İslam, hayatın içinde yaşanan dinamik bir dindir. İçerdiği emir ve yasaklarla, ibadet şekilleri ve ritüellerle, ferdi ve toplumsal kurallarıyla mükemmel bir toplum modeli ve medeniyet projesidir. Dolayısıyla her bir hüküm ve ibadetin anlamı/hikmeti vardır. Farazi veya ütopik değil bizzat hayatın içinden, çözüm odaklı, hayatı kolaylaştırıcı, toplumu birleştirici rolleri olan bu kurallar manzumesini şuurlu bir şekilde yerine getirmek, bu dinin ulaşmak istediği en önemli hedeflerdendir. Yaptığı şeyin şuurunda olmak yani kulluk bilincine sahip olmak… Bizi Allah Azze ve Celle’ye yaklaştıracak olan, kulluğa dair her ne yapıyorsak bunun idrakinde olarak yapmayı kastediyorum.
Bu vesileyle yaklaşan Kurban Bayramı’nı idrak etmek, bayramın şuurunda olmak, bizi Allah’a yaklaştırma yönünü anlamaya çalışmak ve böylece bu ibadetten maksimum istifade etmek üzerinde durmak istiyorum. Elbette ibadetlerde asıl olan Allah’ın bize emretmiş olması ve bizim de sebebini/hikmetini anlayamasak da itaat ve teslimiyet göstererek onu yerine getirmemizdir. Ancak takdir edilir ki bir şeyin hikmetini bilmek, idrakine varmak o şeyi yaparken şuurlu hareket etmeye vesile olacaktır. Bu durum ibadet şuuru kazandıracak, bağlamından kopmuş ve sadece ritüele dönüşmüş ibadetleri adet olarak yapma monotonluğundan kurtaracaktır.
KURBAN BAYRAMINA BAKIŞIMIZ NASIL OLMALIDIR?
Kurban Bayramı İslam’ın iki önemli bayramından birisidir. Her bir bayramın veriliş gayesini bilmemiz aslında o bayramda nasıl bir şuur içinde olmamızın da ipucudur. Ramazan’da bir aylık yoğun ibadet ikliminden alnının akıyla çıkan, o ayı hakkıyla idrak edenlere verilen bir müjdedir bayram. Bir aylık nefisle mücadele ve iradeyi bileme sürecinden sonra yani bir şeylerin ispatının akabinde verilmiştir. Hz. Ali Radıyallahu Anh’a atfen söylenen söz aslında konumuzu özetliyor: “Günahsız geçen her gün bayramdır…” Kurban da başından sonuna kendi içinde barındırdığı dersler ve hikmetlerle bizleri kullukta başka bir boyuta yükselten, ismiyle müsemma bir şekilde Allah Azze ve Celle’ye yaklaştıran bir ibadettir. Aslında tüm ibadetlerin hedefinde Allah’a (manen) yaklaşma esası vardır. Namaz, özellikle de secde kulun Allah’a en yakın olduğu hâl değil midir? Allah yolunda malını harcama (infak ve zekât) ve gerektiğinde canını verme (cihad ve şehadet) Allah’a yaklaşmaya birer vesiledir. Kurbanda özellikle yaklaşma kavramı yani bizatihi kelimenin kökeni itibariyle de kurbiyetin söylenmesi onu daha bir önemli kılmaktadır. Kurban ibadetinin çıkışı, bir ibadet ve bayram olması Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Aleyhimesselam’a dayandırılsa da aslında Allah’a sunulan adak gözüyle bakılırsa Hz. Âdem’in iki (Habil ve Kabil) oğluyla başlar. Bu aynı zamanda kurban ibadetinin neredeyse insanlık ile yaşıt olduğunu göstermektedir. Kurbanı kabul edilen Hâbil’in kurbanı kabul edilmeyen ve kardeşinin canına kasteden Kabil’e söylediği söz ibadette şuurun, sakınmanın, korku ve ümit arasında rıza-yı ilahiyi gözetmenin önemine dairdir: “…Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.”1 Gerek Habil’in gerek İbrahim Aleyhisselam’ın yaptığı şey en güzel, en çok önem verdikleri şeyi Allah Azze ve Celle yolunda kesebilme iradesi ve azmiydi. Allah Azze ve Celle’nin emrine teslim olmak, hiçbir sevgiyi O’nun önüne geçirmemek… Kulluğun bu yöndeki ispatından sonra artık bayram yapılabilir, artık bayram yapmaya hak kazanılmıştır.
Bayramlara hiçbir bedel ödemeden kesin kazanılmış haklar gözüyle bakıldığında ise bize veriliş nedenleri/hikmetleri ıskalanmış olacaktır. Bu da ibadeti sıradan hale getirecek, tekrarlanan birtakım hareketlere dönüştürecektir. İnsanlar bugün dini bayramlar dışında birçok bayram icat ederek aslında bir yönüyle gerçek bayramları kamufle ediyorlar. Bununla da kalmayıp dini bayramlara farklı isimler vererek gayesinden tamamen uzaklaştırıyorlar. Mesela Ramazan Bayramı’na şeker bayramı denilmesi toplumda neredeyse yerleşmiştir. Hâl böyle olunca kurban da doğal olarak et bayramı olmuş oluyor. Gerek bayramın özünü hatırlatmaktan uzak birtakım isimlendirmeler gerekse kesimhaneden eve et getirmeye dönüşen kurban kesme eylemi kişiyi ibadet ruhundan tamamen uzaklaştırıyor. Böyle giderse gelecek nesiller Kurban Bayramı’nda kurban kesilişini neredeyse hiç görmeyecekler. Medya böylesi günlerde genellikle kaçan kurbanlıklar ile ilgili haberlere odaklandığı için oradan kurbanın önemine dair toplumu bilgilendirici bir haber veya görsel beklemek zaten abesle iştigaldir. Aile büyüklerinin bu konuya özellikle eğilmeleri, kurban kesimini çocukların da anlayacağı seviyeye indirgeyip onları bu tarihi anın önemine vakıf olmaları noktasında eğitmeleri lazımdır. Kısaca Hz. İbrahim ve İsmail arasında kurbanlık koçun verilme hadisesini ve bunun önemini bıkmadan usanmadan anlatmalıdırlar. Maalesef günümüzde işin kolayına kaçılmakta adeta marketten veya kasaptan et alıp eve dönülmüşçesine basit bir meseleye indirgenmektedir.
Kurbanın ibadet hükmünde olması için belli bir zaman diliminde (Zilhiccenin 10, 11, 12 ve 13. günleri), belli şartları taşıyan hayvanın belli usullerle ve Allah Azze ve Celle için ve O’nun adı anılarak kesilmesi gerekmektedir. Bu, sadece o günlerde bir hayvanın kesilmesinden çok daha fazla anlamlar içermektedir. Eğer öyle olmasaydı yıl boyu kesilen her hayvan için kurban demek icap ederdi. Bu sebeple kurbanlık hayvanın seçiminden (pazardan alınması) ve kurban için hazırlanması ve kesimine kadar her bir aşaması önemlidir. Maddi durumu elverişli olanların kurbanlık vasfını taşıyan hayvanlar içerisinde en güzelini seçmeleri ve temsilen Allah’a arz etmeleri uygun olur. Hadiste: “Kurban Bayramı günü âdemoğlunun Allah’a en sevimli ameli, kurban kesip kan akıtmasıdır. Çünkü kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzları ve tırnaklarıyla gelir. Kanı ise yere düşmeden Allah’ın katına ulaşır. Onun için kestiğiniz kurban güzel olsun”2 buyrulmaktadır. Ayrıca kurban kesilirken başında beklenmesi, mümkünse kendisinin kesmesi değilse kesilişini izlemesi önemlidir. Başka bir hadiste Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kızı Fatıma Radıyallahu Anha’ya: “Kalk, kurbanının yanına git, başında bulun. Onun akıtılan ilk damlası ile senin geçmiş günahların bağışlanacaktır” demesi, kurbanın kesiliş anına tanıklık etmenin önemine işarettir. Hadisin devamında: “(Hz. Fatıma) Dedi ki: “Bu, sadece biz Ehl-i Beyte mi mahsustur, yoksa bütün Müslümanlar da buna dahil midir?” Efendimiz: “Bilakis bize de tüm Müslümanlara da şamildir”3 buyurdu.
Kurban birçok yönüyle kurbiyyete (Allah’a manen yaklaşmaya) vesiledir. Kurban keserken aslında somut olarak görünüşte bir hayvanın kesilmesi söz konusu olsa da manen başka manalar içermektedir. İnsan bu duyguları yakalayabilirse gerçek manada yaklaşma söz konusu olur. Aksi takdirde kesilen hayvanın etinin ve kanının Allah Azze ve Celle’ye ulaşmayacağı zaten ayette4 de ifade edilmektedir. İlk olarak Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi en kıymetli varlığını Allah Azze ve Celle için gerektiğinde feda edebilecek bir teslimiyete sahip olmak manasına gelir. Ali Şeriati’nin Hac kitabında dediği gibi: “İsmail’ini alıp Mina’ya getireceksin ve orada keseceksin… İsmail kim midir? Kısaca seni Allah yolunda yapman gerekenlerden alıkoyan her şey (makam, mevki, eş, iş vs.) olabilir.”
Bazı tasavvuf erbabının (İbn-i Arabi, Mevlâna gibi) asıl kurban edilmesi gerekenin nefis olduğunu söylemesi de konuya açıklık getirmektedir. Cüneydi Bağdadi Rahmetullahi Aleyh: “Mina’da kurban kesen bir mümin eğer nefsinin bütün arzularını boğazlamazsa kurban kesmiş sayılmaz”5 diyerek bunu veciz bir şekilde ifade etmiştir. Demek ki kurban keserken aynı zamanda nefsimizin Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan arzularını/isteklerini kesmeyi de niyet etmemiz, o yönlerimizi törpülememiz gerekmektedir. Kesilen kurban ile birlikte sanki Allah Azze ve Celle’ye manen yaklaşmamızın önündeki engelleri de kesiyormuşuz gibi hissedebilmek. Mâsivâdan (Allah’tan gayrısı) ilgiyi keserek tamamen O’na yönelebilmek. Müzzemmil Suresi’nde: “Tebdil (kesilmek suretiyle) ile tebettüle (kesik olmak) ulaş”6 denilerek aslında Allah’a yaklaşmanın ipuçları veriliyor. Allah Azze ve Celle’ye yakınlaşmanın yolu bazı şeylerden uzaklaşmakla adeta onlardan kesilmekle mümkündür. Dünyaya alabildiğine dalmış veya kalbinde masivaya dair birçok şeyin yerleştiği birisi nasıl olur da Allah’a yaklaşabilir, nasıl o kişinin kalbinde hakiki manada Muhabbetullah yer edinebilir? Alabildiğine dünyaya meyledip sonra da Allah’a yaklaşmaya çalışmak İbrahim Bin Ethem Hazretlerinin kıssasındaki duruma benziyor. Kendisi sarayında rahat yatağında yatarken bir yandan Allah’ın hikmetlerini, ilmini ve O’na yakın olmayı düşünüyor. Tam bu sırada damdan ayak sesleri ve koşuşturma duyunca: “Kim o?” diye sesleniyor. Damdaki zat: “Devemi arıyorum” deyince, İbrahim Bin Ethem Hazretleri kızarak: “Be hey gafil! Devenin sarayın damında ne işi var?” diyerek çıkışıyor. Karşı taraftan ummadığı bir cevap geliyor: “Senin durumun benimkinden daha tuhaf, sen de kuş tüyü yataklarda Allah’ı arıyorsun ya!” Bu cevap İbrahim Bin Ethem’in hayatını sorgulamasına ve gerçek manada Allah’a yaklaşma yolları aramasına vesile oluyor.
Kurbanın ferdi olarak kişiyi Allah’a yaklaştırmasının yanında toplumsal yönü de vardır. Kesilen kurbanın büyük bir kısmının dağıtılması ile toplumda bir sosyal yardımlaşma ve kardeşlik havası eser. Toplumsal bağları daha da kuvvetlendirir. Fakirleri düşünme ve onlar ile hemhal olma fırsatı sağlar. Bu anlamda kurban paylaşmaktır, fakirlerin sıkıntılarına vakıf olma yönünde onlara yakınlaşmaktır. Toplum bünyesindeki fakirleri ve kimsesizleri düşünmek, onlara yardım eli uzatmak da kişiyi veya toplumu Allah’ın rızasına yaklaştıracaktır. Son olarak Kurban Bayramı günlerinde Allah Azze ve Celle için faaliyet yapmak, Müslümanların güçlenmesi ve dolayısıyla Allah’ın dininin/hükümlerinin topluma hâkim olması için bayramını kurban etmek de Allah’a yaklaşma vesilesidir. Bu faaliyetler İslam’a hizmet ve Allah yolunda cihad hükmündedir. Allah Azze ve Celle bizleri kendi yolunda mücadele edenlerden ve manen kendisine yaklaşanlardan eylesin. Âmin.