Kur’an’ı Hakkıyla Okumak

Eklenme Tarihi: 08 Tem 2015
6 dk okuma süresi

Ramazan ayını önemli kılan hiç şüphesiz hayat kitabımız olan Kur’an’ın bu ayda inmeye başlamasıdır. Dolayısıyla Ramazan’da üzerinde durulması gereken, asıl maneviyat artışına sebep olan haslet orucun yanında bir de Kur’an okuma ve anlama gayretidir. Allah Azze ve Celle kullarına bazı özel zamanlar tahsis etmiştir. Bu özel anlarda yapılan ibadetlere misliyle sevap verilmesi, Allah Celle Celaluhu’nun biz kullarına rahmetinin göstergesidir. Aynı zamanda böylesi zamanlar ibadete olan iştiyakı da artırmakta, kulun Rabbine yaklaşmasına vesile olmaktadır. Kula düşen bu gibi zamanları fırsat bilip, geçmişinin bir muhasebesini yapması, günahlarından ve gidişatından tevbe etmesi ve bundan böyle Rabbini razı edecek bir hayat yaşamaya azmetmesidir. Kul böylesi günlerde kazandığı maneviyat atmosferini bütün bir yıla yaymalıdır. Yoksa bütün bir sene yan gelip yatıp da sadece böylesi günlerde Allah’a ibadeti düşünmek akıllı insanların yapacağı şey değildir, asıl kurtuluş bu değildir. Ramazan’ı mübarek kılan ondaki Kadir Gecesi, bu geceyi bin aydan daha hayırlı yapan ise Kur’an’ın bu gecede inmeye başlamasıdır. ‘Mübarek’ kelimesi “kutlu, bereketli, insana maddî ve manevî imkânlar bahşeden” manalarına gelir. Yani deniliyor ki ‘ey insan vahye sarıldığın zaman ömrün bereketlenecek, böylelikle Rabbinin rızasını kazanabileceğin bir hayat yaşayabileceksin.’ Demek ki bereketin asıl kaynağı zaman dilimi değil, o zaman diliminde vahyin inmesidir. O vahiy ki hidayete götüren bir rehberdir. O rehber ki onun kılavuzluğunda bir medeniyet inşa edilmiştir. O Medeniyet-i İslam’dır ki 1200 sene dünyaya huzur, bereket ve adalet getirmiştir. Öyle ise bu rehbere (Kur’an) sadece göz ucuyla bakmak ya da sadece lâfzen okumak değildir bizden istenen. Ona tâbi olmak, emir ve yasaklarına uymak, onu bir medeniyet projesi olarak görmektir. İşte o zaman ömürlerimize bereket isabet eder, memleketlerimiz umranla (en geniş manasıyla medeniyet ile) tanışır.

Bizi gerek fert olarak gerek toplum olarak yükseltecek rehberimiz Kur’an’ı ne kadar okuyabiliyoruz? Okuyanlarımız da hangi maksatla okuyor? Okuduğumuzdan ne anlıyoruz, Kur’an’ın mesajını alabiliyor muyuz? Kur’an algımız, Merhum Âkif’in dediği gibi; “Ya açar bakarız nazmı celilin yaprağına, ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına…” ise bu toplumun kurtuluşu nasıl mümkün görülebilir? Değil mi ki bu Kur’an hidayet yolunu gösteren rehberdir, onun rehberliğinde fert ve toplum olarak ne kadar yol alabildik hayat yolculuğumuzda? O yolun işaretlerine ne kadar bağlı kalabildik? İşte tüm bu sorulara cevap bulabilmek adına Kur’an’la olan münasebetimizin sorgulanması gereken ve samimiyetimizi test eden bir zaman dilimidir Ramazan.

Kur’an’ı hakkını vererek okumamız gerektiğini, gerçek manada imanın da bu olduğunu yine bizzat Kur’an’ın kendisinden öğreniyoruz. “Kendilerine verdiğimiz Kitap’ı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır.”2 Burada, “gereği gibi (hakkını vererek) okuyanlar”dan kasıt, lisan, akıl ve kalbin birleşiminden oluşan bir okumadır. Lisan, mahreçleri çıkarır, akıl düşünür ve onlara anlam verir, kalp ise tefekkür eder ve o manaları hazmeder. Bu ayetle ilgili Hasan-ı Basrî Rahimehullah der ki: “Kitap’ı gereği gibi okuyanlar; muhkemiyle amel eder, müteşabihine iman eder, kendileri için müşkil (içinden çıkılamaz) gördüklerini de onu bilene havale ederler.”3 Denilmiştir ki Kur’an; fehm, tefekkür ve tedebbür ile okunur. Anlama, manasındaki fehm kavramı âyet ve kelimelerin anlamını bilmek, Kur’an müşkilâtını çözmektir. Bir bakıma Kur’an’ı tefsir edebilmek ve anlamaktır. Tedebbür ise, işin sonunu düşünme anlamına gelir. Mesela, içki Kur’an’da haram kılınmıştır. Haram olduğunu anlamak fehmdir. İçki içenin dünya ve âhirette karşılaşacağı kötü netice ve azabı hatırlamak içkinin haram kılınış hikmetini araştırmak, fert ve toplumda açacağı yaraları hatırlamak ise tedebbürdür. Kitap’ı hakkıyla okumak, onu devamlı okunan bir vird haline getirmekle mümkündür. Kitap’la diyalogu hiçbir zaman kesmemektir. Burada yapılması gereken her gün şu kadar sayfa yerine, her gün şu kadar saat şeklinde bir program yapmaktır. Çünkü bazen bir ayetin üzerinde saatler harcanabilir. Maksat Kur’an’ı bir an önce okuyup hatmetmek değil, üzerinde düşünerek, hayatımıza uygulayarak, öğrendiklerimizle harekete geçerek okumaktır. Gerek sahabeden gerek tabiin döneminden büyük zatların bazen bir ayeti sabaha kadar tekrar ettikleri bilinmektedir. Bunlardan birisi olan tabiînin büyüklerinden Hasan Basri Rahimehullah; “Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız” ayetini okuyarak sabahlardı. Sebebini soranlara; “Ayette büyük bir ibret ve öğüt vardır, başımızı kaldırıp baktığımızda, Rabbimizin bir nimetinin indiğini görürüz, bilmediğimiz nimetlerin sayısı ondan da çoktur” diye cevap vermişti. Kişi okuduğunu anlayabildiği oranda da imanını kuvvetlendirmiş olur. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in; “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu bulur, kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür” ayetini okuduğunu işiten bir bedevi; dedi. Rasulullah; “Evet” deyince de bedevi: “Vay benim kusurlarım!” diye hayıflanmaya başladı. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “İman, bu bedevinin kalbine girmiş bulunuyor”4 buyurdu. Bedevinin davranışında görüldüğü gibi sınırlı da olsa anlayabilmek sorumluluğu hatırlatmakta, bu da imanın kuvvetlenmesini sağlamaktadır. Kur’an’ın derin ilminden nasiplenmek ve onu anlayabilmek, Kur’an’ın hakiki öğreticisi ve sonsuz kerem sahibi Allah Celle Celaluhu ile bizzat kurulacak kulluk ilişkisine bağlıdır. Çünkü ayette “Rahman, Kur’an’ı öğretti”5 buyruluyor, demek oluyor ki Kur’an’ın öğrenilmesi, Allah’ın rahmeti ile birlikte gerçekleşen bir durumdur. Allah’ın özel rahmetine ise, muttakiler nail olur. Allah’tan korkan ve hidayeti gerçekten arzulayan bir kalple takvaya ulaşılır, bu takva da insanı hidayete götüren rehbere (Kur’an’a) ulaştırır. “Allah’tan korkun (takva sahibi olun), Allah size öğretir.”6

Kur’an’ı Anlayarak Okumak

Kur’an’ı anlayarak okuyabilmenin, Kur’an’ın indiği atmosferi hissedebilmenin bir yolu da onu kendimize iniyormuş gibi okumaktır. İşte o zaman bu kadim Tevhid davasının bir neferi olarak kendimizi düşünebiliriz. Bize iniyormuş gibi okursak, Kur’an’daki her sahneyi bizzat yaşıyormuş gibi hissederiz kendimizi… İşte o zaman Nuh’un davetteki ısrarını ve sabrını kuşanabiliriz, işte o zaman put dolu meydanlarda; “Siz Allah’a şirk koşmaktan korkmuyorsunuz da ben sizin ortak koştuklarınızdan mı korkacağım?”7 diyen İbrahim olabiliriz. Firavun’lara karşı Musa’nın tarafında olup onun tavrını takınabiliriz, Kızıldeniz’le Firavun ordusu arasında kalsak da; “Rabbim benimle beraberdir ve bana yol gösterecektir”8 diyebiliriz. Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’le beraber Mekke’de Tevhid sancağını kaldırabilir, her türlü zorluk ve sıkıntıya göğüs geren bir Bilal, Habbab veya Ammâr olabiliriz. Onunla beraber her şeyimizi geride bırakıp hicret eder, onunla beraber yeryüzündeki tüm şirk sistemlerine savaş açabiliriz. Bize iniyor gibi değil de aksine gerçekleşecek bir okuyuş, Kur’an’ı tarihselci bir bakışla geçmişe hapsetmek ve hayattan dışlamak olacaktır.

Son olarak Kur’an’ın kıyamet günü kendilerinden şikâyetçi olacağı, Kur’an’ı mehcur bırakanlar arasında yer almamak için her gün Kur’an’dan bir miktar okumamız gerekir. Bu okumada önemli olan miktar değil, okunan ayetlerin anlaşılması ve hayata taşınmasıdır. Ramazan’ı, bu okuma hasletini kazanmada fırsat bilelim ve bunu hayatımız boyunca da devam ettirelim. Okurken Abdullah İbni Mes’ud Radıyallahu Anh’ın şu sözleri kulağımıza küpe olsun:

“Kur’an’ı şiir okur gibi hızlı hızlı ve düşünmeden okumayın. Onu, hurma dalını çırpar gibi çırpmayın. Mucizelerinde durun, kalplerinizi onunla hareket ettirin. Hiçbirinizin amacı surenin sonuna ulaşmak olmasın!”9

1) Bakara, 185. 2) Bakara, 121. 3) Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları, cilt-1, s.261-263. 4) Kâsım b. Sellâm, Fezâilu’l-Kur’an, s.450. 5) Rahman, 1-2. 6) Bakara, 282. 7) En’am, 81. 8) Şu’ara, 62. 9) İbni Kayyim, Zâdü'l-Meâd, 1, 89