PEYGAMBERİMİZ DÖNEMİNDE YAHUDİLER
Hz. Musa’dan sonra Peygamberimize kadar geçen yaklaşık 1600-1800 sene içinde Yahudilerde hiçbir şey değişmedi. Hz. Musa’dan Hz. İsa’ya kadar geçen yaklaşık 1000-1200 yıllık sürede hiç değişmeyip onlarca peygamberi öldürdükleri gibi Hz. İsa’yı da öldürmek istediler. Hz. İsa’dan yaklaşık 600 sene sonra gelen Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e de aynısını yaptılar. Medine’de Yahudi Ben-i Kaynuka, Ben-i Nadr, Ben-i Kurayza kabileleri yaşıyordu. Ben-i Kaynuka Medine’nin içinde bazı semtlerde, diğerleri de Medine civarında kalelerde oturuyordu. Allah Rasulü Medine’ye hicret ettiği zaman Yahudilerle “Medine’ye bir saldırı olduğu zaman birlikte savunacağız, birbirimize hıyanet etmeyeceğiz, haklarımızı çiğnemeyeceğiz, birbirimize karşı saygılı olacağız” diye anlaşma yapmıştı. Ama bir gün Müslüman bir kadın Ben-i Kaynuka pazarına gitmiş, alış-veriş yapıyordu. Yahudilerden bir alçak, kadının haberi olmadan arkasından eteğini kaldırıp, üst tarafına iğneledi. Kadıncağız kalkınca üstü-başı açıldı. Kadın feryat etti. Başka bir rivayette bunu yapan alçağın kadının başörtüsünü çektiği bildirilmektedir. Hâlbuki onlara verilen şeriatte de kadınların örtünmesi gerekiyordu. Kadın feryat edip, yardım isteyince oradan bir müslüman erkek koştu ve o yahudiyi öldürdü. Onlar da o müslümanın üstüne hücum edip onu şehid ettiler. Bunun üzerine Peygamberimiz onların kalesini muhasara etti. 15 gün kadar dayanabildiler daha sonra teslim olmak zorunda kaldılar. Allah Rasulü onları oradan sürgün etti. İsteseydi hepsini idam edebilirdi ama yine de onlara gitmeleri için müsaade etti. Sonra ardından Ben-i Nadr Yahudileri de benzer bir şey yaptılar. İki müslümanı öldürmüşlerdi. Onun fidyesini ödemeleri gerekiyordu. Efendimiz ashabından bir kaç kişi ile onların mahallesine gitti ve “Fidyeyi ödeyin” dedi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bazen böyle meselelerle bizzat kendisi ilgilenirdi. Yahudiler; “Tamam. Siz şöyle gölgelik yerde oturun, biz size yemek de ikram edelim, fidyeyi de ödeyelim” dediler. Sonra birer birer Müslümanların yanından kalkıp, uzaklaştılar. Müslümanlar farkında değillerdi ama onlar toplantı yapmaya gitmişler ve toplantıda Peygamberimizi duvarın gölgesinde oturduğu esnada damdan başına kaya atıp öldürme kararı almışlardı. Allah Azze ve Celle, Cebrail Aleyhisselam ile Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e haber etti. Efendimiz hemen yerinden kalktı. O birden kalkınca, sahabe de kalktı. Uzaklaştılar, suikast gerçekleşemedi. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle, Efendimizin Ben-i Nadr’ı kuşatmasını istedi ve Ben-i Nadr kuşatıldı. Kalelerinin içinde, güvenlikli bir yerdeydiler. Akıllarınca kendilerini savaşçı zannediyorlardı. “Biz başkalarına benzemeyiz Ya Muhammed! Bizimle savaşırsan görürsün gününü!” diyorlardı. Ama kuşatıldıkları zaman sesleri-solukları kesildi. Bunlar hep böyledirler. Aslında korkaktırlar. Haşr Suresi’nde buyrulur ki: “Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşamazlar.” 1 Savaşı çok iyi bildiğini iddia eden o Yahudiler kalelerine sığındılar. Münafıkların reisi Abdullah İbn-i Übey İbn-i Selül: “Size yardım edeceğiz. Teslim olmayın” diye Yahudilere haber gönderdi. Yahudiler 15-20 gün beklediler. Yardım gelmeyince teslim olmak zorunda kaldılar. Allah Rasulü onları da Medine’den sürgün etti. Ben-i Kurayza Yahudilerine gelince… Onlar da Müslümanlarla ittifak etmiş ve Medine’ye bir saldırı olduğunda Müslümanlarla birlikte savunma sözü vermişlerdi. Fakat Hendek Savaşı’nda Müslümanları arkadan vurmaya kalkarak anlaşmayı bozdular. Mekkeliler saldırıya geçtikleri zaman, hendeğin karşı tarafına geldiklerinde Ben-i Kureyza reisine haber göndermişlerdi. “Bize yardım edin. Siz arkadan vurun, biz de buradan saldırıya geçelim.” Ben-i Kureyza’nın reisi önce itiraz etmiş ve: “Ben Muhammed’den bugüne kadar vefadan ve sadakatten başka bir şey görmedim” demişti. Sonra Müslümanlardan kurtulmanın daha doğru olacağını düşündü ve hıyanet etmeye karar verdi. Allah Azze ve Cele kuvvetli bir rüzgâr gönderip Mekke ordusunu perişan edince Mekke ordusu kuşatmayı kaldırıp geri dönmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Yahudiler Müslümanlarla baş başa kaldılar. Peygamberimiz evine döndü, zırhını çıkartıyordu ki Cebrail Aleyhisselam geldi ve dedi ki: “Ya Rasulallah! Biz melekler daha zırhımızı çıkarmadık. Siz de çıkarmayacaksınız. Rabbin sana Ben-i Kureyza’yı hedef gösteriyor! Hıyanetin cezasını derhal vereceksiniz…” Efendimiz ordusuna emir verdi. Ben-i Kureyza’yı muhasara ettiler. En sonunda Yahudiler teslim olmak zorunda kaldılar ve dediler ki: “Bizim hakkımızda başkası hüküm versin.” İslam’dan evvel Sa’d bin Muaz Radıyallahu Anh, Evs kabilesinin reisiydi, Yahudilerle de çok iyi dosttu. O yüzden Yahudiler Sa’d bin Muaz’a güveniyorlardı. Eski dostları olarak merhametli hüküm vereceğini düşündüler ve onun hakem olmasını istediler. Rasulullah, Sa’d bin Muaz’a: “Hüküm ver!” dedi. Sa’d bin Muaz: “Bugün Allah’ın ve Rasulü’nün memnun olacağı hüküm verilecektir. Onların erkekleri kesilecek, kadın ve çocukları esir alınacaktır” dedi. Erkekleri kılıçtan geçirildi, cezaları verildi ve hüküm yerine getirildi. Hz. Musa ve Hz. İsa döneminde değişmeyen Yahudiler, Peygamberimiz döneminde de değişmedi, hâlâ da böyleler… Sürekli anlaşmayı bozarlar, fitneyi, fesadı ve ahlâksızlığı yayarlar ve her zaman savaş ateşini tutuşturmak, milletleri birbirleriyle savaştırmak isterler. 3000 yıldır bu kötü ahlâkı nesilden nesile aktarmaktadırlar.
TEVRATI TAHRİF ETMELERİ
Yahudiler Tevrat’ı da kendi elleriyle tahrif ettiler. Kur’an’ın ifadesiyle: “Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için ‘Bu Allah katındandır’ diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına.”2 Tahrif ettikleri Tevrat’ta Hz. Musa, hırsızlığı emreden bir peygamber olarak anlatılır. Bunun sebebi kendileri de dünyayı sömürdüklerinde Tevrat’a dayandıklarını iddia ederek yaptıklarını meşrû göstermek istemeleridir. Hâlbuki hiç bir peygamber hırsızlığı emretmez. Peygamberlerinin bunu yaptığına inananlar elbette bunun bir kaç mislini yapacaklardır. Bir takım dinler arası diyalog taraftarları Tevrat’ın ‘on emrinin’ Kur’an’a uygun olduğunu, Yahudilerle diyalog içinde olunması gerektiğini iddia ederler. Halbuki Tevrat’ın on emrinden biri “öldürmeyeceksin” dediği halde Yahudiler o günden bugüne öldürürler. On emirden biri “çalmayacaksın” olduğu halde Yahudiler dünyayı sömürmekte ve her türlü modern yollarla çalmaktadırlar. On emre göre “zina etmeyeceksin” denildiği halde Yahudiler dünyada zinayı çoğaltmaktadırlar. Bu on emir Kuran’a uygun olsa bile Yahudiler bu on emre uygun yaşamamaktadırlar. Diyalogda başarılı olabilmek için gerçeklere gözlerini kapayanlar! Düşmanlarını dost görmek isteyen ğafiller! Düşmanlarının gerçek yüzünü görmek cesaretini gösteremeyen korkaklar! Mücadele etmeyi göze alamayarak, onlarla dost olmak için Kur’an’ın manasını değiştirenler bilsinler ki onlar hiçbir zaman dost olmadılar, olmayacaklar da… Onlarla dost olmaya çalışanlar bu arada Müslüman kardeşlerinin dostluklarını kaybettiklerini artık anlamalıdırlar.