İltica eden için de edilen ülke için de önemli bir sorun. Biri çoğunlukla siyasi nedenlerle yerinden olurken diğeri yerinden olanı ağırlamak zorunda kalıyor. İlticanın olmaması için dünyanın istikrara kavuşması, kimsenin ölüm ya da açlık korkusuyla yaşadığı yeri terk etmemesi gerekiyor. Bu da ancak savaşların, zulümlerin, müdahalelerin ve eşitsizliğe neden olan ekonomik adaletsizliğin ortadan kalkmasıyla mümkün. Yani imkansız.
İltica, edilen açısından bakıldığında göç ya da onların değişiyle düzensiz göç hep olacak, birileri mutlaka kendisi için uygun görülen hayatı değiştirmek için yerini değiştirmeye çalışacak. Bazen kitleler halinde, bazen de bireysel olarak sınırlar aşacak, denizler geçecek, ölümü göze alacak, insan kaçakçılarından medet umacak. Var olan ama işlemeyen hukuki mekanizmaları yetersiz bulacak.
İltica edilenler de kendilerini korumaya, sınırlarını aşılmaz duvarla çevrelemeye, koydukları kurallarla ve vizelerle ülkelerine gelmeye çalışanları caydırmaya gayret edecek. Özellikle de farklı kültürlerden, dinlerden, etnik kökenlerden gelenleri, yoksulları, eğitimsizleri almamak için ellerinden geleni yapacak. Yeni direktifler çıkartıp havayolu şirketlerine daha fazla müeyyide uygulamaya, mültecilere yardım eden sivil toplum örgütlerini zorlamaya çalışacak.
Ya da bizimle yaptıkları gibi belgeler imzalayıp mültecileri ilk geldikleri ülkelerde tutmaya, bunun karşılığında para ve söz vermeye özen gösterecekler. Her geçen gün daha da yaratıcı yöntemler bulup çöp, atık ihracatından sonra mülteci ihracatına da bir son dakika hukuk aksiliği çıkmazsa çok yakında başlayacaklar. Birleşik Krallık şimdiden Ruanda ile anlaştı, 120 milyon dolar karşılığında beğenmediği ilticacıları bu ülkeye gönderecek.
Sırada Danimarka’nın olduğu söyleniyor. 15 milyon euroya Kosova’ya hapishane kurup mahkum ihracatına başlayan Danimarka’dan mülteci ihracatında geride kalmasını beklemek zaten büyük haksızlık olurdu. Eminim yakında o da Ruanda ya da başka bir ülkeyle anlaşıp, İngiltere’nin yaptığı gibi mültecilerin orada hem çok rahat edeceğini gösteren yatak, ranza fotoğraflarını ülke basınıyla paylaşır, hem de alınan bu tedbirin caydırıcı olacağını ilan eder.
Böylece 1951 tarihli mülteci sözleşmesi ihlal ediliyormuş görüntüsü verilmeden, insan hakları ihlal edilmiş, beğenilmeyen ilticacılara, sığınmacılara hadleri bildirilmiş olur. Eş zamanlı olarak da yeni bir mülteci rejiminin temelleri atılır, aşırı sağa prim verilir, bizim gibi ülkelerde mülteciler evine diyenler için yeni dayanaklar, sağlam gerekçeler oluşturulur. Hepsinden önemlisi de Hümanist düşüncenin insan merkezli pratiği bir darbe daha alır.
Oysa EU Observer’a katkıda bulunan Michele Levoy’un söylediği gibi Avrupa’nın Ukraynalı mültecilere gösterdiği hoşgörü ve dayanışma tüm sığınmacılar için bir altın standardı oluşturabilirdi. Suriyelilere, Afganistan’dan gelenlere tabii ki aynı tepkiyi vermeyecekler, tabii ki evlerinin kapılarını açmayacaklardı.
Fakat devletler daha anlayışlı davranabilecekti. Afrikalı öğrencilere sınır geçişlerinde çıkartılan engeller pek umut vadetmese de Ukrayna krizinden dersler çıkartılabilecekti. Ama olmadı, ders falan çıkartılmadı. Hatta İngiltere Ukraynalılara dahi engeller çıkarttı. Onları ülkelerine kabul etmek yerine ellerine silah vermeyi, savaşı uzatıp Rusya’yı Ukrayna’da yormayı tercih etti.
İnsani konularda karar almayı geciktirdi, askeri konularda ise inanılmaz bir hızla hareket etti. Tüm bu krizin ortasında da İngiltere’nin Ruanda ile mülteci ihracatı konusunda anlaştığını öğrendik. İlk etapta tek gelmeye çalışanların yakında bu ülkeye sevk edileceğini okuduk.
Bundan sonra Avrupa Komisyonu da daha rahat hareket edecek, geçtiğimiz yıl Aralık ayında önerdiğine benzer direktiflerle sınırlarında deri rengine dayalı fişleme çabalarına hız verecektir. Yunanistan da mutlaka Ege’deki sığınmacı teknelerini daha rahatlıkla Türk kara sularına doğru itecek, Frontex Akdeniz için yeni ve daha etkili iltica savunma mekanizmaları geliştirecek, AB Libya ve kim bilir daha kaç ülke ile mültecileri orada tutun anlaşmaları imzalayacaktır.
Türkiye derseniz bana öyle geliyor ki, bir yandan Avrupa’yı eleştirirken diğer yandan yükselen dalgadan etkilenecek, iktidar bloğundan memnuniyetsizliğin faturası Suriyelilere kesilecek küçük partiler sığınmacılara duyulan tepkiyi oya çevirmeye çalışacak, korkarım aşırı sağın söylemi giderek bizde de ana akımın politikası haline dönüşecek.
Umarım seçim öncesinde aceleci kararlar verilmez, kötü örnekler emsal olarak alınmaz, Suriye ile ilişkilerin normalleşmesi, insanların geri dönüş için kendini güvende hissetmesi, çıkarılan afların fiili anlamının anlaşılması beklenir, mali teşvikler ve fiziki imkanlar sağlanır. Keşke insan hakları sicilimiz kusursuz olsaydı da en azından İngiltere ile Danimarka’ya mülteci ihracatı üstünden ve kendi tecrübelerimizden hareketle insanlık dersi verebilseydik…