Siyaset ilmi, bize rejimlerin meşruiyetlerinin -çöküşleri anlamına gelmese de- sona erdirebileceğini öğretti.
Mesela, Mısır'daki monarşi rejimi, her ne kadar 1952'de Hür Subaylar tarafından devrilmiş olsa da aslında 1948 Filistin Savaşı'ndan sonra sona ermişti. Aynı şekilde Abdunnasır hükümeti de 1967 savaşıyla son bulmuştu. Çünkü Nasır’ın yönetim formülü Mısır’ı yenilgiye ve Sina yarımadasının işgaline götürmüştü.
Sedat yönetiminin bitişi 1977 yılında “Ekmek protestolarının" patlak vermesiyle başlamış 1979 Mısır-İsrail anlaşması ile mevcut hükümetin meşruiyet krizi daha da derinleşmiştir. Mübarek rejimine gelirsek, 2007'de Mısır bürokrasisinin rejime karşı ilk protestosunda -Bakanlar Kurulu'nun kaldırılmasından kötü hayat şartlarına karşı eylem yapan- emlak vergisi yetkilileri, Mübarek hükümetinin sonunu ilan etmişlerdi.
Şimdi burada, Sisi’nin geçtiğimiz Nisan ayının 26’sında düzenlenen geleneksel “Mısır Aile İftarı”nda Ulusal Gençlik Kongresi yönetimini “Mevcut dönemde ulusal eylem öncelikleri çerçevesinde siyasi bir diyalog yönetmek için” görevlendirdiği açıklamasını nereye koymalıyız?
Bu açıklamanın Sisi hükümetinin meşruiyeti açısından konumu nedir?
Mısır’da 2019 Eylül ayında düzenlenen meşhur protestolar öncesinde yapılan bir araştırmada Luca Miehe ve Stephan Role bize Mısır rejiminin geleceği için üç muhtemel senaryo sunuyor:
- Güney Kore’yi örnek alan bir kalkınma diktatöryası
- Ekonomik ve siyasi donukluk ile geçen onlarca yıl; ki “Mübarek rejimi” dedikleri buydu.
- Ya da kısa zamanda başarısızlık.
Miehe ve Role’e e göre birinci senaryo, reform konusundaki isteksizlikten ötürü gerçeklikten uzak olduğu için ihtimal dışıydı. Mübarek senaryosu olan ikinci senaryoya gelecek olursak bu senaryo da gerçekleşmek için iki faktöre dayanıyordu: Bunların ilki Sisi rejimine bugüne dek yapılan sınırsız dış destek ki bu desteğin gelecekte devamı da kesin bir şekilde garanti edilmiş değildir.
İkinci faktör ise elit kesimi başarılı bir şekilde yönetebilme becerisidir. Sisi rejimi de onu destekleyen siyasi bir örgütlenme olmadığı için bundan mahrumdur. Üçüncü senaryoda elde edilen sonuç ise şudur: "Kalkınma ve ilerleme eksikliği ve artan baskı Sisi rejiminin çok hızlı bir şekilde devrilmesine yol açabilir."
Daha yakın tarihli bir araştırma da (Ağustos 2021) şunu ortaya koydu: “Sisi gibi şahsi diktatörlükler daha çok kitlesel ayaklanmalara tabandan gelen diğer baskılarına elit kesimin ayrışmalarından daha fazla duyarlıdır. Çünkü diktatörün -elit- ana destekçilerinin büyük bir halk muhalefeti olmadıkça Sisi’ye sırt dönmeleri mümkün değildir.” Ve şunu da ekledi: “Sisi en sonunda yönetimi bırakmak zorunda kalırsa bu gelişme muhtemelen artan halk muhalefeti karşısında orduyu Sisi’yi terk etmeye mecbur bırakan kitlesel bir seferberlik yoluyla gerçekleşecektir. Tıpkı 2011’de olduğu gibi.”
Dikkate değer bir diğer not, Sisi rejimi kurulurken geniş halk kesimlerinden ve Mısır’ın tüm devlet otoritelerinden eşi görülmemiş bir destek ve körfez ülkelerindeki sponsorlarından da sınırsız maddi ve manevi yardım aldı. Bu eşi görülmemiş uluslararası desteğin yanı sıra, bazı kesimler yönetimin ilk başlarında ona destek vermekte tereddüt ettiler fakat uzun sürmeden Sisi rejimini -koşulsuzca- destekler bir pozisyonda durmaya karar verdiler.
Sisi rejiminin geleceğine hükmeden üç faktör
Birincisi: Dilenciliğe dayanan ekonomiyi iyileştirme
Mısır sorununun gözlemcileri arasında, Mısır’da halkı büyük bir kesiminin hissettiği ekonomik krizin, diyalog çağrılarının arkasındaki ana motivasyonlardan biri olduğu konusunda hemen hemen bir fikir birliği vardır. Eğer ihtilaf edilecekse şunda ihtilaf edilir: Bu -ana motivasyon -devletin çeşitli organlarına uygulanan baskının ana sebebi midir? Yoksa -sistemin temel özelliklerinden biri haline gelen- toplumsal ve ekonomik gerginliğin hafifletilmesini sağlayacak, aralarında uyum ve iş birliği olan faktörlerden biri midir?
30 Haziran sonrasında kurulan rejimin ekonomi politikası, artık terk edilmesi gereken ya da en azından etkilerinin hafifletilmesi beklenen ve burada da değineceğimiz bazı sebeplerden dolayı problem teşkil eden bazı karakterize özellikler taşımaktadır.
İlk özellik, 2016 yılında imzalanan anlaşma sebebiyle Uluslararası Para Fonu’nun "reçetesine" dayanmaktır. Bu anlaşma Mısır hükümetinin -kırk yılı aşan Mısır devleti geleneklerine rağmen- imzaladığı ve bütüncül bir şekilde uygulaması gereken bir programdır. Buna rağmen rejim kendilerine yüklenen sosyal sorumlulukları yüklenmemek için bu programı tamamlamamaktadır. Kahire Amerikan Üniversitesi'nde ekonomi politikası profesörü Amr Adly 2020'nin başlarında -koronavirüs krizinden ve Ukrayna Savaşı'nın yansımalarından da önce- yayınladığı bir araştırmasında, 2016 yılından beri Mısır'da Uluslararası Para Fonu tarafından desteklenen ve uygulanan reformlar hakkında iki yönlü şu sonuca varmıştır:
İlk olarak, makro ekonomik düzeydeki reformlar finansal dengesizlikleri ele almıştır ancak bunların arkasındaki esas yapısal faktörlere yaklaşmamıştır. İkincisi Mısır'ın toparlanması hayali bir şeydir ve ülke, orta veya uzun vadede büyüme veya gelişme vadetmemektedir. Bu da birçok Mısırlının ödediği yüksek maliyetlerin haksız olduğu veya geçici bir süreç için olacağı ihtimalini de ortadan kaldırıyor. İşin komik tarafı hükümet şimdi yeni bir fon reformu müzakere ediyor!
İkinci karakterize özellik ise Robert Springborg'un geçen Ocak ayında yayınlanan -Mısır ekonomisinin sonunun da Lübnan'ın kaderi gibi olacağı konusunda uyarıda bulunduğu- makalesine göre Mısır'ı " dilenci bir devlet" haline getiren dış borç ve yardıma güvenmektir. Mısır'daki toparlanma büyük ölçüde dış borç kaynaklıdır. Ve -doğrudan- artan yabancı yatırıma veya ihracata dayanmamaktadır. Dış borç 2021 yılında 137 milyar dolara ulaşmıştır. Bu miktar Uluslararası Para Fonu'nun 2016'da -3 yıllık- 12 milyar dolar kredi verdiği zamandaki borcun iki katıdır. (İç ve dış borçlanma dahil) Toplam ulusal borç, 2010'dan bu yana 4 kez yaklaşık 370 milyar dolar ulaşmıştır ve 2017 ile 2020 yılları arasında %100 aşan bir artış gerçekleşmiştir. Toplam borcun 2026 yılına kadar 557 milyar dolara yükselmesi bekleniyor.
Mısır'ın yeterli dış finansmanlara sahip olmaması ve ekonominin kendi kendine yeten ve faydalı bir üretimden uzak olması sebebiyle dış borç alınması gerekebilir ancak bu paraların büyük bir kısmı Mısır halkı için öncelik olmayan projelere harcanmıştır. Ayrıca borçlanmanın ve dış yardımların devamı bölgesel ve uluslararası tarafların -bu sistemin devamı için- ödeyebilecekleri veya ödemeyi gözden çıkarmaya hazır oldukları maliyete de bağlıdır. Aynı zamanda rejimin elit tabana yönelik stratejik hizmetler sunabilmesine ve bölgesel aktörlerden (Körfez ülkelerinden veya İsrail'den) ya da uluslararası aktörlerden (Amerika'dan veya Fransa'dan) nüfus sahibi kişilere sunacağı hizmetlere ve bu hizmetlere yönelik talebin devam etmesine de bağlıdır.
Son dönemde -rejimin en önemli dayanağı olan- Mısır ile Körfez devletleri arasındaki ilişkinin, rejime mali ve ayni yardım sağlamaktan devletin sahip olduğu bazı ekonomik varlıkları ele geçirmeye doğru kaydı düşünülüyor. Başbakan 15 Mayıs'ta düzenlediği basın toplantısında bu metodun önümüzdeki 4 yıl boyunca da devam edeceği açıklanmıştır. Böylece satılan toplam ulusal varlık 40 milyar doları bulmuştur. Bu yaklaşım -2011 ayaklanmasının itici faktörlerinden biri olan- Mübarek'in özelleştirme politikasına yeniden dönülmesi anlamına geldiği için Mısır halkının onurunu zedelemiştir. Rejim, KİK (Körfez Arap Ülkeleri İş birliği Konseyi)' in Mısır'ı mali açıdan süresiz desteklemeyeceğini biliyor; ülke batmayacak kadar büyük ama aynı zamanda yüzemeyecek kadar da ağır.
Diğer bir karakterize özellik ise inşaat ve gayrimenkul sektörünün kamu ve özel yatırımlardan belirgin şekilde eşit olmayan paylar alması. İyileştirme için inşaat ve gayrimenkule odaklanma stratejisi 2013 sonrası dönemde yeni hükümet koalisyonunun şekillendirdiği mevcut ekonomi politikası ile uyum arz ediyor. Aslında bu koalisyon baskıcı devlet unsurlarından oluşan dar bir koalisyondur ve bu koalisyonun uyumu ve birliği de “genişletilmiş sivil askeri bir ekonomi" şeklinde bir "ayrıcalık ekonomisini" gerektirir.
Bu strateji, ordunun -büyük ölçüde- konut ve altyapı projeleri inşa etmek için çöl arazilerinin planlanması düzenlemesi ve geliştirilmesindeki hakimiyetine dayanmaktadır. Bu ordunun resmi ekonomideki ayak izlerinin büyük ölçüde genişlemesini ve kâr amaçlı faaliyetler yürüten askeri teşkilatların yanı sıra pazarda askere bağlı şirket ve kurumların artmasını sağlar.
Sisi'nin aile iftarında ilan ettiği ve başbakanın da atıfta bulunduğu gibi şimdi beklenen şey; koalisyon hükümetinin -yerini sağlamlaştırdıktan sonra- ekonomi ile olan ilişkisini yeniden formüle etmesidir. Bu da -önümüzdeki yıllar boyunca devletin payı pahasına- özel sektörün ağırlığının artmasının yanı sıra ordunun bazı şirketlerinin de borsada satılması şeklinde olacaktır. Fakat bu dönüşümü yönetmek özellikle eski formülün kıyılarında ortaya çıkan iltimas ve adam kayırma ağlarını çileden çıkaracaktır. Özellikle de koalisyon hükümetine dağıtılabilecek mevcut kaynaklar kıt hale geldiğinden beri.
Ordunun ekonomiye güçlü katılımı, onu rakipleri arasında tarafsız bir arabulucu olmaktan çok bir taraf haline getiriyor. Hal böyleyken ordu bağımsız hareket edilmesi için gereken meşruiyeti tesis edemez. Güvenlik veya askeri kurumların varlığının artması Mısır'da rekabetçi bir piyasanın gelişmesini engellemiştir. Bunun devamında 2014-2018 yıllarındaki silah alımlarında 2019-2013 dönemine göre 3 kattan fazla bir artış gerçekleşmiş ve bu Mısır'ı dünyanın en büyük 3 silah ithalatçısı haline getirmiştir. Tüm bu silahları biriktirmenin amacı ise halka yeterince açık değildir.
Kişiselleştirilmiş diktatörlük
Sisi'nin kullandığı otoriter yöntem bazı siyaset bilimcilerinin "kişisel" olarak adlandırdıkları bir sisteme benzer. Siyasi sistem karar alma sürecini tekelinde tutan bir diktatörün etrafında döner. Bu çeşit yönetim, -Mübarek dönemindeki Ulusal Parti gibi- siyasi oluşumlara veya örgütlere dayanmaz. Bilakis kitlelerle doğrudan popülist bir ilişkisi vardır.
Rejimin ayakta kalmasının şartlarından biri -sunulduğu hâliyle gerçekleşmesi çok zor- ekonomik bir başarı ve muhalifleri şiddetli bir şekilde bastırarak rejimin devamını sağlayan yumuşak bir güçtür. Yumuşak güç, Mısırlıları Suriye ve Libya gibi devletlerin akıbeti konusunda uyaran ve korkutan -yukarda bahsedilen- makalede "Ulusal güvenlik doktrini ve ideolojisi" diye adlandırılan şeyi temsil ediyor. 8 yıl süren bu hükümet formülü iç çelişkiler ve yapısal zaaflardan muzdariptir.
Bunların en barizleri:
1- Yukarıda bahsedildiği gibi Sisi gibi kişisel diktatörlükler kitlesel ayaklanmalara ve aşağıdan gelen diğer baskılara elit kesimin ayrılıklarından daha fazla duyarlıdır. Ama böyle bir ayaklanmayı neyin tetiklemesi mümkündür? Ekonomide gösterilen performansın düşüklüğü her türlü siyasi sistemde siyasi istikrarsızlığa yol açabilir. Ancak ekonomik krizler, özellikle bu tarz kişisel diktatörler için daha tehlikelidir. Çünkü bu krizler bir diktatörün devlet organlarındaki dar destekçi tabana -sadakatlerini korumaları için- sağlaması gereken maddi çıkarları zorlaştırabilir. Aynı zamanda bu diktatörler sahip oldukları fazla güç ve hakimiyet nedeniyle halklarını yaşanan bu krizlerden kendilerinin sorumlu olmadığına ikna etmekte zorluk çekebilirler. Ve bu nedenle kitle muhalefeti tarafından hedef alınmaları daha muhtemeldir.
2- Siyasi alanın ortadan kalkması parlamentonun siyasi partilerin meslek ve işçi sendikalarının veya sivil toplum kuruluşlarının zayıflaması kaynakların çeşitli sosyal gruplar arasında dağılımı konusunda uzlaşmacı müzakere alanlarını daraltıyor. En tehlikeli şey ise sistemin çeşitli sosyal sınıflar ve gruplar üstüne yüklenmesidir. Sistem şu an iş adamlarına yaslanmak yerine -Mübarek döneminde olduğu gibi- Uluslararası Fon Programı'nın yükünü taşıyan orta ve alt sınıfı yükledikleri vergi ve kamu hizmet maliyetlerinde artışla sürekli tüketiyor.
3- Sistemin yumuşak gücünün marjinal faydasının tüketilmesi. Seçim (3) dizisinde de görüldüğü üzere Müslüman kardeşlerin gözünü korkutmak kamuoyu için önemli bir öncelik haline gelmişti. Fakat şu an onları birleştiren şey tüm Mısırların yaşadığı sıkıntılardır. Bundan dolayı Suriye'nin ve Libya'nın akıbeti konusunda halkı korkutmak, ekonomik durumlarda reformlar yapmanın önceliği için geri plana çekildi.
4- Bazıları, güvenlik organlarını baskı konusunda serbest bırakmanın baskının statükosunu sürdürmeye kararlı kesimleri güçlendirdiğini ve Sisi'nin isteklerini ifade ederken dahi bu organların baskısını bastırmakta zorlandığını iddia ediyor. Baskının marjinal faydasının tüketildiği kullanılmaya devam edilmemesi gerektiği anlamına gelmez. Yumuşak gücün faydasının tükenmesi, insan hakları dosyasının Mısır rejimine hem içeride hem dışarıda bıraktığı yüke de yansıyor. Ve önümüzdeki dönemde toplumsal huzursuzluğun artması durumunda güvenlik güçleri ve askeri kurumlar kitlelerle doğrudan karşı karşıya getirilecektir hele de bu gerginlik İçişleri Bakanlığı'nın kontrolü dışında büyürse.
Öte yandan -güvenilirliği kesin olmamakla birlikte- bu gerilimi ve tansiyonu düşürmek için başta askeri kurumların Sisi'ye uyguladığı ve Sisi'nin de siyasi diyalog şeklinde yanıt verdiği bu baskının ana sebebinin askerin vatandaşla doğrudan karşı karşıya gelmemesi olduğu bilgisi rapor ediliyor.2011'de tecrübe edilen bu şey yeniden gerçekleşirse Hişam Bounnasif'in "Oyunun Sonu" kitabında da söylediği gibi toplumsal huzura ağır bir gölge düşer.
Muhalefet güçleri
Bu, değişim halkalarının en zayıfıdır. Çünkü bileşenlerinin her biri içlerindeki şiddetli zayıflık parçalanma ve bölünmenin yanı sıra kendi aralarında kutuplaşmaya devam etmekte ve hiçbiri siyasi söylemini yeni sıçramalara uyum sağlayacak şekilde yenileyememektedir. Bu güçler -bırakın alternatif olmayı- yönetime ortak olabileceklerine dair inanç eksikliğinden ve kitlelerin kendilerine olan güvensizliğinden de muzdariptir.
Toplumsal huzursuzluklar karşısında rejimin otoritesinin sağlamaya yardımcı olacak ve güçlü bir halk tabanına sahip sağlam bir muhalefet oluşma imkânı ortadan kalktığında muhalefetin zayıflığının ve siyasi hayatın erozyonunun bedelini sadece Sisi rejimi ödemeyecektir. Mevcut rejimin meşruiyeti -kendisinin de iddia ettiği gibi- Mısır devletine tehdit oluşturan 2011 ayaklanmasının tekrarını engellemeye dayanmaktadır.
Ancak -sunulduğu hâliyle çözülmesi mümkün görünmeyen- ekonomik bir kriz ışığında bu gibi bir ayaklanmanın yeniden ortaya çıkması ihtimali şimdi her zamankinden daha fazladır. Ve daha tehlikeli olan şey ise, çöküşün bu defa -2011'den farklı olarak- daha hızlı ve daha az barışçıl şekilde olabileceğidir. Ve muhtemel sonuç bölgedeki en kalabalık ülkede devlet yapılarının çökmesidir.