Mavi Marmara saldırısının üzerinden tam 10 yıl geçti. İsrail’in abluka altındaki Gazze’ye insani yardım götürmek için yola çıkan filoya saldırısından bu yana hem İsrail’in hedefi olan aktivistlerin yakınları hem de 70 yıllık Türkiye-İsrail ilişkileri açısından hiçbir şey eskisi gibi olmadı. İki ülke, 6 yıl boyunca ilişkilerini askıya aldı. Türkiye, normalleşme adına İsrail’den özür, kurbanların ailelerine tazminat ve Gazze’ye yönelik kısıtlamaların kaldırılmasını talep etse de bunların gerçekleşmesi yıllar aldı. Tam 3 yıl sonra Türkiye’den özür dileyen İsrail’le normalleşmenin başlangıcı 2016’yı buldu. O yıl İsrailli askerlerin öldürdüğü Türklerin ailelerine 20 milyon dolar tazminat ödenmesine karşılık Türkiye de saldırıya müdahil olan İsrailli askerlere ve olayın diğer sorumlularına yönelik hukuki süreç başlatmamayı resmen kabul etmiş oldu.
Yakınlarını kaybedenler için hiçbir şey normalleşmedi: ‘Halbuki biz İsrail’in parasını hiçbir zaman istemedik’
Ancak 2016 yılı, iki devlet açısından olduğu gibi, aile veya yakınlarını uluslararası sularda İsrail kurşunuyla kaybedenler için normalleşmenin başlangıcı sayılamadı. Şehit olan 10 ve yaralanan onlarca gönüllünün yakınlarının isteği tazminat değil hukuki sürecin işlemesiydi. İsrail saldırısında şehit olan Cengiz Akyüz'ün oğlu Furkan Akyüz, Sputnik’le yaptığı söyleşide yaşadıkları süreci “İsrail yaptığı zulmün üstünü kapatmayı seven bir devlet. Bunu parayla, zorbalıkla veya lobi gücüyle yapar. Türkiye’ye, şehit ailelerine, İHH vakfına da birçok kez para teklifinde bulundular. Yani İsrail, konuyu el altından kapatmak istedi. Ama biz Türkiye’den çıkan karara kadar Mavi Marmara davasının arkasında olduğumuzu ve İsrail’in parasını istemediğimizi kararlılıkla ifade ettik” diye özetledi.
‘O dönem birileri hukuki mücadele sürecimizi sürekli sekteye uğrattı’
Hukuki mücadele süreçlerinin o zaman Türkiye’deki ‘bir el’ tarafından sürekli sekteye uğratıldığını söyleyen Akyüz “Mavi Marmara saldırısıyla, İsrail’in bir terör devleti olduğunu ve yaptıkları fütursuz saldırıların artık bir son bulması gerektiğini bütün dünyaya göstermiş olduk. Yani İsrail, affedersiniz, büyük bir aptallıkla uluslararası sularda sivil insanlara saldırı gerçekleştirdi ve bunun elbette yargıda ve adalette bir karşılığı olacaktı. Bu yüzden Mavi Marmara avukatları ve şehit aileleri olarak İsrail’e dava açmak için müracaatlarda bulunduk ama Türkiye'deki o zamanki yapılanmanın engellemeleriyle karşılaştığımız için davalar ancak 2012'de açılabildi. Mücadelemizi sürdürdük ve saldırıda bulunan komutanlarla emri veren üst düzey yetkililer için kırmızı bültenler çıkarıldı. Ama Türkiye’de birileri bu kırmızı bültenlerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne ve İnsan Hakları Mahkemesi’ne gönderilmesine engel oldu. 2016’ya gelindiğinde ise İsrail artık tüm yargılamaların önünü resmen kapatmıştı” diyor.
‘İmzalanan kötü anlaşmadan vazgeçilebilir, İsrail’e karşı hukuki mücadele için geç değil’
Akyüz “İsrail ile yapılan anlaşma ne kadar kötü bir anlaşma da olsa bundan halen geri dönülebilir. Ortada geç kalınmış bir şey yok. İsrail’in ne kadar güvenilmez bir ülke olduğunu hep söyledik. İsrail, doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması sözünü vermişti ama sözünü tutmadı. İsrail’in sözünde durmayan şımarık bir devlet ve çete olduğunu herkesin öğrenmesi lazım. Anlaşmalardan vazgeçilerek İsrail’e davalar açılabilir. Lahey’de devam eden Mavi Marmara davamız var ama şu anda ertelendi. Görüşmeler devam ediyor, Mavi Marmara avukatları mahkemelere katılıyorlar. Türkiye’de tekrar açılacak bir dava buradaki başarımızı da olumlu etkiler. ‘Her şey bitti’ algısı yanlış. Türkiye’de İsrail’e karşı hukukun, adaletin yerine gelmesi için baskı yapılabilecek bir zemin var” diyor.
‘Erdoğan, filonun yola çıkışına esin kaynağı oldu ama sonra İsrail’in para ödeyip işten sıyrılmasına göz yumuldu’
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel de, Ankara’nın Mavi Marmara sürecindeki tutumunu “Büyük devletler, ciddi krizlerde tutum alırken kendi vatandaşlarının can güvenliğini düşünmek zorundadırlar” sözleriyle eleştiriyor ve şunları söylüyor:
“Recep Tayyip Erdoğan, Mavi Marmara eyleminden aylar önce ‘gerekirse bir gemiye binip Gazze’ye ben gideceğim’ demişti. Sonra ondan esinlenenler, Gazze ablukasını kırmak için yola çıkmışlardı. Gemiyi AK Parti milletvekillerinin uğurladığını da Erdoğan’ın fiilen değilse de ruhen ve düşünsel olarak bu eyleme katkı verdiğini de unutmayalım. Daha sonra İsrail’in kabul edilemez müdahalesine en sert tepkiyi gösterenler de bu kişiler oldu. Ama sonra ne oldu? Bir baktık, İsrail ile mağdurlar ve mağdur yakınları açısından çok ciddi hak kaybettirici maddeler içeren bir anlaşma imzalandı. İsrail’in adeta ‘kan parası’ vererek meseleyi kapatmasının önünü açan bir anlaşmaydı bu. Halbuki, yakınlarını kaybedenlerin derdi İsrail’den para koparmak değildi. Yine devletin şahıslara yönelik suçları, şahısların rızası olmadan affedemeyeceğini savunan Erdoğan, bu konuda da tam bir derin çelişki içerisine girdi. Kişilerin yaşam haklarına karşı yapılmış böyle bir saldırı üzerine ‘20 milyon para aldık, bunu size bölüştüreceğiz, dava kapanmıştır’ denildi. İsrail zorbalığına direnmeye gidenler tüccar hesaplarına kurban gitti.”
İHH: Mavi Marmara davası siyasi bir dava değil ortada cinayetler var
10 yıldır mücadelesini sürdürenlerin başında, o gün saldırıya uğrayan filoda 36 ülkeden ve farklı dinlerden yüzlerce gönüllüyü bir araya getiren ve abluka altındaki bölgeye 10 bin tonluk insani yardım götürmek için yola çıkan İHH İnsani Yardım Vakfı geliyor. İHH Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Uğur Yıldırım ise şunları aktarıyor:
“Bu saldırı İsrail’in hukuk tanımazlığının, dünyaya karşı sorumsuzluğunun, kendisinden hesap sorulamazlığının getirdiği şımarıklığın bir başka göstergesi olarak karşımıza çıktı. Bu dava kesinlikle siyasi bir dava olarak algılanmamalı. Ortada cinayetler var. Elinde hiçbir silah olmadığı halde, kamerasıyla fotoğraf çekerken, elindeki bayrağı sallarken bitişik atış mesafesinde vurulmuş, yerde yaralı vaziyette yatarken vurulmuş, adli tıp raporlarıyla kesinleşmiş katliamlar söz konusu. Bu tamamen yaşam hakkının ihlal edildiği, bireysel hakları ilgilendiren bir süreçtir. Bunun üstünün kapatılması demek İsrail’in yine hoyratça istediği gibi insanları öldürmesi, katletmesi ve bundan hesap sorulmayacağının ilanı anlamına gelir. Ancak hangi dava kapatılılırsa kapatılsın İsrail vicdanlarda mahkum edilmiş durumdadır.”
Batılı ülkeler o günlerde saldırıya karşı sessizdi
Öte yandan, sivillerin uluslararası sularda öldürülmesine karşı Batılı ülkeler başta olmak üzere neredeyse tüm dünya uzun süre sessizliğini korudu. Birleşmiş Milletler, saldırıdan 3 ay sonra hazırlığı ilk raporda, baskının “aşırı ve makul olmayan” bir hareket olduğu belirtilse de İsrail’in Gazze’den ciddi bir tehditle karşı karşıya olduğu; deniz ablukasının “meşru bir güvenlik önlemi” olduğu ve “uluslararası hukuku ihlal etmediği” bildirdi. Raporda “Başta İHH olmak üzere yardım gemilerini organize edenlerin davranışları, tabiatı ve amaçları konusunda ciddi sorular var. Yardım gemilerinin attığı adımlar durumun kızışması potansiyelini taşıyordu" da denildi. Saldırı sonrası dünyanın büründüğü sessizliği, Mavi Marmara saldırı gerçekleştiğinde devlet bakanı ve başmüzakereci olarak görev yapan Türkiye Cumhuriyeti Prag Büyükelçisi Egemen Bağış, Sputnik’e anlattı.
Dönemin devlet bakanı Bağış: Saldırı olduğunda Vatikan’a resmi ziyaretteydim, Batılı ülkelerin İsrail’e karşı alamadığı tutumu Vatikan aldı
Bağış, saldırının gerçekleştiği gün Vatikan’ı 7 yıl sonra ziyaret edecek olan ilk Türk bakan sıfatıyla Roma’da bulunduğunu ve orada yaşadıklarını şu sözlerle aktardı:
“Mavi Marmara saldırısının yaşandığı gün, resmi ziyaret için Roma'daydım. 7 yıl sonra Vatikan'ı ziyaret eden ilk Türk bakan olacaktım. O dönemki Vatikan Büyükelçisi Kenan Gürsoy, bu görüşmeyi bilhassa önemsiyordu. Bu hunharca saldırı sebebiyle şoka uğradık. Haberi duyar duymaz beklentimiz, bütün dünyanın ayağa kalkmasıydı. Batılı ülkeler bu saldırı karşısında seslerini yükseltmeliydi. Ancak bugün Filistin topraklarındaki yapılanmalar karşısında sessizliğini koruyan Batılı ülkeler o gün bu hunharca saldırı karşısında da sessiz kalmayı tercih etmişti. Vatikan'ın dışişleri bakanıyla yapacağım görüşmelerin odağında Türkiye'nin AB üyeliği için Vatikan'dan destek talebi vardı. Ancak gündemin büyük kısmını İsrail'in bu saldırına ayırmayı tercih ettim. Vatikan'ın bu caniliği protesto etmesi yönünde talep bildirdim. Birkaç gün sonra, o zamanki Papa, pazar ayininde Batılı ülkelerin hiçbirinden gelmemiş olan nitelikte bir açıklama yaptı ve İsrail'in saldırını son derece net ve sert biçimde kınadı. Vatikan, İsrail'e karşı onca Batı ülkesinin alamadığı tutumu aldı. Bunun önemi büyüktü.”
‘İsrail belki ilk kez sorumlu olduğu barbarlık sebebiyle özür dilemek zorunda kaldı’
Bağış’a göre İsrail'e karşı dünyanın bu sessizliğinin önemli sebeplerinden birinin de uluslararası medyada ve ülke yönetimlerinde etkili olan Musevilerin çokluğu. Bağış “Kilit pozisyonlarda bulunan İsrail asıllı gazeteci ve siyasetçiler, dünyanın İsrail'e karşı sesinin yükselmesinin önündeki önemli bir engel oldu. Ancak şu bir gerçek ki, İsrail'e karşı uluslararası toplumdan güçlü bir kınama gelmese de, Mavi Marmara saldırısının ne denli gayrimeşru olduğu ortaydı. Zaten öyle olmasaydı, İsrail özür dilemeyi de tazminat ödemeyi de kabul etmezdi. Zira, İsrail Mavi Marmara saldırısından sonra özür dileyip, tazminat ödemeyi kabul ederek aslında sorumlusu olduğu bir barbarlığın sorumluluğunu ilk kez üstlenmiş oldu. Bunun da arkasında Tayyip Erdoğan liderliğindeki yönetimin kararlılığı var. Türkiye, dünyada mazlumlara gerçek anlamda sahip çıkan tek ülke olduğunu bu olayda bir kez daha kanıtladı.Aslında İsrail'in hem özür dilemeyi hem de tazminat ödemeyi kabul etmesinin yıllar sürmesinin sebebi bu hadiseden herhangi bir bedel ödemeden sıyrılmanın yollarını aramalarıydı. Ancak umdukları gibi Tayyip Erdoğan hükümeti bir seçim mağlubiyeti yada gayri meşru girişimler sonucu gitmedi ve İsrail sonunda bu bedeli ödemek zorunda kaldılar” diye devam etti.
‘Zikzaklar halinde’ ikili ilişkiler
Mavi Marmara saldırısı aslında İsrail’le bir dönem Filistin-İsrail hatta Suriye-İsrail arasında arabuluculuk üstlenecek kadar iyi ilişkiler yürüten Türkiye’nin 2008’deki Dökme Kurşun Harekâtı sebebiyle ilişkilerini koparmaya başladığı dönemi takip eden önemli bir kilometretaşı oldu. 22 gün süren ve bini sivil 1500 Filistinlinin öldürüldüğü operasyonun tetiklediği bu yeni iklimde gerçekleşen Mavi Marmara saldırısı da, Veryansın TV yazarı Metin Aydoğan’ın deyimiyle “zikzaklar halindeki” ikili ilişkilerdeki önemli bir tarih oldu:
‘İsrail karşıtı söylemlere rağmen iki ülkenin ticareti hiç hız kesmedi’
“Aynı Suriye’yle olduğu gibi İsrail’le ilişkiler de ani değişim ve kırılmalara sahne oluyor. İsrail Doğu Akdeniz’de doğalgaz buldu ve akabinde Türkiye de İsrail’le boru hattını ülkesinden geçirmesi noktasında anlaştı. Ancak sonra İsrail, Batı’yla ilişki kurarak boru hattının rotasını değiştirme kararı verdi. Tam bunlar olurken üstüne bir de Mavi Marmara saldırısı gerçekleşti. Ancak iç siyasete dönük İsrail karşıtı söylemlere rağmen iki ülkenin ticareti hiç hız kesmedi. İsrailli bir bakanın ‘Sözler önemli değil, biz ticaret devam ettikçe Erdoğan’ın bize düşmanlığına razıyız’ mealindeki açıklaması süreci özetler nitelikteydi. İlişkiler iyi olduğunda iş, Türk havalimanlarında İsrailli silahlı görevlilerin bulunmasına kadar götürüldü. Ama sonrasında ilişkiler bugün olduğu kadar geriledi ve karmaşık hal aldı.”
Türkiye’nin önünde hangi seçenekler vardı? İsrail’le üçüncü yol mümkün müydü?
Peki, İsrail’le yürütülen gelgitlerle dolu ilişki başka nasıl sürdürülebilirdi? CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in bu soruya yanıtı “Türkiye, İsrail’e karşı hep taviz verdi ve hiç kazanım elde edemedi. Bu nereden baksanız fiyaskodur. Adalet ve Kalkınma Partisi diplomatiği öğrenebilmiş, gelenekselleşmiş Türk diplomasisini ‘monşerler diplomasisi’ olarak biliyor. Halbuki bu mesele, geleneksel dış politikasını terkinin ne denli maliyetli olduğunu bize gösteren bir örnek oldu. Aynı bugün, bir gün Amerika bir gün Rusya’yla yakınlaşıp ama genel olarak ülkenin çıkarlarının terkedilmesinde olduğu gibi… Parayı kabul etmek ya da İsrail’le ilelebet kötü olmak değil, bu ikisinin arasında durabilme sanatı olan diplomasiye başvurmaktı önemli olan. Bu yapılmadığı için ortaya ‘10 ölü artı 56 yaralı eşittir 20 milyon dolar’ gibi kabul edilemez bir denklem çıktı” oldu.
‘Türkiye ve İsrail her konuda mutabık kalmayı beklemeden de işbirliği yapabilir’
Eski İsrail Büyükelçisi Barlas Özener ise ikili ilişkilerde izlenmesi gereken yola ilişkin, Özel’inkine benzer bir yaklaşım sunuyor. Emekli Büyükelçi, ikili ilişkilerde izlenmesi gerektiğine inandığı yolu “Bütün mesele, İsrail tarafı çok olumlu ve sessiz bir şekilde halledebilecek bir krizi tırmandırmasıydı. Süreç boyunca pek çok nahoş olay meydana geldi. Bugün Türkiye-İsrail ilişkileri halen eski ritmine gelmediyse, bunun sebebi Mavi Marmara’yla başlayan sürecin bugün başka anlaşmazlıklarla sürmesidir. Bizim İsrail’le her konuda aynı görüşte olmamız veya onların her hamlesini görmezden gelmemiz söz konusu olamaz. Özellikle Filistin meselesi ortadayken bu mümkün değil. Ancak önemli olan, iki ülkenin çıkarlar görüş ayrılıklarına rağmen ortak çıkarları olan alanlarda işbirliği adımları atmasıdır. Biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bunu yapabilecek kapasitedeyiz ancak karşı taraf da buna istekli olmalı” diye özetliyor.