Laiklik İlkesi Nedir?
Laiklik, devletin dinsel inançlara ve kurumlara tarafsızlık sağlaması ilkesidir. Bu ilke, devletin dini inançlardan bağımsız olarak yönetilmesini ve her bireyin özgürce inançlarını yaşamasını sağlamayı hedeflemektedir. Fakat laiklik ilkesi Türkiye’de dini güvence altına almamış bilakis Müslümanlara ve dine baskı yapmanın bir bahanesi olmuştur!
Laikliğin İlk Adımı Nedir?
Laiklik ilkesi demokrasinin ve kadın haklarının güvencesi 10 Nisan 1928 tarihinde devletin bütün dinlere eşit mesafede olmasını sağlamak gerekçesiyle, 1924 Anayasasında yer alan “devletin dini İslamdır” ibaresi kaldırılmış ve laik hukuk devleti yolunda ilk adım atılmıştır. Bu anayasada “Devletin dini, İslam dinidir” maddesi 10 Nisan 1928’deki değişiklikle kaldırıldı ve laiklik ilkesi 1937’de dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün zorlamasıyla anayasaya laiklik ilkesi dâhil edildi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Dini ve Siyasi Rejim
Osmanlı İmparatorluğu’nda dini ve siyasi rejim birbirine sıkı şekilde bağlıydı. Osmanlı İmparatorluğu, İslam dinine dayalı bir devlet yapısına sahipti ve din kurallarının yasalar üzerinde etkisi vardı. Devletin en üstünde Osmanlı Sultanı yer alırken, İslam dinine bağlılık devletin temel prensiplerinden biriydi. Bu dönemde dini otoritenin siyasi kararlar üzerinde belirleyici bir rolü vardı.
Laiklik İlkesi ve Devlet İşleyişi
Laiklik ilkesi, devletin dini inançlara tarafsızlık prensibini benimsemesini gerektirir. Bu ilke doğrultusunda devlet, herhangi bir dini inanca veya kuruma ayrıcalık tanımadan eşit mesafede durmalıdır. Türkiye’de devletin laiklik ilkesini uygulaması, dini inançların kamusal alanla mümkün olan en az düzeyde etkileşimine dayanır. Devletin dini ve siyasi kurumlar arasında bağımsızlık sağlaması, laiklik ilkesinin gerekliliklerindendir.
Laiklik İlkesinin Uygulanması ve Tartışmalar
Türkiye’de laiklik ilkesinin uygulanması zaman zaman tartışmalara yol açmaktadır. Bazı kesimler, laiklik ilkesinin daha sıkı bir şekilde uygulanması gerektiğini savunurken, diğer kesimler ise laikliğin din özgürlüğüne zarar verebileceğini düşünerek daha esnek bir yaklaşımı savunmaktadır. Laikliğin uygulanmasıyla ilgili tartışmalar genellikle dini sembollerin kullanımı, dini eğitimin düzenlenmesi ve devletin dini kurumlarla ilişkisi gibi konular etrafında yoğunlaşır. Fakat Türkiye’de bu ilkenin uygulanması Müslüman kesimin bastırılmasına neden olmuştur.
Türkiye’de daha önce, Cumhuriyet kanunlarını koruma adı altında yapılan zulümler bundan sonra laiklik ilkesi kapsamında işlendi. Ezanın Türkçe okunmasından 28 Şubat zulmü ikna odalarına, namaz kılanların ordudan atılmasından başörtülü annelerin yemin törenlerine alınmamasına, Kur’an kurslarının kapatılmasından Kur’an öğrenme yaşının 12’ye yükseltilmesine, YAŞ kararlarıyla mütedeyyin kesimin ordudan atılmasından parti kapatmalara, 8 yıllık kesintisiz eğitimle İmam Hatiplerin kapatılmasına kadar birçok zulüm “laiklik” adı altında bu millete reva görüldü. İşte cumhuriyetin ilk yılından itibaren günümüze kadar laiklik ve irtica adı altında yapılan zulümler
Yapılan Zulümler;
İLK MUHALEFET PARTİSİ KAPATILDI
17 Kasım 1924’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası “irtica” gerekçesiyle 5 Haziran 1925’te kapatıldı. Mustafa Kemal’in silah ve dava arkadaşları Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Adnan Adıvar tarafından kurulan parti tüzüğünde Cumhuriyet ilkesinin, liberalizmin ve demokrasinin benimsendiği belirtilirken aynı zamanda dini inançlara da saygılı olunduğu yazılmıştı. Mustafa Kemal, Nutuk’ta bu durumu “dini siyasi çıkarlara alet etmek” olarak yorumlamış ve çıkan Şeyh Sait İsyanı’nı da bahane ederek partiyi kapattı. Daha sonra Mustafa Kemal’e düzenlenen İzmir Suikastı olayından parti kurucularının bir bölümü idamla yargılandı.
İSTİKLAL MAHKEMELERİ ZULMÜ
1920-1927 yılları arasında vazife gören İstiklal Mahkemeleri de sözde irticai faaliyetleri engellemek ve devrim kanunlarına karşı çıkanları cezalandırmak için kullanıldı. 1923’e kadar sadece asker kaçaklarını yargılayan mahkemeler Cumhuriyetin ilanından sonra Müslümanları sindirmek için bir yargı silahı olarak kullanıldı. Bu tarihten sonra kim Ankara’ya karşı gelirse İstiklal Mahkemelerinde idam edildi. On binlerce kişi devrim kanunlarına uymadığı için sorgusuz sualsiz darağaçlarında infaz edildi. O dönemde çıkarılan çeşitli kanunlarla vatandaşlara sarık giyme yerine şapka takma zorunluluğu getirildi. İnancı gereği şapka kullanmayı reddeden binlerce Müslüman asılarak öldürüldü. Erzurumlu Şeyh İbrahim Hakkı Efendi, İskilipli Atıf Hoca gibi onlarca âlim zat idam edilirken, binlercesi de ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
EZANIN TÜRKÇELEŞTİRİLMESİ
Anadolu topraklarından İslamiyet’i silmek adına atılmış adımlarda bir tanesi de Ezan’ın Türkçe okutulmasıydı. Ezan, “Tanrı uludur…” diye ilk olarak 29 Ocak 1932’de Fatih Camii’nde okutturuldu. Bu fikir ilk olarak Ziya Gökalp tarafından ortaya atılırken, Arapça Ezan yasağı Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle kaldırıldı. Bunun yanı sıra tek parti döneminde Kur’an Türkçeleştirilmek istenmiş, namazlarda Türkçe Kur’an okunması gündeme getirilmişti. Kur’an’ın Türkçeleştirilmesi için çalışmalar da yapılırken, TBMM tarafından çıkarılan önemli kanun maddelerinin konulması; hatta sûre isimlerinin değiştirilerek “Vergi Sûresi”, “Ticaret Sûresi”, “Yasalara Saygı Sûresi” gibi sûreler oluşturulması önerildi. TBMM’de Kur’an’dan “Medeni Ayetler’in çıkarılması görüşüldü. Kur’an, “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitap” olarak tanımlandı.
MENDERES’E ‘İRTİCA’DAN İDAM
1937 yılında laiklik ilkesinin devrim kanunları arasına alınmasından sonra, Müslümanlara yapılan zulümler bu ilke altında uygulandı. 1950 yılında DP’nin iktidara gelmesiyle rahat bir nefes alan Türkiye, 27 Mayıs 1960 yılında “irticai faaliyetler ve laiklik ilkesinin tehlikeye girmesi” bahanesiyle askeri darbeyle tanıştı. Dönemin muhalefet partisi CHP, askerleri “İrtica geliyor” diyerek tahrik etmesi nedeniyle askeri müdahale yapan Milli Birlik Komitesi, darbeyi kardeş kavgasına son vermek ve laiklik ilkesine aykırı uygulamaları durdurmak için yaptığını ileri sürdü. Ve Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan “laikliğe aykırı uygulamalardan” dolayı idam edildi.
ERBAKAN HEP DÜŞMAN GÖSTERİLDİ
Bu dönemden sonra “irtica geliyor” gündemde tutulurken, “laiklik” de Müslümanların tepesinde Demokles’in Kılıcı gibi sallandırıldı. Dindar kesimin en önemli temsilcileri arasında yer olan Merhum Necmettin Erbakan Hoca, siyaset sahnesine çıktığı günden itibaren hep “laiklik düşmanı” olarak gösterilmeye çalışıldı. Erbakan, 17 Ocak 1970’te 17 arkadaşıyla Milli Nizam Partisi’ni kurarken, 12 Mart 1971 askeri müdahalesinden kısa süre sonra, partisi “laikliğe aykırı çalışmalar yürüttüğü” iddiasıyla Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Daha sonra 1972’de Milli Selamet Partisi’ni kuran Erbakan, Milliyetçi Cephe Hükümetlerine Başbakan Yardımcısı olarak görev alırken, parti 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte kapatıldı.
RP DE LAİKLİKTEN KAPATILDI
1987 yılında Refah Partisi’ni kuran Erbakan Hoca, 1995 yılında yapılan seçimlerinden birinci çıkarak Başbakan oldu. Ülkeyi kısa sürede büyüten Erbakan, Ordu tarafından yine bilindik bir suçlamayla karşı karşıya bırakıldı. 21 Mayıs 1997 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, “yasadışı bazı eylemlerin odağı olmaya başladığı ve bazı üyelerinin laik rejimi hedef alan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri Genelkurmay Başkanlığı’na çağrılarak kendilerine irtica konusunda brifing verildi. Ertesi gün ise Genelkurmay, basın mensuplarına da bir brifing verdi. Brifingler dizisi, rektörler, sivil toplum kuruluşları temsilcileri gibi kesimlerle devam etti. Askerlerin Nisan ayı sonunda başlayıp, Haziran ortalarına kadar süren brifinglerinde, iktidar partisi açıkça, irticai akımlara destek olmakla suçlanıyordu. Medyaya verilen ikinci brifingden sonra, askerlerin irtica tehlikesine karşı “Gerekirse silah kullanırız” dediği manşetleri atıldı. “Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat darbesinin hedefinde Müslümanlar ve İslam vardı. Erbakan Hoca’nın ilk an TSK mensupları da ordudan atıldı. Binlerce asker kapının önüne konurken, kamu kuruluşlarında çalışan mütedeyyin kesim ise “irtica” ve “laiklik dışı” sebebiyle görevlerinden uzaklaştırıldı.