilk yakınlığın oluşması için şarttır. Bunun için selamlaşma, hasta ziyareti, taziye, düğün ve bayramlar önemli vesilelerdir. Bir de üzerinde durmamız gereken bir alan daha vardır ki o da bizimle ve davamızla ilgilenmeyenlerin ilgisini çekmek, onları hayatın zaruri akışından, hayatın gerçeklerine yönlendirme amaçlıdır. Birçok insan bir defa ilgi göstermekle veya davet etmekle meseleyi anlamaz. İlk defasında belki sadece gözüne ya da kulağına kadar ulaşmış oluruz. Ama ilgimizi devam ettirdiğimizde her defasında onun kalbine ulaşma ihtimalimiz artacaktır. Özellikle de insanların dünya meşgaleleriyle dopdolu oldukları bu çağda, ‘Ben bir defa ilgilendim ya da davet ettim. Vazifemi yapmış oldum’ diyemeyiz. Muhatabımız, gerçekten ilgimize değecek bir insan ise ama kalbi dünya sevgileriyle perdeli olduğu için anlayamıyorsa o perdeler açılıncaya kadar devam etmeliyiz. Aksi halde onu, sonu cehennem olan bir yolun üzerinde terk etmiş oluruz. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hizmetinde bulunan yahudi bir çocuk vardı. Birgün hastalandı. Peygamberimiz, onu ziyarete gitti, başucuna oturdu ve ona, müslüman olmasını teklif etti. Çocuk, düşüncesini öğrenmek için, yanında bulunan babasının yüzüne baktı. Babası, ‘Ebu’l-Kâsım’ın çağrısına uy’ deyince, çocuk da Müslüman oldu. Bunun üzerine Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Şu yavrucağı cehennemden kurtaran Allah’a hamdolsun.” diyerek oradan ayrıldı.2 Bu misal, Allah Rasulü’nün insanların kurtuluşu için nasıl bir gayret içinde olduğunun açık göstergesidir. Hâlbuki bu çocuk öncesinde de zaten onun hizmetinde bulunurmuş ve o vakte kadar da iman etmemiş. Buna rağmen Allah Rasulü ondan ümit kesmeden, onların bu duygusal ve acılı anlarından istifade ederek bu çocuğun cehennemden kurtuluşunu sağlamak istedi ve bir kez daha, ‘iman et’ demek için evinden kalkıp onun yanına gitti. Bir hasta ziyareti kâfir bir kalbi iyileştirdi ve ebedî olarak kurtuluşuna vesile oldu.
Bu misalde de görüldüğü üzere, bizim için çok küçük bir dokunuş olan ilgi göstergelerinin muhatabımızın hayatının akışını değiştirmeye sebep olabileceğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız. Recep Şükrü Apuhan bu gerçeği bir kitabında şöyle bir misalle anlatır: “Adamın biri, deniz kıyısında gezerken bir adam görür. Adam, dalgaların sahile sürüklediği denizyıldızlarını tek tek denize atmaktadır. Fakat kumsal kıyıya vurmuş denizyıldızlarıyla doludur. Bunu gören kişi o adama yaklaşır ve “Burada milyonlarca denizyıldızı var, senin bu çabanla ne değişecek ki?” diye sorar. Adam ise hiç istifini bozmaz ve son derece kararlılıkla eline yeni bir denizyıldızı alır sonra soru soran kişiye dönerek “bak, işte bunun için çok şey değişti” der ve onu da denize fırlatır.” Bu kimsenin basit bir hareketi o denizyıldızı için bir hayat meselesidir. Bu sebeple muhatabımıza fayda verecek hiçbir davranışı küçük görmemeli ve ihmal etmemeliyiz. Aynı zamanda bu misalde şöyle bir incelik daha vardır ki; belki tamamına güç yetiremediğimiz bir durumda en azından elimizden geleni yapmalıyız. Ümmetimizin tamamına yetişemiyorsak bile bu bizi ümitsizleştirmemeli ve en azından yetişebileceklerimizi ihmal etmemeliyiz.
Ben bir defasında Muhterem Hocamızın dilencilik yapan bir çocukla ilgisine şahit oldum. Bunu sizinle de paylaşmak istiyorum. Bir gün yolda yürürken bir çocuk, elinde satmaya çalıştığı mendillerle bizden bir ekmek parası istedi. Hocamız çocuğa baktı ve ben, sadece ekmek parası verip devam edecek zannederken o, çocukla konuşmaya başladı. Ona; bu şekilde devam ederse hayatının iyi olamayacağını ve dilenmek yerine kendine uygun bir iş bulmaya çalışması gerektiğini öğütledikten sonra bir de, fırsat buldukça bir camiye girmesini tembihledi. Bu konuşma ve nasihat belki 10-15 dakika sürdü. Sonra bana dönerek “Ona neden cami dedim biliyor musun?” diye sordu ve devam ederek; “Bu çocuğu belki bir daha hiç göremeyeceğiz. Ona bir takım bilgiler anlatsam henüz yaşı küçük olduğu için unutup gidecek. Ben de ona unutamayacağı bir şey söylemek istedim. Bu sebeple ‘cami’ dedim belki bir cami gördüğünde bu sözüm aklına gelir ve girer de orada hidayetine vesile olacak bir söz işitir ya da onunla ilgilenecek bir Müslümanla karşılaşır. Çünkü bu ihtimal dışarıda camiye nispetle daha düşüktür” dedi. Belki birçok insanın bundan adam olmaz diye baktığı bir çocukla onun bu kadar ilgilenmesi beni hayrete düşürdü. Hocamız onun kalbine bir tohum atmak için bu fırsatı değerlendirmek istedi. Belki bir gün filiz verir, belki vermez, Allah bilir.
Kur’an-ı Kerim Nahl suresinde: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır”3 buyurur. Ayette geçen ‘güzel öğüt’ ifadesinden ince manalar anlaşılıyor. Yani Kur’an’la (ayetle), tatlı dille, nezih ifadelerle ve doğruyu yanlıştan ayıraran güzel nasihatlerle… ‘Hikmet’ten kasıt ise doğru yer ve zamanı arayarak isabet etmektir. Bunun için fırsat kollamaktır. Bu şekilde onların dertleriyle ilgilendiğini ve onlara önem verdiğini hissettirmektir.
İlgi, değer vermektir. İlgi yakınlık kurmaktır. Kardeşinin başı dara düştüğünde halini hatırını sormaktır. Bazen bir günahtan alıkoymaya çalışmak, bazen bir hastalığında ziyaret etmek veya en azından telefon etmektir. Bazen iyi bir dinleyici olmaktır. Bir davetçi, bazen sadece dinlemenin bile dertlere derman olacağını unutmamalıdır. Bu söylediklerimiz göründüğü üzere çok da büyük şeyler değildir. Bu işin püf noktası ise; davetçinin yapması gereken şey aklına geldiği ilk anda; ertelemeden ve en kısa zamanda onu gerçekleştirmeye çalışmasıdır. Yani birine taziyeye gitmesi gerekiyorsa hemen harekete geçmek, telefon açması gerekiyorsa hemen aramak ve böyle konularda asla üşengeç ve ihmalkâr olmamaktır.
Şu unutulmamalıdır ki; insanlarla ilgilenmemizin ve bu ilgiyi devam ettirerek onlara faydalı olmamızın en büyük engeli çoğu zaman tembelliğimiz ve ihmalkârlığımızdır. Bir de onu kendi haline terk ettiğimizde nasıl bir karanlığın içinde bıraktığımızı unutmamız bizi sorumsuzluğa itmektedir. Bu anlattığımız önemli uygulamalar aynı zamanda İslam kardeşliğinin de bir gereğidir. Böyle bir kardeşliğe ne kadar da ihtiyacımız var!
1- Buhari, Merda 4 2- Buhari, Cenaiz 80 3- Nahl, 125
Furkan Nesli Dergisi'nden Alıntıdır