Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, Amerikalı profesör Jack Shaheen‘in, Holywood'un Arapları nasıl kötülediğini anlattığı 'Reel Bad Arabs: How Hollywood Vilifies a People' adlı kitabı üzerinden, Türkiye sinemasında Kürtlerin ve dindarların nasıl resmedildiğini yazdı.
İşte o yazı:
Amerikalı profesör Jack Shaheen, kaleme aldığı 'Reel Bad Arabs: How Hollywood Vilifies a People' (Gerçek Kötü Araplar: Hollywood Bir Milleti Nasıl Kötüler) isimli kitabında Holywood'un Arapları nasıl ele aldığını anlatır. Birkaç olumlu, birkaç da nötr kalmayı başarmış film dışında Holywood yapımı tüm filmler Arapları sevgisiz, hain, arkadan vuran, terörist, kadın ve medeniyet düşmanı olarak kodlamaktadır yazara göre.
Kitabıyla ilgili bir söyleşisinde şöyle der Shaheen: 'Çoğumuzun görmemeye çalıştığı bir şeyi göz önüne çıkarmaya çalıştım. Tehlikeli bir biçimde tekrarlanan 'nefret dolu Arap' klişesini… Bütün bir toplumun insaniyetini elinden alan klişeler. Kültürümüzün her yönü Arapları kötü göstermektedir. Paduka Kentucky ya da Wood River İllinois'de yaşasak bile aynı şeyleri biliyoruz: Arap, tek boyutlu bir karikatürdür. Her şeyden önce bir komedi unsurudur. Arapları filmlerde ucuz kahkahalar için kullanılan palyaçolar olarak görürüz. Klişe yayıldıkça gerçekleri fark etmemiz zorlaşır. Bir de terörizm meselesi var tabii. İş öyle bir hal aldı ki artık 'o tarafta'ki Arapların yanısıra 'bu taraf'taki Araplar da terörist. Ve sonuç şudur: Masum Araplar öldürüldüğünde, bombalandıklarında, sakatlandıklarında, yaralandıklarında, Ebu Gureyb gibi yerlerde işkence gördüklerinde merhamet hissetmememiz ya da daha kötüsü şaka yapmamız şaşırtıcı değildir. Onları umursamıyoruz. Saddam Hüseyin'in klonlarıyla masum sivillerin aynı olduğu ve bizim merhametimizi, empatimizi hak etmedikleri yönünde koşullandırılıyoruz.'
Bu söyleşiyi okurken, 'bir kültürel iktidar biçimi olarak Türk sineması'nı düşündüm. Daha doğrusu, başta Türk sineması olmak üzere en geniş manada kültürel iktidarın bizatihi kendisini… Özellikle Kürtlük ve dindarlık algısında kültürel iktidarın neredeyse Holywood'un yaptığına benzer şekilde ne numaralar çektiğini.
Hadi şunun adını dürüstçe koyalım. Türk sineması Kürtleri ya kahkahalarla gülünecek birer komedi unsuru ya da ahırdaki danasını evdeki karısından daha çok önemseyen insanlar olarak resmetmiştir. Özellikle 70'li yıllarda Türk sosyalizmine lazım olan çatışmayı 'Kürdistan'daki feodalite' olarak kodlayan bazı sinemacılar, aslında hiç olmamış, hiç olmayan ve muhtemelen hiç de olmayacak bir 'ağa' tipi uydurup bunun üzerinden toplumsal bir mesaj alanı oluşturmuşlardır. Bu, giderek karikatürlere, gazete haberlerine, edebiyata ve en nihayet toplumsal alana sirayet eden bir klişeye dönüşmüştür. 'Kürt' dediğin, ağaysa emrindeki marabaları inim inim inleten, marabaysa en basitinden karısını eşek sudan gelinceye kadar döven bir yaratıktır. Şehir görmüş marabanın yapabileceği en önemli etkinlik, köyün duvarlarına 'faşo ağa' yazmaktır. Kürdün anası ise, oğlunu evlendirmek yerine 'o paraya öküz almak isteyen' bir tuhaflık biçimidir. Tabii, bazı iyi Kürtler de vardır. Okumuş, aydınlanmış, memleketine dönerek 'işleri yoluna sokmak isteyen' Kürtlerdir bunlar. Ancak o zalımlar zalımı feodal yapı bu aydınlık insanları yok etmekte, öldürmektedir.
Ağa dizilerinde, Mahsun Kırmızıgül filmlerinde falan da durum değişmemiştir. Bu algı sayesindedir ki biri Kürtlere 'hain' ya da 'kara kafa' dediğinde ya da Nişantaşı, Bebek v.b semtlerde biri 'aman, bunlar da her yeri doldurdu' diye tısladığında ortada garipsenecek bir durum görülmemektedir.
Dindarlar için de durum çok farklı değildir. Yeşilçam'ın meşhur 'imam' portresinden 28 Şubat haberlerine değin buram bir klişe ormanıdır kültürel iktidar alanı için dindarlık. Büyük bir özenle 'aslında dindar insanların bir sürü farklı niyeti' olduğu işlenmiştir romanlarda, karikatürlerde, her yerde. Namaz falan kılmaktadırlar, ancak bir sürü fırıldak çevirmekle de meşguldürler aynı zamanda. Pirinçlere taş karıştırmakta, kekeme olmalarına rağmen çocuklara Kur'an öğretmekte, anlayışsızlıkları ile kadınları taşlatmaktadırlar.
Türkiye'de kültürel iktidarı elinde bulunduran çevreler için ne Kürtler ne de dindarlar hiçbir zaman 'önemsenmesi gereken gerçek insanlar' olmamışlardır. Yabancı isimli kolejlerde okumamışlar, 'Türkiye'nin en güçlü aileleri' fotoğrafında kendilerine yer bulamamışlardır. Karikatürlerdir. Üçüncü boyutlarının olması kültürel iktidarın umurunda değildir. Sıkıştırıldıklarında 'belediyeler sizde, ne kültürel iktidarı' diye akıllara zarar cevaplar vermekten de hiç utanmazlar.
'Bugün, dindarların çocukları ile Kürtlerin çocuklarının birbirlerini öldürmeleri üzerinden hesap yapanlar kim' sorusunu bile sormamıza engel olunan bir düzlemde yaşadığımızı fark edip kendimize gelmezsek halimiz haraptır. 'Çocuklarımızın kanını pazarlık unsuru olarak kullanıp beyazlara yamanan kimlerdir' diye sormazsak durum fecidir. 'Bizim ölümümüzden kim ne umuyor' sorusuna doğru düzgün, aklı başında cevaplar bulamazsak yandığımızın resmidir.