Mevzu özel ama aynı zamanda genel. 2019 yılında görkemli bir törenle evlenen AK Partili bir milletvekilinin, rektör olan eşine “20 milyon lira manevi, 50 milyon lira maddi tazminat” talebiyle boşanma davası açtığını, rektör eşin sosyal medya hesabından yaptığı açıklama sayesinde öğrendik.
Tekrar altını çizeyim ki, söz konusu milletvekilinin “toplamda 70 milyon lira tazminat” istediği eş, bir işadamı değil, üniversitede bir rektör…
Yargı, çıkan haberlere ilişkin “ifade özgürlüğünün aşıldığını” ileri sürerek erişim yasağı koydu. Ben elbette özel hayata saygılı olmayı temel bir ilke olarak kabul ederim. Dolayısıyla meselenin hepimizi ilgilendiren, tarafların kendilerinin açıkladığı “birkaç milyon dolarlık servetcik” kısmını yazmak istiyorum.
Milletvekili eş, dava dilekçesinde rektör olan eşinin 2015 yılına kadar bir üniversitede rektörlük yaptığını, aktif iş hayatının olmadığını söylüyor. Hatta rektör eşinin ve ailesinin kendisinin siyasi gücünden yararlanmaya çalıştığını ileri sürüyor. Eşinin malvarlığını uzun bir liste halinde sıralıyor. Neler yok ki, kaç milyon dolarlık yatlar, yazlık evler, kışlık evler, çiftlikler, oteller, arabalar, pahalı iş merkezlerinde ofisler, hisse senetleri vesaire, liste uzuyor gidiyor…
Ve diyor ki, ticaret yapması için rektör eşime 2, 5 milyon dolar verdim.
2,5 milyon dolar?!
Bir rektörün maaşı da bir milletvekilinin maaşı da ortada ama listedeki malvarlığı muazzam servet.
Bir rektörün bu kadar malvarlığının olması normal mi? Ya bir milletvekilinin 2,5 milyon dolar borç verecek kadar servetinin olması normal mi?
***
Bu olay. Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığa gelir gelmez yolsuzlukla, nepotizmle, rant çıkarcılığıyla mücadele için “Süratle hayata geçireceğiz” diyerek 64. Hükümet Programına aldığı ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “il, ilçe başkanı bulamayız” diyerek yasalaşmasını engellediği “Kamuda Şeffaflık Paketi”nin önemini bir kez daha ortaya koydu.
2002’de “3Y: yolsuzluk-yoksulluk-yasaklar ile mücadele” taahhüdüyle iktidara gelen AK Parti liderinin ‘il, ilçe başkanı bulamayız’ demesi, siyasi güçle yolsuzluk arasında nasıl bir ilişki olduğunun somut bir itirafıdır.
Ülkemizin dürüst siyasetçi sorunu olduğu muhakkak.
“Kamuda Şeffaflık Paketi” 2015 yılında TBMM’ye gelseydi, yasalaşsaydı, uluslararası kara para aklama ve terörizm finansmanıyla mücadele kuruluşu olan Mali Eylem Görev Gücü (FAFT) Türkiye’yi gri listeye alır mıydı?!
Yolsuzluk Algı Endeksinde Türkiye gerilemeye devam eder miydi? Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin 2022 yılına ait raporu 25 Ocak’ta açıklandı, Türkiye son 10 yıl içerisinde en çok puan kaybeden ülkeler arasında. Türkiye yolsuzluk endeksinde 180 ülke içinde 96’ıncı sıraya düşmüş bulunuyor.
Türkiye’ye haksızlık mı yapılıyor, AK Partisiz Türkiye isteyenlerin komplosu mu? Küresel aktörler Türkiye’nin itibarını zedelemek mi istiyorlar?
***
İyi ama aynı Uluslararası Şeffaflık Derneği, 2012 yılı raporunda Türkiye’ye gayet iyi puan vermiş, Türkiye’nin yolsuzluklara karşı mesafeli olduğunu belirtmişti. Türkiye 174 ülke içinde 54’üncü sıradaydı.
Vicdan sahibi AK Partililerin ortaya çıkan bu yozlaşma, çürüme, yolsuzluk tablosu üzerine artık ciddi bir şekilde düşünmesi gerekmiyor mu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Eylül 2003 tarihli konuşmasında “Kusura bakmayın, her yer yozlaşmış, siyasetiyle, bürokratıyla, bürokrasisiyle. Devleti hortumlayanları biliyorsunuz değil mi? Biliniz ki artık bu hortumlar tek tek kesilecek ve kazınacak. El ele dayanışma içinde bu işi bugüne kadar getirdiler. Hala böyle gidiyor. Biz bunlara asla tahammül edemeyiz” demişti.
AK Partililer kendi içlerinde “ee ne oldu, biz ne diyorduk ne oldu” muhasebesi yapmalı değiller mi? Bütün mesele hortumun başkasının elinde olması mıydı? Sorun DYP’lilerin, ANAP’lıların yozlaşmaları, yolsuzluğa bulaşmaları, siyaseti kendi çıkarları için kullanmaları mıydı?
***
Ülkemizde 1990 yılından bu yana yolsuzlukları ve rüşveti önlemek üzere mal bildiriminde bulunmasını düzenleyen 3628 Sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklara Mücadele Kanunu var. Ancak sorgulanmaya kapalı bir kanun çünkü yasa da “mal bildiriminin gizli olması gerekir” diye bir ibare var. Bu ibare orada durduğu müddetçe siyaset kurumunda şeffaflık mümkün olmayacak.
Oysa mal bildirimindeki gizliliğin kaldırılması, denetime, sorguya açılması, herkes tarafından erişilebilir hale getirilmesi, kamuda atanarak ya da seçilerek göreve gelen yetkililerin haksız kazanç elde etmelerini önleyecek en önemli demokratik araçtır.
Yolsuzluk bütün devlet kurumlarını, kuruluşlarını yozlaştıran ve toplumsal çürümeyi beraberinde getiren ölümcül bir hastalıktır. Yoksulluğun en önemli sebebi yolsuzluktur. Bir siyasetçi zenginleşiyor mu, siyaseti kendi çıkarları için kullanıyor mu, mal varlığı listesindeki değerler nasıl artıyor halkın bunu görmeye bilmeye hakkı var.
***
Türkiye’nin evrensel hukuka ihtiyacı olduğu gibi, o hukukun bir parçası olan yolsuzlukla mücadele ve şeffaflık yasalarını çıkarmaya da ihtiyacı var; hatta ihtiyacın ötesinde artık zorunlu.
1478-1535 yılları arasında yaşayan, Rönesans döneminin hümanist yazarlarından olan İngiliz devlet adamı, hukukçu Thomas More’un Ütopya’sındaki şu tespiti ile yazımı bitireyim: “Büyük çoğunluk yoksulluk içinde kıvranırken, doymak bilmez bir avuç insana memleketin bütün zenginliklerini sömürten bir devlette mutluluk olamaz.”