İbrahim Kiras yazdı…
Rusya’nın Ukrayna’yı işgale giriştiği sıralarda entelektüel çevrelerde ‘Rus meselesi’ bir kere daha gündem olmuştu. O günlerde Rusya uzmanı gazeteci Edward Lucas bir röportajda kendisine yöneltilen soruya cevaben Sovyet sonrası dönemde Rusya’nın her alanda (sanayi, eğitim, tarım, uzay çalışmaları vs) geriye gittiğini, yalnızca “casusluk” alanında eskisinden daha ileri seviyede olduğunu söylüyordu.
Rus otokratı Putin’in istihbaratçı kariyeri düşünüldüğünde akla yatkın bir iddia. Ne de olsa otokratlar tek başına her yere yetişemiyorlar. Biz de otokrasiye geçtiğimiz dönemden bu yana her alanda (sanayi, eğitim, tarım vs) geriledik.
“Casusluk” konusundaki durumumuzu bilmiyorum ama kendimizi geliştirip eskisinden daha ileri seviyeye ulaşmış olduğumuz bir alan var: Siyasi retorik. Yani lafla peynir gemisi yürütme sanatı.
Bugün her konuda tam anlamıyla lafla peynir gemisi yürüyor. Her şey laftan ibaret. Hakikat ortalarda yok. Her sorunun üstü hamaset örtüsüyle örtülüyor kolayca
Yüksek hamaset değil yalnızca, bunların aynı zamanda en yüksek volümde ifade edilmesi…
Başka seslerin duyulmasını zorlaştıracak desibel yüksekliğinde bir retorik…
En inandırıcı ses tonu… Yalan olması düşünülemeyecek zenginlikte ayrıntılarla işlenmiş hikayeler…
İşitenlerin gerçek sanmasını sağlayacak kadar sık tekrar edilen iddialar…
****
Gündemden hiç düşmeyen anayasa tartışması da çok güzel bir retorik örneği…
“Darbe anayasasını değiştireceğiz” diyorlar sürekli. Kim olduğu bilinmeyen (ama iktidarı desteklemeyenler olduğu anlaşılan) birileri “darbe anayasasına sahip çıkmakla” suçlanıyor. Bütün kötülüklerin, bütün olumsuzlukların sebebi bu anayasaymış meğer. Bir değişse o zaman görün siz bizi demeye getiriyorlar.
Ancak anayasanın neresini değiştirmek istediklerini, mesela hangi maddenin yerine nasıl bir madde gelmesi gerektiğini söylemiyorlar. Bunları bugüne kadar neden değiştirmediklerini de açıklamıyorlar.
1982 anayasasında değiştirilmemiş bir madde kaldı mı acaba diye soran da çıkmıyor nasıl olsa.
Anayasa o kadar değişti ki Erdoğan’ın üçüncü kez cumhurbaşkanı adayı olmayacağı söylendiğinde “Cumhurbaşkanımız eski anayasaya göre seçilmişti, şimdi anayasa değişti, başkanlık rejimine geçtik, baştan sayacağız” demişlerdi… Erdoğan şimdi dördüncü defa cumhurbaşkanlığına aday olmaya hazırlanırken anayasanın değiştirilmesi gereğinden bahsedilmesi çok ilginç…
“Theseus’un gemisi”ne benzetmiştim ben bizim anayasayı. Yüzlerce yıl boyunca çürüyen tahta parçaları her defasında yeni bir parçayla değiştirilip en sonunda değişmeyen hiçbir parçası kalmayan gemiye.
Yunan felsefeci Plutarhos, “Geminin parçalarının hepsi değiştiğine göre Atina meydanında sergilenen gemi hâlâ Theseus’un gemisi sayılabilir mi?” diye sormuştur.
1982 Anayasası bugüne kadar tam 22 defa değiştirildi. Bu süreçte yapılan değişikliklerin büyük bölümü de AK Parti iktidarları devrinde gerçekleşti.
En son anayasa değişikliğiyle devletin rejimini bile değiştirdik. Başbakanlık sistemini ve meclis hükümeti uygulamasını kaldırdık.
Bütün bunlar ortadayken, “Yahu bizimkiler bu anayasanın daha neyini değiştirecekler acaba” diye sormaz mı insan kendi kendine?Sormuyorlar işte…
***
Gazze’de soykırım devam ederken bizim şirketler de İsrail ordusunun ihtiyaçlarını bu ülkeye gönderiyorlardı. Bunu ortaya koyduğumuzda karşımıza çıkan yine “retorik sanatı” oldu. İktidar partisine oy veren insanların Gazze konusundaki hassasiyetine seslenilerek olup biten ört bas edilmeye çalışıldı.
KARAR. tehditlere, baskılara, resmî yalanlara rağmen gazetecilikte takip fikri denilen bir tavır içinde konuyu ısrarla gündemde tuttu. Bu yayınlara karşı iktidarın propaganda timleri harekete geçtiler. “İsrail ile ticaretin sürdürüldüğü doğru değil, iftira” diyorlardı başta. “İsrail ile ticaret yaptığımızı söyleyen haindir, PKK’lıdır, FETÖ’cüdür” diye bağırıp çağırıyorlardı. Konuşmuyorlardı, bağırıyorlardı…
Sonra mızrağın çuvala sığmadığı görülünce “Satılanlar aslında Filistinlilere gidiyor” iddiasıyla savunmaya geçtiler. Bu iddia da çürütülünce “İsrail ile ticareti sona erdirmenin veya diplomatik ilişkileri kesmenin Türkiye’ye ne faydası olacak, Gazze’ye ne faydası dokunacak?” retoriği devreye girdi.
“Esenyurt düşerse Kudüs düşecek” veya “CHP kazanırsa İsrail sevinecek” sloganlarına sahne olan yerel seçimlerdeki hezimet ise bir tutum değişikliğine ihtiyaç hissettirdi. Ama tutumdan ziyade dil değişmiş gibi görünüyor.
31 Mart seçiminin ardından “Artık o iş bitti” sözleriyle sonlandırıldığı açıklanan İsrail ile ticaretin devam ettiğini, bir Türk şirketinin Çanakkale’den Hayfa Limanı’na gemilerle çimento ve çelik taşıdığını KARAR. ortaya çıkardı.
Önceki aylarda bu kirli ticaretin üçüncü ülkeler üzerinden sürdürüldüğüne ilişkin bilgi ve belgeleri paylaşmıştık. Ancak bu son olay ihracatın tekrar doğrudan doğruya Türk limanlarından İsrail limanlarına yapıldığını gösterdi.
Azerbaycan petrolünün Türkiye üzerinden sevkine devam edilmesi, İsrail ordusunun elektriğini Zorlu Holding iştirakinin sağlaması, İsrail’e askeri mühimmat taşıyan geminin Bandırma Limanı’na demirlemesi gibi “detay”lardan söz etmiyorum hiç…
İÇDAŞ isimli şirketin Çanakkale’den Hayfa Limanı’na gemilerle çimento ve çelik taşıdığına ilişkin haberimiz üzerine Ticaret Bakanlığı bir açıklama yapmış ki tam bir retorik harikası. Gazete ismi zaten zikredilmiyor açıklamada, yalanlanan iddianın ne olduğu da söylenmiyor, somut bilgi ve belgelere değinilmiyor. Söylenen şey özetle şu: Kimse bizim Filistin hassasiyetimizi sorgulayamaz.
Bence doğru bir yöntem siyaset açısından. Ama ahlaki bir yöntem mi?
Kaynak: KARAR