Taha Akyol yazdı.
Bu iktidarın en başarısız olduğu alan, Milli Eğitim… Bunu bizzat Erdoğan da defalarca söyledi. Üstelik kişi başı gelirimizin 3 bin dolardan 12 bin dolara çıktığı ilk on yıllık dönem için ifade etmişti bu başarısızlığı.
Yatırımı, ihaleyi, ticareti, inşaatı, alt yapı konularını bu iktidarın gayet iyi kavradığının göstergesi, alt yapı sıralamasında, WEF’e göre, Çin’i geçmiş olmamızdır… Fakat “eğitim” deyince anlaşılması gereken teorik ve kalitatif değerler alanında ise, bırakın Çin’i, indekse giren bilimsel yayınlarda 2011’den sonra İran’ın gerisinde kalmış olmamız da çok derinlemesine düşünülmesi gereken ciddi bir meseledir.
BİLİMİN NERESİNDEYİZ?Bu iktidar tarafından yeniden kurulan Türkiye Bilimler Akademisi’nin “Türkiye Bilim Raporu 2020” araştırmasına göre, 1995-2005 arasındaki on yılda Türkiye’de bilimsel çalışmalar 6 kat artarken, 2005-2015 arasındaki on yılda 2.5 kata inmiştir. (s. 23 vd.)
Aynı rapora göre, 1985 yılında Türkiye ile Güney Kore bilimsel yayın oranında aynı sıradaydı. 2015 yılında ise G. Kore bizim üç katımıza çıktı. G. Kore’de kişi başı gelir de bizim üç katımızdır!
Üniversite sayısı arttığı halde bu başarısızlığın sebeplerini çok iyi düşünmeliyiz. Türkiye’nin geleceği için bilim ve eğitimin birinci derecedeki önemini kim inkâr edebilir?
Fakat iktidar okul ve üniversite konularına bu öncelikle bakmadı. Şehir Üniversitesi’nin kapatılması, Boğaziçi Üniversitesi’nin başına gelenler, tek bilimsel yayını olmayan profesörlerin rektör olarak atanması, ilkokul müdürlüklerine kadar kadro değişiklikleri gibi birçok faktör, iktidarın eğitime de siyasi, yani “bizden” öncelikli baktığını gösteriyor.
Böyle olunca da sayılar artarken kaliteler düşüyor.
‘MAARİF’ KAVRAMI“Maarif” kavramı bizim eğitim tarihimizde bilime esaslı bir yönelişin ifadesiydi. Modernleşmemizin Cumhuriyet’le başladığını sananların dikkatini çekmek isterim; eğitimde bilime yöneliş bizde Abdülaziz ve Abdülhamit zamanlarında, Münif Paşa ve Saffet Paşa gibi “maarif-i umumiye” önderleriyle başladı.
Fakat iktidarın bu saygıdeğer “maarif” kavramını kullanarak hazırladığı müfredatta bilim önceliği yerine yine siyasi öncelikler ön plana çıktı… Eğitim Fakültelerinin dekanlarına bile “müfredat”ı incelemeleri için verilen süre, bir haftadan ibaretti!
Milli Eğitim Akademisi de böyle siyasi öncelikle ve ‘yaptım oldu’ acelesiyle hazırlanmış bir proje olarak görülüyor.
Evet, Eğitim Fakültesi mezunu olmak veya başka fakültelerden mezun olup ‘pedagojik yeterlik’ sertifikası almış olmak bu çağda öğretmen olmak için yeterli sayılamaz. Mezuniyetten sonra ciddi ve uygulamalı bir öğretmen eğitimi programına kesin ihtiyaç var. Merhum Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol’dan beri gündemde olan bir ihtiyaçtır bu. Fakat…
ÖNCELİK SİYASET Mİ BİLİM Mİ?Eğitim Uzmanı ve eski YÖK üyesi Prof. İsa Eşme’den bu konuda uzun bir mektup aldım. Eğitim fakülteleriyle birlikte “öğretmen yetiştirme” işlevinin, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alınıp eğitim fakültelerine verildiğini hatırlatan Eşme, şimdi Milli Eğitim Akademisi ile “yeniden Bakanlığa devredilmesine” dikkat çekiyor. Ve Soruyor, neden?
Öğretmen yetiştirmeyi siyasetin denetimine almaktan başka bir cevabı olabilir mi bu sualin?
Prof. Eşme, “taslak metinde Akademide verilecek eğitimle ilgili birkaç cümleye yer verilirken aynı metnin dörtte birinin disiplin konusuna ayrılmış olması”na da dikkat çekiyor.
Öğretmen yetiştirmede teorik bilgilerin yanında “uygulama”nın büyük önemini vurgulayan Prof. Eşme, bu alandaki yetersizliğin “Bakanlığın bilgisi ve oluru dâhilinde, Eğitim Fakültelerinin sayı ve kontenjanlarının ölçüsüzce arttırılması ve 62 öğretmenlik alanının pedagojik formasyon eğitimine indirgenmesinden kaynaklandığını” belirtiyor. Temeldeki sorun budur.
Hatta eğitimin bütün dallarındaki sorun budur. “Her ilde üniversite” açılmasının diplomalı işsizler yetiştirmesi, ama ekonomini aradığı vasıflı işgücünü bulmada sıkıntılar yaşaması…
2023 yılında kişi başı gelirimizin 25.000 doları çıkmasını hedeflemişken, on yıl önceki 12 bin dolar seviyesine düşmemizin birçok sebeplerinden biri, 25.000 dolar üretecek bir ekonomi için gereken miktar ve kalitede araştırmacı, uzman ve vasıflı işgücü yetiştirememiş olmamızdır.
Maalesef dönüp dönüp aynı yere geliyoruz; yüz yıldır siyasi ideoloji bilimi gölgeliyor bizde.