1930 yerel seçimlerinde aylar önce kurulan Serbest Cumhuriyet Fırka, (SCF) 502 belediyeden 24’ünde seçimi kazanmıştı.
Bunlardan ikisi iki şehir merkeziydi:
Samsun ve İçel (Silifke).
Akdeniz bölgesindeki diğer illerde de SCF büyük varlık göstermişti.
Adana’da seçimde CHP’nin 2377 oyuna karşı, SCF 2350 oy almıştı.
Antalya, Mersin ve Tarsus’ta da büyük usulsüzlükler yaşanmış, buna rağmen yarış başabaş bitmişti.
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın ilk seçimde gördüğü bu beklenmedik ilgi iktidarı ürkütmüş, parti zorla kendini feshetmiş, iki parti arasındaki tarafsız konumunu bir kenara bırakan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, CHP’ye olan bu tepkiyi anlamak için ünlü yurt gezisine çıkmıştı.
Aylarca süren gezide Gazi, Serbest Fırka’nın büyük ilgi gördüğü Mersin ve Adana’ya da gitti.
Adana’da Türk Ocağı’nı ziyareti sırasında öfkeli bir konuşma yaptı:
“Türk demek dil demektir. Milliyetin çok belirgin özelliklerinden biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve behemehâl Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia ederse buna inanmak doğru olmaz. Hâlbuki Adana’da Türkçe konuşmayan 20.000’den fazla vatandaş vardır. Eğer Türk Ocağı buna müsamaha gösterirse; gençler, siyasal ve sosyal bütün kuruluşlar bu durum karşısında duyarsız kalırsa en aşağı yüz seneden beri devam edegelen bu durum daha yüzlerce sene devam edebilir. Bunun neticesi ne olur? Efendiler! Herhangi bir felaketli gününüzde bu insanlar, başka dille konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimize hareket edebilirler. Türk Ocaklarımızın başlıca vazifesi bu gibi unsurları, bizim dilimizi konuşan hakiki Türk yapmaya çalışmaktır. Bunlar Türk vatandaşlarıdır. Bugün ve yarın talihimiz ve kaderimiz birdir.”
Peki Mustafa Kemal, “Herhangi bir felaketli gününüzde bu insanlar, başka dille konuşan insanlarla el ele vererek aleyhimize hareket edebilirler” derken kimleri kastediyordu?
Atatürk, Adana’dan Konya’ya gittikten sonra 18 Şubat 1931 günü Ankara’ya dönmeyi beklemeden Başbakan İnönü’ye gördüklerini ve talimatlarını bir rapor yazarak iletti.
Devlet Arşivleri’nde yer alan ( BCA, 490.01.34.145.1) ve Atatürk’ün el yazısıyla hızlıca kaleme aldığı anlaşılan raporda şöyle kimlerden bahsettiğini açıkça yazmıştı:
“Adana şehrinde 20.000 ve merkez kazasında 35.000 Nusayri vardır. Mersin’den şarka doğru bütün sahil Nusayri köyleri ile kapalıdır. Burada hiç Türk yoktur. Nusayri olan Lazkiye hükümeti ile bu sahilimiz arasında daimi kaçakçılık ve hükümetçe hülulu mümkün olmayan temas ve münasebetler cereyan etmektedir. Valiler bu vaziyete karşı çaresizlik ve vazifesizlik ifade etmektedirler…Cenup (güney) mıntıkasındaki Nusayri kesafeti (yoğunluğu), burada idarî, harsî ve sistematik mesaîyi ve belki de fevkâlade tedbir düşünülmesini müstelzimdir. (gerektiriyordur)… Adana’da Nusayrilerden mühim bir kısmı ile, 10.000 kadar Kürt, bir çok Giritli, bilhassa ticaret sahibi dönmeler, Serbest Fırka’yı iltizam etmişler (tutmuşlar). Vali eyidir, yalnız müddei umumi açıktan Serbest Fırka ile çalışmış. Bu nedenle Afyon’a nakledilmiş. Eğer böyle sarih bir menfi hareket vardı ise nakil kafi görülmemelidir.”
Cumhurbaşkanı bölgedeki Nusayrilerin öğretmen okullarına gösterdiği ilgiden de kaygılanmıştı:
“Adana muallim mekteplerinde Nusayri talebe çoktur. Türkten başka unsurlara mensup olan bu talebe, yarın muallim olarak Türk mekteplerinde tedrisat yapacaktır… Biz aramızda Türk olmayan unsurları harsımızla yenerek temsil mi edeceğiz, yoksa ihmal mi? Bu iki fikre göre, onları okutmak mı muvafık olur, yoksa aksi mi? Türkten gayri unsurlardan muallim kullanmak doğru mu?”
Cumhuriyet’in Nusayri paranoyası Hatay meselesinin 1936’da açılmasıyla yükseldi.
1936’da Fransa’nın Suriye üzerindeki manda yönetimini kaldırması sonrası Hatay’ın (İskenderun Sancağı) geleceği üzerinde başlayan müzakerelerde ırk ya da mezhebe dayalı bir referandum fikri üzerinde duruldu. Fransa’nın Nusayrileri Türkiye’ye karşı kullanacağı fikri Ankara’yı harekete geçirdi.
Bu dönemde İçişleri Bakanlığı ve CHP Nusayriler üzerine raporlar yazdırdı.
1937 tarihli Devlet Arşivleri’nde olan İçişleri Bakanlığı’nın “Nusayriler Hakkında Genel Malumat” başlıklı raporunda şöyle deniyordu:
“Bu unsur her türlü fenalık ikasına muktedirdir. Her zaman kendilerinden beklenilen ve memleketin her türlü yüksek menfaatlerini ihlal edecek vakayı ihdasına mütemayil bir kitledir. Bu zümre bu gün sinmiş vaziyettedir. Alınan ciddi tedbirler karşısında bir tarafa kımıldayacak vaziyette değildir. Fakat her hangi bir fırsat zuhurunda memleketin amansız bir düşmanı kesileceğine şüphe edilmemek lazım gelir. Bunu mazideki halleleriyle pek ala göstermişlerdir.”
Raporlarda Nusayrilerin Eti Türklerinden olduğu iddia ediliyor, onlara yeniden anadilleri Türkçe’nin öğretilmesi, karma evliliklerin teşvik edilmesi isteniyordu.
Bu amaçla 12 Mart 1937 tarihleri arasında Adana, Mersin ve İçel’de Hars Komiteleri kuruldu..
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Çukurova gezisi sonrasında hazırladığı 29 Nisan 1937 tarihli raporunda Hars Komiteleri’nin amacını şöyle anlatıyordu:
“Asırlardan beri, Çukurova’daki Türk halk kümesi arasında oturup yaşadıkları halde kırık dökük bir lehçe halinde Arapça da konuşan Alevî (Nusayrî) Türklerin, eski ana dilleri olan Türkçeyi çabucak öğrenip aralarında yalnız Türk dili ile konuşabilmelerini kolaylaştırmak ve müderris saltanat devrinin din esasına dayanan geri ve cahilane idaresinin; bu yurttaşlara diğer Çukurovalı Türkler arasında yaşattığı mezhep ihtilaflarından doğma ayrı gayrı cemaatler halinde duruş yerine Kemalist rejimin emrettiği milli vahdetin icabı olan; birbirini sever, kaynaşık fertlerden mürekkep müstenit bir kitle varlığına hizmet etmek.”
Hars Komiteleri adı altında açılan okullarda Nusayrîlere Türkçe öğretilmiş, Nusayrilerin Türklerle karşılıklı kız alıp vermenin teşvik edilmesi için karma evlilik yapanlara destek sağlanmış, bu şehirlerde Arapça konuşulmasına karşı polisiye tedbirler alınmıştı.
Hars Komiteleri faaliyetleri için 1937 mali yılı Dışişleri Bakanlığı bütçesinden 30 bin liralık bir kaynağın kullanılmasına karar verilmişti.
Hars Komiteleri için bütçeyi Dışişleri Bakanlığı’nın vermesi meseleye nasıl bakıldığını göstermektedir.
Hatay meselesinin çözülmesi sonrası Hars Komiteleri kapandı.
1971 yılında Hafız Esad darbesi sonrası Nusayrilerin Suriye’de iktidarı ele geçirmesi, SSCB ile ittifakı ve Baas rejiminin Hatay’ı kendi haritalarında gösterme ısrarı Nusayri paranoyasını yeniden artırdı.
1979 yılında Türkiye’den kaçan Öcalan’a Sovyetlerin teşviğiyle Hafıza Esad 19 yıl ev sahipliği yapınca ilişkiler tamamen koptu.
Peki, Türkiye ile Suriye ilişkileri ne zaman düzeldi?
Muhafazakar AK Parti iktidarında.
2004 yılında Beşar Esad, 57 yıl sonra Türkiye ile gelen ilk Suriye Cumhurbaşkanı oldu.
Gerisi malum.
Esad, Erdoğan’ın en samimi olduğu Arap diktatörüydü.
Ta ki Arap Baharı için sokağa çıkan halkının üzerine toplarla saldırana kadar.
Esad, Türkiye’nin ve Erdoğan’ın en son vazgeçtiği Arap diktatörü oldu.
Batı ülkeleri ve Arap ülkeleri elçilerini çekmişken, Türkiye hala Esad’ı ikna turlarına devam ediyordu.
Yani iktidar Suriye ve Esad politikasını bir mezhep taassubu ile belirlemedi. Öyle olsaydı, sünni diktatörler Bin Ali, Kaddafi ya da Mübarek’e de destek çıkması beklenirdi.
Ana ortada mezhebi ya da ideolojik bir taassupla 50 yıllık bir aile diktatörlüğünü, kendi şehirlerini bombalayan eli kanlı diktatörü destekleyen muhalifler olduğu açık.
Kendi halkının karşısına çıkıp onları direnişe, savaşa çağıracak yüzü bile olmayan, Rusya’dan jet, İran’dan milis, komşu ülkelerden aman dileyerek koltuğunu korumaya çalışan, bu uğurda kendi şehirlerini bombalatmaktan çekinmeyen bir diktatörün, sırf babasından aldığı koltuğu oğluna bırakmak uğruna verdiği mücadeleye, Türkiye’de üstelik kendisine cumhuriyetçi diyenler arasından hala destek gelmesi ibretlik bir olaydır.
Suriye’ye baktığında Türkiye’deki laiklik-dindarlık, Alevilik-Sünnilik tartışması dışında bir şey göremeyen, 50 yıldır bir aile diktatörlüğü altında yaşayan 13 yıldır bir savaşın içinde şehirleri bombalanmış, akrabalarını kaybetmiş, vatansız, evsiz, elektrizksiz kalmış insanların dertleriyle empati kuramayanlar, ancak kendi dertlerini Suriye’ye yansıtarak “cihatçılara” karşı, laik bir diktatörü desteklemekten çekinmiyor.
Suriyeliler bir gün evlerine döndüğünde herhalde onlara karşı yapılan ırkçılıklar kadar, ideolojik bağnazlıkla son ana kadar Esad’ı destekleyenleri de unutmayacaktır.
Belki de unuturlar.
Tıpkı Nusayrilerin bir zamanlar CHP’nin yaptıklarını unutması gibi…